ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Göçmenlik zor zenaat

Dünyanın güneyinde ve doğusunda milyonlarca insanın gözü batıda ve kuzeyde. Zenginlik orada, teknoloji orada, imkanlar orada. Demokrasi, özgürlük, eşitlik..? Orada mı acaba? Bunu bir de Avrupa’nın göçmenlerine sorun. Cevap olarak baskıyı, dışlanmayı, aşağılanmayı duyacaksınız. Çünkü Avrupa bugün, göğe ulaşan burçlarını, sıkı sıkıya tahkim edilmiş surlarını, berkitilmiş kapılarını aşmak için ağızla kuş tutmanın yetmediği bir “kale-kıta”. Göçmenin, “yabancı”nın kendisi için bir tehdit olduğundan o kadar emin ki, hasbelkader içine aldığı Afrikalıya, Pakistanlıya, Çinliye reva gördüğü muamele, ona her daim gözetim altında olduğunu, adaletinin şerrinden kaçış olmadığını hissettiriyor. “Demokrasinin beşiği”, işaret parmağını göçmenlerin gözünün önünden eksik etmeyen sinirli bir dev artık.

Fransa’nın başkenti Paris ve diğer birçok kentte binlerce öğrenci, Kosovalı LeonardaDibrani ve Ermenistan Khaçik Khaçatryan’ın sınır dışı edilmesini protesto amacıyla sokaklara döküldü.Dibrani’nin polis tarafından okul otobüsünden indirilip diğer öğrencilerin önünde götürülmesi ülkede büyük bir tartışma başlattı. Aynı şekilde, Khaçatryan da insan onurunu çiğneyen bir muameye tabi tutuldu ve gözleri bağlandı. Protestocu gençler, İçişleri Bakanı Manuel Valls’ın istifasını talep etti.

 

Bundan 17 yıl önce, Mart 1996’da, 300 kadar Afrikalı göçmen, kendilerine oturma izni ve benzer belgeleri bir türlü vermeyen Fransız yetkilileri protesto edip kamuoyunun dikkatini çekmek için Paris’teki St. Ambroise kilisesinde toplandı. Bu barışçıl eyleme polis sert bir tepki verip göçmenleri dağıttı, pekçoğunusınırdışı etti. Haziran ayında, 230 kişilik bir grup bu kez St. Bernard kilisesini işgal etti. Binlerce göçmen adına, hükümetin sorunlarına çözüm bulmasını talep ediyorlardı. Akademisyenler ve sanatçılardan oluşan bir grup aktivist, gönüllü olarak göçmenlerle hükümet arasında arabuluculuk yapmayı üstlendi. Eylem birkaç ay sürdü; 23 Ağustos’ta yüzlerce polis kiliseyi erken saatlerde basıp zor kullanarak direnişi sona erdirdi. Yine yüzlerce kişi sınırdışı edildi.

Sanspapiers” (Kâğıtsızlar)... Onlara böyle deniyor. Geçerli bir oturma izinleri yok. Kalabalık evlerde yaşayan, eğitim ve sağlık hizmetlerinden mahrum yüzbinlerce insan. Avrupa’nın göbeğindeki o izbe evlerde yangın çıktığında onlarca genç, çocuk ve yaşlı ölüyor. Pekçoğu salgın hastalık tehlikesiyle karşı karşıya. Çalabilecekleri kapı, başvurabilecekleri merci yok. Kâğıtsızlar, yasadışılar, çaresizler.

1981’de göçmenlerle ilgili Bonnet Yasası yürürlüğe girdiğinden beri göçmenlerin durumu giderek kötüleşiyor. Savcıların onları mahkemesiz sınırdışı etme hakları var. Başlarda 10 gün olan tutukluluk süresi 45 güne çıktı; polisin ve “eğitimli köpeklerin” (gerçek köpeklerden söz ediyoruz) kötü muamelesine maruz kalmak göçmenler için vaka-yıadiyeden. Ülkede günbegün yükselen yabancı düşmanı dalga da göz önünde bulundurulursa durumun vahameti daha iyi anlaşılabilir. 13 yaşından beri Fransa’da yaşayan, belgeleri tam, meslek sahibi, ama onlarca Afrikalı göçmenle birlikte sahipsiz bir evde kalmak zorunda olan 25 yaşındaki bir göçmen-işçinin sözleri bunu tasdik ediyor: “Uygun bir işim var ve bir daire tutacak kadar kazanabiliyorum. Başımı sokabileceğim bir ev kiralayabileceğimi düşünebilirsiniz. Ama Fransa’da işler böyle yürümüyor. Irkçılıkla Allahın her günü, hayatın her alanında karşılaşıyorum.”

1989’da sosyalist başbakan Michael Rocard haykırmıştı: “Fransa dünyanın bütün sefillerine barınma sağlayamaz!” Dün iktidarda sağcı UMP vardı (Halk Hareketi Birliği); Nicolas Sarkozy seleflerinin kaldığı yerden icraata devam etti. Yeni bir yasayla, çocukları Fransız vatandaşı olan ama kendi belgeleri olmayan ebeveynlerin sınırdışı edilmesinin önünü açtı. Bugün, göçmenlerden onca oy almış Sosyalistlerin François Hollade’ı, biri Kosova, biri Ermenistan kökenli iki liseli genci apar topar ve insanlık dışı koşullar altında sınır dışı ettiği için yoğun protestolar altında.

Kilise işgalleriyle başlayan Kâğıtsızlar hareketi, sivil toplum örgütlerinin, sendikaların ve bazı partilerin desteğini alarak seslerini yükseltiyor. Bundan birkaç yıl önce, 26 yaşına kadarki gençlerin iki yıl içerisinde kolayca işten çıkarılabilmesini sağlayan yasayı şiddetle protesto eden lise ve üniversite gençliği de yanlarında.

Talepleri on yıl öncekilerle aynı: a. Göçmenlerle ilgili ayrımcı değil insani düzenlemeler, b. Sınırdışı işlemlerinin ve kötü muamelenin durdurulması.

Kâğıtsızlar, yıllardır kendi çaplarında bir sivil muhalefet tarihi yazıyorlar. Ama devletin onları dinlediği yok gibi. Yine de, bu mücadelenin durmayacağı kesin.

‘Avrupa Kalesi’ni aşmak

AB son derece ayrımcı bir göçmen politikası uyguluyor ve duvarlarını sürekli yükseltiyor. ‘Avrupa Kalesi’ son yıllarda daha fazla kullanılmaya başlanan bir kavram. Bu politikanın temel prensibi, duvarları mümkün olduğunca yükselterek göçmenler daha kendi topraklarına girmeden onları eritmek üzerine kuruluyor. Bu amaçla, AB üyesi ülkelerin dış sınır güvenliği için kurulan Frontex için, her yıl milyonlarca Euro harcanıyor. Gemileri, botları, uçakları, helikopterleri ve özel harekât timleri olan bu teşkilat AB ülkelerinden herhangi birine girmek isteyen göçmenleri tabiri caizse avlıyor. Her yıl bu teşkilatın yaptığı operasyonlarda, onlarca göçmen tekneleriyle birlikte suya gömülüyor. Oysa göçmen haklarını hiçe sayan, güvenlik odaklı yaklaşımlar göçü durdurmuyor. Bu sorunu gidermenin başlıca yolu, yasal göç kanallarını erişilebilir kılmaktan geçiyor. Ve tabii asıl mesele, kapitalizmin yarattığı adaletsizliklerin ortadan kaldırarak, dünyanın belli bir bölgesini çekim merkezi olmaktan çıkarmak. Maalesef, kapitalizmin artık kronik halini almış krizlerine rağmen, bu sonuncusu giderek daha uzak bir ihtimal gibi görünüyor. Ancak unutmamalı, insanlığın tarihi, imkânsızı hayal etmenin ve gerçekleştirmenin de tarihidir.