ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Bir söyleşinin şifreleri

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan gayrimüslim yurttaşlara yaptığı “Türkiye artık değişti, geri dönün” çağrısının ardından, bu sözlerin muhatabı olan Ermeni, Rum, Yahudi ve Süryanilerin temsilcilerinin görüşlerine başvurmuş, onların kaygılarını dile getiren ‘Dön demesi kolay’ manşetini atmıştık Agos’a. Geçmişteki haksız uygulamaların mağduru oldukları için yerlerinden yurtlarından, nine dede toprağından gözü yaşlı ayrılan bu insanlar, sözlerle yetinmek istemiyor, daha fazlasına ihtiyaç duyuyorlardı. 
 
Geçen hafta ise, hükümetin, soykırımın 100. yılı olan 2015 öncesindeki tutumunu resmi bir ağızdan öğrenip okurlarımıza yansıtmak amacıyla birtakım temaslarda bulunduk. Başbakan Erdoğan’ın en yakınındaki ekipten olan Kültür Bakanı Ömer Çelik’le de bu çerçevede görüştük. 
Gayrimüslimlere yönelik son “Geri dönün” çağrısıyla dikkat çeken Çelik’in, hükümetin 2015 konusundaki tutumu konusunda önümüzdeki dönemde belirleyici ve temsil edici bir rol oynayacağı tahmin ediliyor. Dolayısıyla onun söyledikleri, önümüzdeki dönemin muhtemel gelişmelerini öngörmek adına önemli ipuçları sunuyor.
 
Kültür Bakanı’yla uzun söyleşimizde dikkat çeken birkaç husus vardı. Her şeyden önce, kendisi Cumhuriyet tarihine dair son derece net bir eleştirel pozisyona sahip. İttihatçılığı ve Kemalizm’i, tektipleştirici, baskıcı zihniyetler olarak gören ve bu iki yaklaşıma karşı mücadele etmek gerektiğine inanan Çelik, farklı toplumsal grupları son yüz yılda yaşanan ve bu tektipçi zihniyetin ürettiği fırtınaların mağduru olarak görüyor.
 
Görev başındaki bir bakan olduğu hesaba katıldığında Çelik’in İttihatçılık ve Kemalizm eleştirilerinin önemi daha da artıyor. Ancak Çelik, Ermenileri ayrımcı uygulamaların mağduru bir grup olarak ele alsa da, onların başına gelen ve “trajedi” olarak kabul ettiği olayları, başka grupların yaşadıklarından ayırmıyor. 1915 dönemindeki yaşananları “mukatele”, yani karşılıklı katliam olarak değerlendiren Çelik, bununla paralel olarak, ortak acı ve ortak yas kavramları çerçevesinde oluşturulacak bir zeminin, geleceği inşa etmek açısından elzem olduğunu düşünüyor.
 
İttihatçılık eleştirisinden yola çıkan ve iktidar partisinden bir politikacı için çok da alışık olmadığımız bir yaklaşım sergileyen Çelik, Ermenilerin uğradığı zulmü değerlendirmek konusunda, mukatele kavramıyla, bugüne kadarki resmi tezden çok da farklı bir yerde durmuyor. Hele hele mukatele’nin İttihatçıların ideoloğu olan Ziya Gökalp tarafından kullanıma sokulan bir kavram olduğu hesaba katıldığında, bu açmaz daha belirgin hale geliyor.
 
Ancak Çelik, soykırıma karşı mukatele kavramını tercih ederken, Ermenilerle ve özellikle diasporayla mevcut diyalogsuzluğu da doğru bulmadığını, bir konuşma zemini yaratmak için fikir üretmek gerektiğini de vurguluyor. Diaspora’yı topyekûn bir kalıba sokmamaya özen göstererek hassas bir duruş sergileyen Kültür Bakanı, buna karşın, İttihatçı zihniyetle adeta eşleştirdiği “soykırım lobisi” kavramına yaptığı sürekli atıfla, Ermenilerin adalet beklentisini dile getiren her türlü çabayı adeta baştan mahkûm eden bir yaklaşıma kapı aralamış oluyor. 
 
Ömer Çelik, söyleşi boyunca, Ermeni sorunu konusunda etraflı bir tavır belirlemek konusunu önceden çalışmış, buna kafa yormuş olduğunu gösterdi. Onunla söyleşirken, bir bakanla bu konuları, eleştirel soruları da rahatça sorabilecek şekilde konuşabilmenin önemli olduğunu ve bunun da nihayetinde son yıllarda yaşadığımız dönüşümün bir parçası olduğunu düşündüm. Çelik’in diasporayla daha fazla diyalog kurmak yönündeki sözleri hayli önemli olsa da, 1915’i mukatele olarak değerlendiren ve onun etkilerini “ortak acı” kavramı içerisinde eriten yaklaşımının, her şeyden önce hakikat ve adalet kavramlarıyla ilişkisinin sorunlu olduğu söylenebilir. Zira, bu sorun ve Ermenilerin soykırım kavramına yaptıkları vurgudan vazgeçmeleri yönündeki ısrarlı vurgu, Bakan’ın muhatabı olan Ermenilerin arzu edilen diyaloga katılmasını engelleyici bir unsura dönüşebilir. 
Yine de Çelik, entelektüel birikimi ve arayışları, konuştuğu konu hakkında fikir üretme çabasıyla, 1915, Ermeniler, diğer gayrimüslimler söz konusu olduğunda, önümüzdeki dönemde etkin bir rol alacak ve dikkatle izlenmesi gereken önemli bir politikacı portresi çiziyor. Siyaset eninde sonunda karşılıklı konuşma sanatı olduğuna göre, onun söylediklerine kulak vermekte ve onun konuşma çabasına karşılık vermekte yarar var. Bu konuşmanın nerelere varacağını ise zaman ve kendisinin de vurguladığı “siyasi iklim” belirleyecek.      
  
Konuşan çarpı işaretleri
Dildilian’lar, bundan yüzyıl önce Merzifon’da fotoğrafçılık yapan ve Anadolu’nun o günkü halini yansıtan eşsiz fotoğraflarıyla, ölümlerinin ardından bugün bile bu toprakların kültürüne katkıda bulunmaya devam eden bir aile. Onların bugüne kalan fotoğraflarından oluşan ve Depo İstanbul'da açılan “Bir Ermeni Ailesinin Yitik Geçmişine Tanıklıklar: Dildilian Kardeşlerin Objektifinden (1872-1923)” adlı sergi, hem o günün yaşantısına, hem de bu topraklarda yaşanan en karanlık dönem olan 1915’e ışık tutacak. 
Bu haftaki Agos’un orta sayfasında, Barış Yıldırım, Dildilian'ların torunu, araştırmacı Armen Marsoobian'la bu serginin ve ailesinin hikâyesini konuştu. İşte bu hikâye içinde yer alan bir fotoğraf, 1915 ve izleyen yılların nasıl büyük bir fırtına olup pek çok hayatı kararttığını gösteren bir kanıt. 
Dildilian’ların fotoğrafçılık yaptığı Merzifon Anadolu Koleji’nin öğretim kadrosunu gösterdiği bir fotoğrafın üzerinde, yanda gördüğünüz not yer alıyor: “X means killed.” Yani, “Çarpı işareti ölenleri gösterir.” Fotoğraftaki 21 öğretim üyesinden 9’unun öldürüldüğünü gösteren o çarpı işaretleri, resmi tarihin “ihanet”le açıklamaya çalıştığı büyük suçun nasıl bir şey olduğunu gösteriyor tek bir kalem darbesiyle. Gören gözlere, açık yüreklere.