YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Direnişin getirdikleri

Gezi Parkı’ndaki ağaçların ‘sökülmek’ istenmesi ile başlayan ve tüm Türkiye’yi saran direniş dalgası, kimi taşlaşmış yapı, kurum ve algıları da çatlatmış durumda. Bu direniş dalgasına ‘devrimci’ bir özellik veren de bu zaten. İrili ufaklı her tür devrim, ülkedeki ve dünyadaki, değişmez gibi görünen kimi yapıları, zihniyetleri sarsar, değişmeye zorlar. En önemlisi, o yapıların ‘başka türlü’ olabileceğini de gösterir. Direnişin nedenleri, seyri, Başbakan Erdoğan’ın tavrı üzerine zaten epey analiz okumuşsunuzdur. Ben meselenin biraz da bu yönüne bakmayı deneyeceğim. Madde madde gidelim.
 
- ‘Koyun milletiz’ algısı: Değilmişiz. Gördük. Belli ki aylardır dişlerini sıkan çok sayıda insan, bir kıvılcımla sokağa çıktı. Ve bir duvar yıkıldı. Artık sokağa çıkmak, korkulan bir eylem türü değildir. Otoriteyi asıl düşündüren budur. Bu dalga belki bir yerde sönümlenecektir ama bu devrimin asıl kazanımı, bir siyasi yapı ya da ‘ideoloji’ ile organik ilişki içinde olmayan gençlerin ve yaşlıların da sokağa çıkma ve aralarına ‘provokatör’ karıştırmadan eylem yapma maharetini edinmeleridir. Bu çok önemli bir kazanım.
 
- ‘Tepkisiz burjuvazi’ algısı/yapısı: Bu sadece bir algı değil, aynı zamanda bir yapıydı. İktidar karşısında zaman zaman mızmızlanan, ancak net bir çıkış göstermeyen burjuvazinin en azından bir kanadı, ‘işbirliğine devam eden’ klasik burjuvazi ile aynı resim içinde yer almamaya özen göstermeye başladı. Mesela, eylemlerin ilk günlerinde gelen “Yeni kurulacak AVM’de yer almayacağız” açıklamalarına bu çerçeveden bakmak mümkün. Sular biraz daha aktıktan sonra kimin ne yapacağı belli olmaz elbette, ama en azından eylemler ‘bir kısım burjuvazi’yi böyle davranmaya zorladı. Yine tepkilerin odağındaki bazı bankacılara, iş adamlarına “Biz de çapulcuyuz” açıklamalarını yaptıran da ‘direniş’in gücü. Ancak bu, aslında geçici bir durum. Zaten bu çıkışlara bir yandan da direnişi ‘ehlileştirme’ çabaları olarak da bakılabilir.
 
- ‘Kemikleşmiş siyasi tabanlar’ algısı: Bence en önemli yeniliklerden biri bu. Direniş öncesinde genel algı, Türkiye’deki siyasi yelpazenin Kürtler, AKP, CHP, MHP, bir kısım sosyalistler, koyu ulusalcılar ve arada kalanlardan oluştuğu yönündeydi. Ve genel kanı, bu kanatların birbirlerine pek değmeden yaşadığıydı. Direniş, bu kesimlerin birbirlerinden zannedildiği kadar kesin hatlarla ayrılmadığını gösterdi. “Eylemlerde her kesimden insan vardı” dediğimiz, aslında budur. Otoriter ve faşizan bir sistemin, tüm yapıları aynı oranda bunalttığını gördük. Eylemlerde azımsanmayacak sayıda AKP seçmeni bulunmasının nedenlerinden biri de bu. Ancak biraz daha yakından bakınca, ‘ulusalcı’ olarak görülen eylemci profilinin de dikkate değer olduğunu gördük. Alanlardan görebildiğim, CHP ve MHP’de temsil edilmeyen, bu iki partinin köhnemiş söyleminde kendilerine dair bir iz bulamayan bir kesimin varlığıdır. Bu profil –genelleme yapmanın hatalı olduğunu bilsem de– her iki kanatta da yeni bir siyasi dinamiğin varlığına işaret ediyor. Bu beklenmedik bir durum değil. Hem CHP, hem de MHP’nin uzun süredir kendi tabanlarını bile tatmin etmediği, oyların kerhen verildiği biliniyordu. Alttan alta giden bu durum eylemlerle iyice su yüzüne çıkmış gibi görünüyor. Bu dinamiğin ne yöne evrileceğini şimdiden öngörmek zor. Ama görünen, ulusalcı akımın yeni ve kendini zorlayacak bir tablo ile karşı karşıya olduğudur.
 
- ‘Sol tıkandı’ algısı: Bu da bir önceki madde kadar, hatta ondan daha önemli. Direniş klasik bir ‘sol’ siyasetin ürünü gibi görünmese de, gelişme ve yayılma aşamalarındaki kendiliğindenlik, hiyerarşi-dışılık, otorite-karşıtlığı, kapitalizme mesafeli duruş gibi özelliklere baktığımızda, bu hareketi genel ‘düzene soldan itiraz’ ailesi içinde değerlendirebileceğimiz ortaya çıkar. Bu benim açımdan, önümüzdeki dönem için en umut verici gelişme. Bütün bu olup bitenler, hem solun artık iyice kireçleşen ‘eylem’ ve ‘söz’ dağarcığını tazeleme, hem de bir ‘örnek model’ olarak gelişip yayılma potansiyeline sahip. Bu potansiyelin üzerine titrememiz gerektiğini düşünüyorum. 
 
- ‘AKP’yi kimse sarsamaz’ algısı: Sarsabiliyormuş. Onu da gördük. Direnişin gücü, iktidarda-otoritede açık bir telaş havası yarattı ve bloktaki çatlakları daha da genişletti, görünür kıldı. İlk elde ‘cemaat’ zaten var olan görüş ayrılığını devam ettirmeye yönelmekle kalmadı, Erdoğan’a yönelik eleştirilerini de sistematik hale getirdi. Keza,
zaten epeydir var olan, Gül cephesi ile Erdoğan cephesi arasındaki ayrım da daha görünür, elle tutulur hale geldi. Bu tabloda ‘cemaat’in Gül’e yaklaşması sürpriz olmamalı. Ve en önemlisi, Erdoğan’a dair ‘her istediğini yaptıran lider’ algısı büyük yara aldı. Bu, bir ihtimal AKP içinde ve iktidar blokunda küçük de olsa çalkantılar yaratabilir. Bütün bu tablo, Erdoğan’ın başkanlık projesini gözden geçirmesini de getirebilir.
 
Kabaca, tablo bu. Fakat bir de sarsılmayan yapılarımız var; son olarak onlara da değinelim. Mesela bazı köşe yazarları, analistler ve kanaat önderlerinin “Erdoğan bir anlasa, bir ‘Anladım’ dese, her şey çözülecek” yaklaşımları. Her krizde, medyadan gelen ilk tavır / otomatik refleks bu oluyor. Oysa bir köşe yazarının önceliği, herhalde olup biteni Başbakan’a anlatmak, ona bir tür danışmanlık yapmak (bu türden eleştiri yazılarını saymıyorum elbette) değildir. Kaldı ki, bu aynı zamanda bir ‘tek adam’ yönetimini tersten onaylamak manasına gelmiyor mu?
 
Ve tabii, ‘iktidar’ın protestolara bakışı... Her zamanki gibi iktidar ve ‘nizam/intizam’ yanlısı gazeteler, olup bitenleri iktidarın eski/yeni düşmanlarının oyunu / dış güçler argümanıyla açıklamayı, eylemcileri ‘tedhişçi’ olarak göstermeyi tercih ettiler. Böylece, kendini demokrasi güzeli zanneden AKP basınının, 1970’lerin Tercümanı’ndan pek bir farkı olmadığı da bir kez daha kanıtlanmış oldu.