YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Gezi direnişinin ‘diğerleri’

 

 

Gezi Parkı direnişi ile ilgili bilhassa AKP çevrelerinden gelen analizler çığırından çıkarak devam etmekte. Bu direnişte bir tehdit hisseden AKP ve medyası, iyice pespayeleşen bir dil ve teorilerle, eylemlere katılanları itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Bir yandan da, bu eylemcileri ne ile suçlayacaklarını şaşırmış vaziyetteler. Geçen hafta, Başbakan Erdoğan’ın, eylemcileri Türkiye’yi işgale kalkan düşmanlar gibi sunduğuna dikkat çekmiştim. Bunlara baştan beri AKP’li yöneticilerin ve hükümete yakın çevrelerin “Darbe yapmaya kalktılar”, “Çözüm sürecini akamete uğratmak istediler”, “Dış güçlerin oyununa geldiler” analizleri de eşlik etmekteydi. Son olarak, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay –sonradan ne kadar gizlemeye çalışsa da– bu olayların içinde “Yahudi Diasporası”nın olduğunu söyledi. Bu cephede durum artık zincirinden boşanmış vaziyette. Ve toplum içindeki nefreti körüklediği de ortada.

Bir alt viteste ise, eylemlere ‘ana akım’da şöyle bakıldığına tanık olduk, oluyoruz: Bir, eylemi başlatan çevreci genç masum gruplar var; bir de diğerleri, yani kötüler. Bu diğerleri darbeci oldular, ulusalcı oldular, çözüm süreci karşıtı oldular, marjinal gruplar oldular, sekter sol gruplar oldular, lümpenler oldular, şiddet yanlısı oldular. Bir sürü şey oldular. Ama hep ‘diğerleri’ oldular. Sık sık şöyle analizler duyduk: Tamam, samimi çevreciler var, onlara lafımız yok, ama bir de şu diğerleri...

Bu bahsettiğim analiz çeşidinin Gezi Parkı’na bir kez bile gitmemiş, eylemlerin yakınından dahi geçmemiş siyasetçilerden, köşe yazarlarından, analistlerden, stratejik düşünce kuruluşları temsilcilerinden geldiğini biliyoruz. Fakat bu ‘diğerleri’, orada ne olup bittiğinden bihaber veya tam da ne olduğunu bildiği için, özellikle böyle sunan çevreler tarafından öyle çok zikredildi ki, meseleye bakışta da otomatik bir ikilik oluştu. Galiba şöyle oldu: Hükümet çıtayı öyle bir yere koydu ki, ‘masumlar’ dışında kalan herkes ‘vandal’ ve daha önemlisi, neden sokağa çıktığı, neden öfkeyle dolduğu üzerine kafa yorulmaya değmez güruhlar olarak görüldü. Ve bahisler bir kez ‘darbe’den açılınca, meseleyi hakkaniyetle anlamaya çalışanlardan bazıları da bu kesimleri görmez oldu. ‘Masum gruplar’ın dışında kalan herkes, bu ‘şiddet yanlıları’ torbasına tıkıştırılmaya, onlarla aynı başlık altında görülmeye başlandı. Basit ve kolaycı bir ‘diğerleri’ grubu oluşturuldu. Fakat, bu diğerleri, tek, heterojen bir grup değil. Ve en önemlisi, ‘diğerleri’nin neden sokağa çıktığı, önemsiz, çöpe atılacak, derhal kriminalize edilecek bir konu değil.

İlk bakışta kimilerine yadırgatıcı gelebilir ama asıl diyeceğim şu: Memlekette ne olup bittiğiyle ilgileniyor, olanları anlamaya çalışıyorsak, polise karşı saatlerce barikatlarda direnenlerin de kim olduğuna bakmalıyız. Heterojen değiller demiştik; mesela, kendi başlarına, darbe, çözüm karşıtlığı gibi dertleri olmadan, İstanbul’un çevre semtlerinden (evet, varoşlardan) kalkıp Taksim’e gelenleri neyin harekete geçirdiğine bakmalıyız. Mesela, Gazi Mahallesi’nden yola çıkıp gaz bombaları, müdahaleler arasında 10 saat yürüyerek Şişli’ye gelenleri neyin yürüttüğüne bakmalıyız. Ankara’da günler boyunca ne olup bittiğine bakmalıyız. Mersin’de, Eskişehir’de, Adana’da, Rize’de insanları neyin sokağa çıkardığına bakmalıyız. Siyasetçiler çeşitli hesaplarla, kaygılarla bu grupları görmezden gelebilir, onları suçlayabilir, yaftalayabilir, tümü için darbeci, şucu bucu deyip işin içinden çıkabilir (son olarak BDP listesinden Meclis’e giren Altan Tan da, bir TV programında “Çevreciler vardı ama kalan kesim çözüm sürecini hedef almıştı” deyiverdi) ama böylesine toplumsal dinamikler ihmale, kolaycılığa, olduğundan başka bir biçimde sunulmaya gelmez.

En basitinden; böylesi bir hareket, böylesi bir dinamik –ki aslında ayaklanma vasfı da taşımaktadır– dünyanın ya da Avrupa’nın başka bir yerinde olsaydı, diyelim ki Fransa’da, Almanya’da olsaydı, televizyonlarda saatlerce “Bu insanlar neden sokağa çıkıyor?” diye konuşacaktık muhtemelen. Üstelik tam da bugünlerde “Diğerleri şiddet yanlısı, çözüm karşıtı” diyenler konuşacaktı, yine muhtemelen.

Normali de budur. Bu gördüğümüzden daha fazla şiddetin bile yaşandığı durumlarda, halk, gençlik sokaklara dökülmüşse, meselenin ne olduğuna bakılır, anlaşılmaya çalışılır. ‘Batı’da ya da dünyanın başka herhangi bir yerinde olsaydı’ örneğinden gidecek olursak, muhtemelen –elbette şiddeti kutsamadan, demokrasi dışı niyetlere prim vermeden– şunlara bakacaktık: Sistem nerelerde tıkanıyor, iktidar nerelerde, ne boyutta bir hegemonya kuruyor, bazı gruplar dışlanıyor ya da kendilerini baskı altında mı hissediyor, gelir dağılımı ve gelir uçurumu ne durumda, kişi başı gelir artmış olmasına rağmen bu artıştan hangi gruplar faydalanıyor, hangi gruplar dışarıda kalıyor, sınıfsal dengeler ne âlemde vs.

Yapılacak olan, normalde budur. Çünkü bir toplumda insanlar bu çapta sokağa dökülüyor, bu çapta şiddete maruz kalmayı göze alıyor ve bu çapta bir öfke/eylem biriktiriyorsa, o toplumda bir şeyler yolunda gitmiyor demektir. Bu sistem, birilerini daraltıyor, bunaltıyor, sıkıştırıyor demektir. Var olan sıkıntılar, iktidarın her alanda kurduğu hegemonya nedeniyle görülmüyor, duyulmuyor, bilinmiyor demektir. Ama bütün bu ‘âdeme mahkûm etme’ye rağmen bir şeyler bir yerlerde birikiyor demektir.

Velhasıl, iktidara, ana akım medyaya ve kanaat önderleri dünyasına baktığımızda, görülen şudur: Bu kadar insanı sokağa döken her ne ise, bu insanların sesini boğan, bastıran, onları görmeyen, yok sayan da odur.