VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

Şeyh Asir kaçıyor

 

Lübnan’da Necip Mikati hükümetinin istifa edene kadar iki yıl boyunca yaptığı tek şey, kendisini ve çevresindekileri Suriye’deki savaşa katılmayacaklarına ikna etme çabası oldu. Ancak, dile getirilmeyen görüşler ve Lübnan’daki muhtelif çevrelerin Suriye’de oynadığı roller zaten biliniyordu.

Selefi çevreleri, Sünni siyasetinin yardımıyla, Suriye’deki isyancılara silah ve asker gönderiyordu. Diğer yandan, Hizbullah da Suriye yönetimini desteklemek için her yola başvuruyor. İki taraf da Lübnan için de birbirleriyle çatışmaya girmek istemediklerini belirtseler de, en basit mantık bile bu temenninin gerçekçi olmadığını ortaya koyar.

Lübnan’ın birçok bölgesinde Sünni ve Şii nüfus, son 30-40 yıl içinde oluşan ayrışmaya rağmen, birbirine karışmış halde yaşamakta. Köyler daha fazla ayrışmış durumda ancak büyük şehirlerde, iki grubun birbirine temas etmesi kaçınılmaz. Beyrut, Trablus ve Sayda’da politize olan taraflar, tutuşmak için bir kıvılcım bekliyorlar.

Kuzeydeki en büyük şehir olan Trablus’ta Selefi güçleri ve Hizbullah’la dayanışma içindeki Alevi gruplar, aylardır birbiriyle çatışıyor. Bölgenin dağ yollarından, Suriye’ye her gün büyük miktarda cephane taşınıyor. Trablus’tan Suriye’nin Humus kentine giden yol üzerinde yer alan, çok önemli bir küçük şehir de El Kuseyr’dir.

Kuseyr’deki çatışmaların Hizbullah-Suriye rejiminin lehine sonlanması, dikkatlerin kuzeyden güneye yönelmesine neden oldu. Trablus-Kuseyr-Humus hattının alternatifi, muhaliflerin lojistik destek için kullandıkları Sayda-Arsal-Şam hattıdır. Şeyh Ahmet el Asir’in zaptedilemez kalesi de Sayda’dadır.

Şeyh Asir, iki yıldan beri, önce Beyrut meydanlarında, ardından da Trablus ve Sayda’da öne çıkan bir figür. Şiilere, Hizbullah’a ve özellikle de Hizbullah’ın genel sekreteri Şeyh Hasan Nasrallah’a küfretmek için hiçbir fırsatı kaçırmaz. Şeyh Asir, Sünni kitleleri yanına çekmek için, kelimenin gerçek anlamıyla aşırılıklar yapan bir figür.

Ancak öyle olmadı. Sünni yöneticiler, Şeyh Asir’i besleyip, davanın önderi yapmaya çalıştılar ama Suriye’deki isyancılar gibi, Şeyh Asir’i de kontrol altında tutmak mümkün olmadı. Şeyh Asir, bu hafta ordu güçlerine ateş açtı; 18 ölü, 80 yaralı var. Hangi Sünni yönetici bu terör eylemini sahiplenebilir?

Böylece, Sünniler bir kez daha hayal kırıklığına uğradılar. Şeyh Asir, Sayda’dan, bilinmeyen bir yöne doğru kaçtı; ardında yaralı bir kent, ve daha da önemlisi, yaralı müttefikler bırakarak. Sünni gençlerin yaralanmış onuru, kendilerine sunulan ‘kahraman’, firari bir terörist haline gelmişse, nasıl tedavi edilecek?

Şeyh Asir ve Sünni yöneticilerin öne sürdüğü en önemli argüman, Hizbullah bunca silah ve cephaneye sahipken, kendilerinin, kendi ülkelerinde benzer bir güce sahip olamamalarının kabul edilemez olduğu. Ancak, demografik gerçeklik, Lübnanlı Sünnilerin, Şiilere kıyasla he zaman daha yerleşik oldukları ve kentlerde yaşadıkları yönünde.

Geçen yüzyılın başında Fransız emperyalist yönetimi, ayrımcı politikalarla, toplum içinde bölünmeye ve düşmanlığa yol açarak bugünkü tehlikeli durumun temellerini attı. Şiileri devlet yapılanmasının dışında bırakarak, yıllar sonra Hizbullah benzeri bir örgütün etrafında birleşmelerine yol açtı.

Kaderin bir cilvesi olarak, Fransızlar döneminde ayrıcalıklı ve öncelikli bir konumda bulunan Sünni gruplar, bugün kendilerini haksızlığa uğramış görüyorlar. Hizbullah’ın Lübnan içinde, İran’ın bir uzantısı olduğu sır değil. İyi de, Sünnilerin, Suudi Arabistan’ın uzantısı olmadığı iddia edilebilir mi? Lübnan yeni bir iç savaşa doğru sürükleniyorsa, bunun sorumlusu kim?

Sıradan bir Lübnanlının yaşamında tüm bunların doğrudan etkileri var. Lübnan’ın, emperyalist politikalar nedeniyle ve bölge devletlerinin çıkarları doğrultusunda şekillenen çehresi, hiçbir yurttaşını tatmin etmiyor – özellikle de yöneticiler kendi siyasi amaçları için dini ve din adamlarını kullandıklarında...