VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

Bedelini insanlık ödeyecek

Belki de, bu yazı henüz matbaada iken İngiliz ve Amerikan füzeleri Suriye’ye düşüyor olacak. Kimi bir gün dedi, kimi iki, kimi üç. Kimileri ise asla bir bombalama olmayacağına inanıyor. Bazıları, Rusya’nın niçin bir şey yapmadığını sorguluyor. Rusya Batı’nın tehditlerine ne zaman cevap verecek? Ya İran? Ya Çin? Peki İsrail, Türkiye ve Suudi Arabistan, Doğu Akdeniz’de yüzen bir Amerikan kruvazöründen fırlatılan ilk füze Suriye topraklarına vardığında ne yapacaklar?

2003’te Amerikan ve İngiliz B52 bombardıman uçakları Irak’ı vurmaya geldiğinde, birçok insan, hatta belki Saddam Hüseyin bile bir mucizenin gerçekleşmesini bekliyordu. Olmadı. Murphy Yasalarına göre, kötü gitme ihtimali olan her şey, mutlaka kötü gider. Bu durumda, Beşar Esad iktidarı da er ya da geç devrilecek. Keşke Suriye halkının iradesi ve devrimin gücü ile devrilebilseydi. Ama ne yazık ki binlerce kilometre öteden, stratosferi delerek gelen uçakların fırlatacağı bombalarla iş bitecek. Adil insanların, adil davasının devrim hakkı gasp edilecek. Esas zararlı çıkacak olan, insanlık değil mi?

Geçen hafta New York Times gazetesinde yayımlanan bir makale, Suriye’de çarpışan taraflardan herhangi birinin üstünlüğünün Amerika’ya faydası olmayacağını, dolayısıyla savaşın böylece sürmesinin tercih edilmesi gerektiğini söylüyordu. Aynı politikayı Beşar’ın babası Hafız Esad Lübnan’da benimsemişti. Kâh bir tarafa, kâh diğerine destek olarak Lübnan Savaşı’nı sürüncemede bırakmış ve sonunda her şeyin kendi çıkarına uygun olarak dizayn edilmesini sağlamıştı. Gelin görün ki, oğlu Beşar, 2005’te aynı Lübnan’dan başı öne eğik çıkmak zorunda kaldı ve Esad yönetimine karşı mücadele de o tarihte başladı.

2000 yılında Beşar Esad iktidarı devraldığında, genç, dinamik ve değişime inanan biri olarak umut vadetmişti. Nitekim 2000-2005 yılları arasında, Suriye’de ‘Şam Baharı’ sloganıyla belirli değişimler yaşandı. Ancak bu çaba da sonuçsuz kaldı. Kısa zamanda anlaşıldı ki, ne Beşar Esad büyük değişimler yapabilir, ne de Amerikalılar Esad’ı olduğu gibi kabul edebilir. 2005 yılında Beyrut’ta bir bomba patladı, Refik Hariri öldürüldü ve Suriye bir anda ‘uluslararası düşman’ koltuğuna oturtuldu.

Esad yönetiminin, zorlu 2005-2009 dönemini usta manevralarla atlattığını teslim etmeliyiz. Bir yandan tavizler vererek, diğer yandan baskılar uygulayarak, Türkiye ile ilişkileri geliştirerek, Irak’ta korku salarak, Lübnan’da Hizbullah’ı ayakta tutarak, Çin ile yeni işbirliklerine imza atarak, 10 yıllık iktidarını 2011’e taşıdı. Böylece, Şam Baharı’ndan Arap Baharı’na gelinceye kadar, Batı’ya ciddi tavizler vermeden, demokrasiye doğru ciddi adımlar da atmadan iktidarını sürdürebildi. Anlaşıldı ki, Şam Baharı sadece bir zaman kazanma aracı olarak kullanıldı. İnsan sormadan edemiyor, Esad iktidarları, 1970’ten günümüze kadar, zaman kazanma stratejilerinin dışında bir şey yaptı mı?

İsrail’e karşı mücadelenin bayraktarı olmaktan, Sovyetler Birliği’nin ve ardından da Rusya’nın Akdeniz’deki üssü olmaktan, İran’ın bir numaralı müttefiki olmaktan, Türkiye’yle birkaç kez savaşın eşiğine gelmekten, PKK’nın yuvası, Lübnan’ın sahibi olmaktan ve nihayet Suudi Arabistan’ın kâbusu olmaktan, bugünkü durumuna gelen Suriye nasıl bir ülkedir? Bugün Amerikan ve İngiliz donanmalarının topları karşısında hedef haline gelen Suriye’nin insanlık haritasındaki yeri nerededir?

Kimyasal silah teorisine inanmak ya da inanmamak; şimdi mesele bu değil. İnsanların aklındaki soru net: ABD ve müttefikleri ne hakla bombalayacaklar Suriye’yi? İyi de, hangi haktan bahsediyorsunuz? Uluslararası yasalarda hak mı var? Hak, güçtür. Kimyasal silah bahanesiyle kamuoyu zaten ‘insani müdahale’ kavramına inandırıldı. Beşar Esad’ın iktidarının dayandığı güç, Amerikalıların elinde, bizzat Esad’ın iktidarına son verecek. Her ikisi de yanlış. Suriye eninde sonunda bu kargaşadan kurtulur ama, bunu bedeli ne olur? Kutsal Kitap’ta yazdığı gibi, Şam’da taş taş üstünde kalmayacak (İşaya 17:1). Her halükârda esas zararı insanlık, insanlığın vicdanı görecek.