BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Sonuç hâlâ meçhul

Gidişata bakılırsa, olayların nasıl sonuçlanacağı hâlâ meçhul. Belli ki bu “Ben yaptım oldu” tavrından vazgeçilmeyecek. İpin ucu iyice kaçtı bir kere. Ben yazılarımı haftabaşında yazıyorum; haftasonuna yani siz okuyana kadar ne değişir bilemem. Ne bu kadar uzun süren bir direniş olmuştu daha önce, ne de karşısında bu kadar ısrarlı ve kaskatı inat. 
 
Ya Başbakan’ın, ayağının tozuyla oradan oraya dolaşıp, kendisine sahte sevgi gösterileri yapan “Vur vur inlesin, çapulcular dinlesin!”cilere ettiği laflara ne demeli? “Ben bu ifadeyi kullanınca sinirlendiler. Lügate baksınlar; yakan, yıkan, saldırana ‘çapulcu’ denir” dedi bir ara. Yani? Yani: Polis! Saldıranlar polisler değil miydi? Demek ki esas çapulcu onlar. Sahi, ne oldu İstanbul’daki o saldırgan polisler?
 
Aniden yok oldular. Mı acaba?
 
Bu arada, o ‘lügat’ kelimesini de gençler bilmiyor artık. ,Geçenlerde yıllarca yurtdışında yaşayan bir dostum, kitapçıya girip lügat istedi; tezgâhtar kız şaşkın bakakaldı. İlk kez duyuyordu. ‘Sözlük’ diyeceksiniz artık, ‘sözlük’. “Yeni dünyayı eski parametrelerle okuyamazsınız” dendi bir söyleşi programında geçen akşam, dikkatimi çekmiş, not etmişim. Konunun arasına girmiş gibi oldu ama küçük bir örnek işte. 
 
İnsanı insana karşı kışkırtmak için, koskoca bir başbakanın yalana tevessül etmesi kabul edilecek gibi değil. “Benim başörtülü kızlarıma saldırdılar. Dolmabahçe Camii’ne bira şişeleriyle girdiler” diyor yahu. Kim saldırdı başörtülü, başörtüsüz kızlara, çoluğa çocuğa? Polis değil mi? Namaz kılanlara bile resmen biber gazı sıkmadı mı? Dolmabahçe Camii’nin imamı, caminin kapılarını yaralılara açtı, insanlar oraya sığındılar, ne bira şişesi? “Biz düşünce hürriyetinden korkmuyoruz” diyor bir de... Ya neden korkuyorsunuz? Gezi Parkı’nı yakıp yıkacağımıza, bekleyip sandıkta görecekmişiz. Kim yakıp yıktı be? İnsanlar ağaçlara sarıldılar, başlarında sabahladılar, polisler çadırlarını yaktı.
 
Oturan insanlara bile, evlerden içeri bile biber gazı sıktılar. Aslında bir kere bütün hükümet yetkililerini dolduracaksın bir mekâna, hiç kötü niyetle değil, sırf denemek için, bir kere sıkacaksın o biber gazını. Bir kere solusunlar, ondan sonra karar versinler. Bakalım yine yeltenirler mi kendi insanlarını böylesine insafsızca zehirlemeye... 
 
“Bize bazı marjinal gruplar değil, millet hesap sorar. Başka kimsenin gücü bizi götürmeye yetmez” diyor Başbakan, Ankara’daki konuşmasında. O ‘marjinal gruplar’ dediği millet değil sanki. Ya da bir avuç kendini bilmez sanki. 
 
Bir konuşuyor, bir durup bekliyor ki, topuluk, maçlardaki amigolar gibi, verilen direktifle “Türkiye seninle gurur duyuyor!” desinler; sonra kaldığı yerden devam ediyor. Hani konserlerde sanatçılar mikrofonu izleyiciye uzatıp şarkının nakaratını söylettirir ya, tam öyle. Alkış da bekliyor. Meclis’teki konuşmasında şarkılı tezahürat yapıldı. 
 
O kadar çok şehirde, o kadar insan ve de her inançtan, her ideolojiden insan nasıl toplandı? Neden toplandı? Benim en büyük derdim hâlâ oradaki ağaçlar ama konu sırf o değil artık. O, bardağı taşıran son damlaydı yalnızca. Ki o ağaçlar canlı, olanı biteni hissediyor ve korkuyorlar. Nasıl korkmasınlar? Akıbetleri birkaç adamın ağzından çıkacak söze bağlı. Ah, ne zaman anlayacak insanoğlu acaba ki yaratılan her canlı onun emrine verilmiş değil? Neyse, bu ağaç konusuna girersem çıkamam. Benim en büyük tutkumdur ağaç. Cesaretim olsa ormanda yaşarım.
 
Bütün dünya farkında ki, bir süredir bu ülkede siyasetin dili iyice sertleşti ve genel anlamda külhani bir tavır mevcut. Meclis’te bile birbirlerine küfür ediyorlar ya. Genel hava hem sert, hem argo, hem demode. Ve de o demodelikle, genç nesle “Sen daha küçüksün, aklın ermez, sus, cevap verme, ben ne dersem o olacak, yoksa cezayı yersin” muamelesi yapılıyor. Geçti o devirler efendim. Artık bir parmak çocuk bile mantıklı açıklamalar peşinde. Ve özgürlükleri kısıtlamak o kadar kolay değil. Bir kez akıl erdirmeye ve konuşmaya başladı mı genç nesil, durduramazsın. Onca tazyikli su ve gaz para etmedi, baksanıza. Ay, ne güzel de bir mizah oluştu değil mi? Biz, Gırgır’la büyüyen nesil, nicedir hasret kalmışız siyasi mizaha. E, o yasak, bu yasak olunca...
 
Sonuç? Korkarım o anlamsız Topçu Kışlası’nı oraya yapacaklar. O ağaçları da telef edecekler. Kim bilir ne ihaleler yapıldı, ne taahhütler verildi. Nasıl geri dönülecek? Maketi halka sunulacakmış sözde. Laf. Beğenmezsek ne olacak? AKM de bunca zamandır onarımdaydı hani. Bu karambolde içeri girenler gördüler, resmen yıkıma hazırlanıyor. O aşağıdaki ağaçları da harcayacaklar. Taş yığını olacak canım İstanbul. Yazık. Genç olsaydım, o halini görmektense terk ederdim.
Belki de istenen odur, ne dersiniz? ‘Beğenmeyen gitsin’ politikası...