VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

İran-Batı anlaşması ümit vaat ediyor

İran ve Batı ülkeleri arasında nihayet bir anlaşma oluştu. Böyle bir anlaşmanın sadece İran’ı etkilemeyeceği çok açık. İran büyük cezai yaptırımlardan kurtulacak ama uranyum faaliyetlerini sürdürecek. Sadece üretim miktarını sınırlayacak ve tüm nükleer projesini de uluslararası denetime açacak.

Anlaşma, bölgedeki diğer ülkeleri de etkileyecek. İsrail ve Suudi Arabistan huzursuzluklarını en baştan ifade etti. Bu iki ülke için İran ile Batı arasındaki herhangi bir anlaşma, İran’ın güçlenmesi, bölgedeki etkisini artırması anlamına geliyor.

Ancak, süreç Suudi Arabistan için çok daha hayati bir önem taşıyor, zira şu anda Suudi-Batı ilişkileri, tarihinin belki de en düşük düzeyinde seyrediyor. Tam da bu dönemde İran’ın yıldızının parlaması, Suudilerin kaybı olarak algılanıyor. Yani İran, Suudilerinin kaybettiğini kazandı.

Şiilik ile Sünni İslam arasında siyasallaşmış Ortadoğu halkı, zaten net toplumsal sınırlar oluşturmuştur. Bu durumda, İran’ın elde ettiği bir başarıyı, Sünni bir bireyin olumlu bir gelişme olarak algılaması mümkün değildir. Suudi Arabistan’ın, İran’ın güçlenmesinden duyacağı güvensizliği, Sünni bir birey de, Şii komşusuna karşı duyuyor.

Bu çıkmaz durum, doğal olarak, onlarca yıllık bir birikimin sonucu. Dolayısıyla, bu durumdan çıkış da, Allah korusun, yeniden bir şey olup yeni birikimlere yol açmazsa, onlarca yılık bir süre gerektiriyor. Üstelik tüm bunlar, Suudi-İran ilişkilerinin bu yeni anlaşmayla düzeleceği ümidi üzerine kuruluyor. Yoksa, Ortadoğu’nun zavallı bireyinin çekeceği çok çile var daha.

Bölgedeki gayrimüslim halklara gelince; Yakındoğu, Suriye ve Lübnan’daki Hıristiyanların çoğunun İran-Esad-Hizbullah ekseninde konum aldıkları, bir gerçek. Bu tutumun tarihi sebepleri olmakla birlikte, güncel siyasete dayanan mantıklı bir tercih olduğu da söylenebilir.

Bölge Hıristiyanları, Suudi-Türk-Sünni hattının kendileri için çok daha tehlikeli olacağını, özellikle de Suriye’deki gelişmelerle, güvende olmayacaklarını görüyorlar. Dolayısıyla, toplantılara gerek olmaksızın, açıkça ifade edilmiş politikalara gerek olmaksızın, bölge Hıristiyanlarının büyük çoğunluğu tarafını belirlemiş durumda.

Bu açıdan, İran-Batı anlaşması, Hıristiyanlar için çok elverişli bir ortam yaratıyor. Öncelikle tercihlerinin doğru olduğunu, kumar masasında kaybetmediklerini gördüler. İkinci olarak da, savaşa katılan ve daha çok da kazanan tarafın müttefikleri olduklarını biliyor ve bu yüzden beklentilerinin haklı olduğunu düşünüyorlar.

Ancak her şey bu kadarla bitmiyor. Suriye’de her gün kan akıyor, sokaklar kanla yıkanıyor ve bu kanama durmuyor. İnsanlar bu kanı nasıl unutacak? Bugün İran-Batı anlaşmasının imzalanmış olması,kardeşi İran’ın desteklediği düzenin askerlerinin mermisiyle ölen bir Suriyelinin ne kadar umurunda olabilir ki?

Hatta, bir İran-Suudi anlaşması imzalansa bile, insanlar ertesi gün uyanacak ve “İyi, savaş bitti, işimize bakalım” diyecekler. İşte tam da bu noktada, hem İran-Batı anlaşması anlamsızlaşıyor, hem de beklenen ve bir türlü gelmeyen Godot, yani İkinci Cenevre Konferansı...

Dahası, şimdilerde yeniden yapılanmaya dair konuşuluyor. Mültecilerin geri dönüşüne, ülkeyi bölecek bir protokole, kimin başkan olacağına dair... Belli ki tüm bunların bedelini yine halk ödeyecek. İran tarihi bir anlaşma imzalıyor, Suudi Arabistan memnun olmuyor, halk da her gün ölmeye devam ediyor.

Esad Abu-Halil’in, ‘TheAngryArab’ (Öfkeli Arap) adlı bloğun yazarının ifadesiyle, “II. Cenevre’den öyle bir bahsediyorlar ki, sanırsın ardından III. Cenevre, IV. Cenevre gelecek.” Esas mesele ise, insanların tam da bu anlaşmaların ve anlaşmamaların kurbanı olması. İnsanlar, tarihi anlaşmalara, konferanslara, yuvarlak masa toplantılarına değil, akan kanın bir an önce durmasına ihtiyaç duyuyor.