VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

Devletlerin günbatımı

Gerçekçilik öğretisini benimseyen enternasyonalistler, uluslararası siyasette tek ve yetkili oyuncunun devletler olduğunu iddia ederler. Liberaller ise “Hayır” der, “BM veya Dünya Bankası gibi başka uluslararası güçler de var.” Konstrüktivistler bireyi öne çıkarır, sivil toplum örgütlerinin ve hatta uluslararası ‘terörist’ güçlerin etkisinden bahsederler. Ancak, uluslararası ilişkiler alanındaki hiçbir teori, Ortadoğu’daki devletlerle birlikte, onlarla eşit güce ve öneme sahip olan gayriresmî silahlı güçleri açıklayamıyor. Bunun örnekleri arasında, Kürdistan İşçi Partisi, Lübnan Hizbullahı, Irak’taki Sadr hareketi, ve –artık– Suriye’deki El Nusra cephesi, Ahrar el-Şam ve bir dizi başka örgüt bulunuyor.


Çoğu dinsel ve etnik özellikler taşıyan bu örgütlerin, bulundukları ülkede hükümete dönüştüklerine tanık oluyoruz: Filistin’de Hamas, Lübnan’da Hizbullah, Mısır’da Müslüman Kardeşler... Bu tespit, ‘devlet’ ile ‘devlet olmayan’ arasındaki ayrımı daha da belirsizleştiriyor. ‘Siyasi parti’ kavramının kabul görmüş tanımının bir hayli dışında olsalar da, bu örgütler çoğu kez siyasi parti, ya da en azından bir siyasi partinin silahlı teşkilatı vasfı taşıyor. Belki de, Ortadoğu’ya özgü siyasi partilere dair yeni bir değerlendirme yapmak gerekiyor. Bu durum, Ortadoğu’da siyasi örgütlenmenin devletleşme olgusundan uzak olmasıyla açıklanabilir. Devletin kendisi veya devlet olmaya kalkan hareket de aslında bir örgüttür; bir şekilde iktidar araçlarını ele geçirmiştir, orduyu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır, ya da –bizatihi ordunun kölesi olarak– devletleştiği yönünde bir izlenim yaratmıştır. Suudi Arabistan’ı yöneten hanedanın durumu böyledir. Onlar son tahlilde ülkeye egemen olan etnik bir gruptur. Suriye’deki Esad iktidarı da bundan çok farklı değil.


Ortadoğu’da hiçbir zaman, ülke nüfusunun tamamı tarafından, hatta ilkesel olarak devlete değil iktidara muhalif olması beklenen muhalefet tarafından benimsenen bir devlet olmamıştır. Burada devlet ile hükümet arasındaki farklılığın da belirsizleştiğini, iktidara gelen her hükümetin devleti içselleştirdiğini de görüyoruz. Türkiye de, askeri ve milliyetçi hükümetler döneminde dahi, bu duruma bir örnek teşkil eder.


Bu durum, devletlerin nasıl güçsüz, buna karşılık devletin sunduğu nimetlerden yararlanan partilerin nasıl güçlü olabildiklerini açıklıyor. Doğal olarak iktidara ulaşmak ve kendileri devlet olmak amacını güden gayriresmî gruplar da güçleniyor. Hizbullah’ın tek başına Lübnan’a hükmetme arzusunu; El Nusra Cephesi’nin, Suriye’nin (hiç değilse ülkenin önemli bir kısmının) sahibi olma hevesini; Kürdistan

İşçi Partisi’nin niyetlerini bilmeyen var mı?


Klasik yapıdaki devletler, Ortadoğu’da uluslararası ilişkilerin, anlaşmalar ve müzakerelerin yanı sıra, muhatap ülkede faaliyet gösteren ve muhtelif yollarla etkin olabilen sadık gruplar vasıtasıyla yürütüldüğünü anladılar. 70’li yıllardan beri bu şekilde sürdürülen ilişkiler, bugün de Akdeniz’de Körfez ülkelerinin devamı sayılabilecek olan Selefi gruplar vasıtasıyla sağlanıyor.
 

Karmaşık ve derin bir konu bu. Bu karmaşanın anahtarlarını, belki de ancak büyük bir internet ansiklopedisi –o da zorlukla– bulabilir. İnsanlar, ancak böyle bir anahtar yardımıyla, şehirlerinde, köylerinde, sokaklarında ne olup bittiğini anlamalarına imkân verecek bilgilere kavuşabilirler. Geriye kalan, yok “Suriye şöyle dedi”, yok “Türkiye şöyle yanıtladı”, yok “Lübnan şu duruşu benimsedi” – hepsi de derinliksiz, yüzeysel yorumlar olarak kalmaya mahkûm.