VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

İslam âleminin lideri kim olacak?

Çevremizdeki siyasi gelişmelere şöyle bir baktığımızda, Türkiye ile Suudi Arabistan siyaset dünyasında Suriye konusunda bir görüş birliği olduğunu görmek mümkündü. Ancak geçen hafta yaşanan bazı olaylar bu görüş birliğinin son derece aldatıcı ve o ânın ihtiyaçlarına bağlı olduğunu gösterdi bize. Başka bir deyişle, an itibariyle, her iki ülke de Beşar Esad yönetiminin yıkılmasını istiyor ancak Suriye’nin geleceğini nasıl tasvir ettikleri net değil. Bu arada Türkiye belli oranda demokrasi söyleminden yararlanırken, Suudi tarafı daha mahcup bir edayla “Suriye halkının isteği” ifadesini yeğliyor. Suriye halkının ne ‘istediği’ ise, Suudi ilkeleri uyarınca, pazarlık unsuru olarak kalıyor. Suudi Arabistan kralının demokrasiden bahsedişini dinlemek komik kaçacağı için, bu tercihin nedeni de aslında kendi içinde son derece anlaşılır.

İlerde Türkiye ile Suudi Arabistan yönetiminin nerelerde görüş birliği içinde olup hangi noktalarda ayrıldığı elbette daha fazla netlik kazanacak. Bugün itibariyle üç kesin noktadan bahsetmek mümkün: Bir; Türkiye, Suudi maddi kaynakları olmaksızın Suriye içerisinde hiçbir şey yapamaz. İki; Suudi Arabistan da Türkiye’nin bölgedeki varlığı olmaksızın Suriye’de bir şey yapamaz. Bu, iki ülkenin birbirine çok ihtiyacı olduğu anlamına geliyor. Ve üçüncüsü; Suriye toprakları üzerinde, Türkiye ve Suudi Arabistan dışında da tek aktörler bulunuyor. Dolayısıyla, iki ülkenin de, ‘yan aktörler’ kotasından Katar, Mısır, Lübnan Sünnileri, Filistin Haması, Irak Sünnileri, Ürdün ve nihayet bölge dışı uluslararası güçlere ihtiyaçları var.

Bu noktada bir parantez açıp, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin son kongresine dönmekte fayda var. Bu kongrede Başbakan Tayyip Erdoğan kendini İslam âleminin lideri olarak tanıtmakta tereddüt etmedi ve bu sıfat, kongrede hazır bulunan Mısır Devlet Başkanı ve Hamas Genel Sekreteri tarafından tasdik edildi. Bu tablonun Arap dünyasında, özellikle Lübnan Sünni toplumu, Ürdün, Katar ve Suudi Arabistan’da pek de sıcak karşılandığını söylemek mümkün değil. Hatta, söz konusu ülkelerin basın organlarında Erdoğan bir miktar alaycı bir üslupla karşılandı. El Hayat “Erdoğan yeni sultan mı?” diye sorarken, Şark El Asvat “Erdoğan bizden ne istiyor?” başlığını kullandı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, Başar Esad’dan sonra yönetime Faruk El Şara’nın gelmesi gerektiği yönündeki açıklaması üzerine, El Safir gazetesi “Erdoğan sultan değil ki, Şam, Mısır ve Filistin’de valiler atasın” yorumunda bulundu. Suudi televizyon kanalı El Arabia ile Katar televizyon kanalı El Cezire de aynı dalga boyunda yer aldı. Bu da, Suudilerin, Müslümanlar üzerinde hâkimiyete sahip bir Türkiye’yi ya da İslam âlemine hâkim bir Türk lideri asla hazmetmeyeceğini gösteriyor.

Dolayısıyla, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin çeşitli mecralarda birbirilerini ısırmalarına şaşmamak gerek. Örnek olarak Türk uçağının başına gelenler ya da Suudi Arabistan’ın Müslüman Kardeşler’e yönelik eleştirileri verilebilir. Bu noktada yine bir parantez açıp, Özgür Suriye Ordusu’nun kendi içinde ikiye ayrıldığını belirtmekte yarar var. Ordunun Selefi ve El Kaide yanlısı olan kısmı Arap Körfezi’nden gelen yardımlarla destekleniyor; Müslüman Kardeşler yanlısı diğer kesim ise Türk devletinin ve Mısır’da iktidarda olan Müslüman Kardeşler’in desteğine sahip. Bu ikilik Suriye’deki sorunu daha da karmaşık bir hale getiriyor. Öyle ki, Halep’te meydana gelen son üç patlamanın El Kaide tarafından Müslüman Kardeşler’i zorda bırakmak için düzenlendiği bile iddia ediliyor. Mevcut verilerle, bu işin içinden çıkmak zor.

Esas meselemize dönecek olursak... Suudiler, İran, Mısır ve Türkiye ile birlikte ilkesel olarak Suriye meselesini ele almak için bir dörtlü oluşturmayı kabul etmişti ancak son iki toplantıya katılmadılar ve bir sonraki toplantıda da bulunmayacaklarını duyurdular. Suudi Arabistan’ın yapıcı olmaktan uzak ve aşırı sivri duruşu, hiç şüphesiz, bölgenin geleceğini tehlikeye atıyor. İran, Şii ve Alevi topluluklarını siyasi olarak kışkırtmakla itham ediliyorsa, Suudi Arabistan ve Türkiye de esasen aynı şeyi Sünniler aracılığıyla yapıyor. Öte yandan, Mısır’daki Sina Çölü’nde Selefiler ve Müslüman Kardeşler birbirlerini katletti. Bu olay, Suudi Arabistan’a, Mısır’da yeni iktidara gelen Müslüman Kardeşler’e tam olarak güvenemeyeceğini gösteren ilk gelişme oldu. Böylelikle Suudiler, Suriye’de de gücü tamamen Türkiye destekli Müslüman Kardeşler’e bırakmamak gerektiği konusunda dersini almış oldu.