KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Hayat akdi

Ambalaj kâğıtları upuzun konuşmalar eşliğinde sıyrıldı ve paket açıldı. Tekerleme misali dilimize pelesenk olmuş demokratikleşmenin paket halinden geçiyoruz günlerdir. Ve o denli acıklı bir geçmişe sahibiz ki, paketin içinden çıkan her şey ileri bir adımı ifade ediyor. Ediyor etmesine de, kimi yerlerde o adım bildik mehter marşını andırıyor.

Pakette vitrin süsü duygusunun en yoğun yaşandığı konu başlıklarından biri gayrimüslim azınlıklara yönelik cümlelerde hissedildi. Başbakan bu bölümü şu sözlerle ifade etti: “Mor Gabriel, diğer adıyla Deyrulumur Manastırı arazisi, manastır vakfına iade ediliyor. Böylece, bir haksızlığı gideriyor, Süryani vatandaşlarımıza önemli bir haklarını teslim ediyoruz. Esasen, Cumhuriyet tarihimiz boyunca, bu konuda en büyük hassasiyeti Hükümetimiz gösterdi, hakların iadesi konusunda ciddi bir çalışma sergiledi. Şu ana kadar, bu kapsamda 250’den fazla iade yaptık ve 2,5 milyar Liralık mülkü hak sahiplerine teslim ettik.”

Bir paket çerçevesinde dillendirilince insan tek ve münferit hak ihlalinin bu arazi iadesiyle giderileceği zannına bile kapılabilir. Oysa Cumhuriyet tarihi boyunca gayrimüslim azınlıklara yönelik bilinçli azaltma politikası, ekonomik alanda azınlık vakıflarının gasp edilen mal ve mülkleri üzerinden işlerken, mübadele, siyasi kriz, provokasyon gibi türlü girişimlerle Hıristiyan nüfus koca halklardan minik topluluklara indirildi.  Dolayısıyla gayrimüslim azınlıkları eşit vatandaşlık kavramıyla kucaklamayan bir yapının, tekil düzenlemelerle nihai huzur sağlayabilmesi, gerçek anlamda haksızlık telafi edebilmesi ve daha farklı bir gelecek tasavvuruna inandırabilmesi mümkün değil.

Bu noktada iş dönüp dolaşıp Hıristiyan vatandaşların taşıdığı sembolik anlama takılıyor. Öyle ya, nüfus oranları açısından bir ağırlık arz etmeyecek bir kesimin sorunlarını çözmeme konusundaki inadın ve devlet siyasetindeki sürekliliğin bir sebebi olsa gerek. Ve yine o sebep bu pakette de sembolizmin doruk noktası sayılan Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasına izin verememiştir.

1971’de Milli Eğitim Bakanlığı’nın emriyle kapatılan Heybeliada Ruhban Okulu,  Rum azınlığın tek ruhban yetiştiren okuluydu. 1844 tarihli Heybeliada Ruhban Okulu, Cumhuriyet döneminden türlü istimlak maceraları atlattıktan sonra Demokrat Parti’nin iktidarının ikinci yılında, MEB emriyle, “Teoloji İhtisas Okulu” olarak adlandırılmış ve kapanıncaya kadar üç sınıflı lise ve dört sınıflı teoloji ihtisas bölümlerinden oluşan yeni statüsüyle varlığını sürdürmüştü.

Kapatılması Lozan Antlaşması’na da dayandığı madde açısından iç hukuka da aykırı olan Heybliada Ruhban Okulu, Ortodoks dünyası içinde Ekümenik Patrik olarak anılan Patrik Bartholomeos’un unvanı ile birlikte bugün halen üstesinden gelinemeyen bir korku eşiğini ifade ediyor. Bu korkunun bir ayağı besbelli, millet sisteminden miras gayrimüslim unsurları Türklük potası altında nasıl yerleştireceğini bilememiş Cumhuriyetin temeline dayanıyor. Kıyım ve sürgünlerle eriyen nüfusa karşın, zorla Müslümanlığa geçen nüfusun belirsiz rakamları, giderek Anadolu’nun farklı yerlerinden yükselen farklı etnik ve dini kimlik ifadeleri işin bir yönü. Son olarak 2007’deki korkunç Zirve katliamı ile misyonerlere verilen gözdağı ise ülke yönetiminde gelecek vizyonu açısından gösterilen zaafın kanıtı. Yine aynı gerekçeyle devlet refleksinde Gayrimüslimleri yabancı değil de ülke vatandaşı gibi görme gibi bir bakış halen yerleşik değil.

Hal buyken paketin nefret, ayrımcılık, yaşam tarzına müdahale gibi suçlarla daha etkin şekilde mücadele etme hedefi, aslında en temel eksiği ve giderilememiş ihtiyacı dile getiriyor. Bu girişimin bürokrasinin çarklarında ezilmeyip uygun yasal düzenlemeler ve kararlı uygulamalarla desteklenmesi ve yerleşmesi şart. Ancak o zaman belki Andımız’ın nihayet ilkokullardan kaldırılışı sonrası üzerinde mutabakat sağladığımız ortak bir akdimiz olabilecek. Ve bu hayat akdi hepimize iyi gelecek.