LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Yassah hemşerim!

Kaçak rakı yaparken imbikle yakalanmış bir vatandaş.

 

Bu topraklarda büyümüş herkesin en aşina olduğu uyarılardan biridir “Yassah hemşerim!”

Her şeyi yasaklayabileceğini zannetmek, herhalde, iktidar sarhoşluğunun en önemli belirtisi.

Hep böyle olmuş; otoriterleştikçe, yasaklamak daha mümkün görünür olmuş. Ama yasaklar, hele de insanın doğal yaşamına ait âdetlerin, yasaklanması pek işe yaramamış.

Parkta gezmekten içki içmeye kadar, pek çok yasaklanır bizim ülkemizde. Yasaklanır ama o mantıksız yasaklar pek uygulanmaz, uygulamaya çalışılınca da komik görüntüler çıkar ortaya. Mesela içki yasağını en sert uygulayan padişah 4. Murat’ın sirozdan ölmesi de, onun şeyhülislamı Zekeriyazade Yahya Efendi’nin aşağıdaki şiiri de ‘manidar’dır:

Mescidde riya-pişeler itsün ko riyayı / Meyhaneye gel kim ne riya var ne mürai” (Bırak mescitte ikiyüzlüler devam etsin riyakârlığa / Sen meyhaneye gel ki orada ne riya var, ne riyakâr.)

Müskirat [alkollü içecekler] denize dökülüyor:
Ayyaş: “Yahu, bari ben içeyim de beni denize at...”
(Akbaba, 1924
)

Tarihin tozlu raflarında yüzyıllar öncesine gitmeye gerek yok. Pek bilinmez ama, ilk meclis kurulduktan üç gün sonra verilen bir teklifle Türkiye Cumhuriyeti’nde içki yasaklanmış ve bu yasak 1920-1926 yılları arasında uygulanmıştır.

Yasayı hazırlayan Ali Şükrü Bey’in (ki sonradan Topal Osman tarafından öldürülmüştür), gelir kaybı gerekçesiyle yasaklamaya karşı çıkanlara “Bir milyon lira kaybetmek mi, yoksa Rum ve Ermenilerin cebine içki satışından 120 milyon lira girmesi mi tercih edilir?” dediği, meclis tutanaklarına geçmiştir. Yani yasakların günahtan başka sebepleri de varmış...

Çankaya Köşkü’nün sofrasında ve Ankara Emniyet Müdürü’nün zulasında içki hiç tükenmemiş ama bu anlamsız yasa 1926 yılına kadar sürmüş.

İçki içilmesini engellemeyi amaçlayan yasanın yürürlüğü girmesinden sonra olanları, Hüseyin Rahmi Gürpınar, ‘Meyhanede Kadınlar’ adlı risalesinde şöyle anlatır: “İçki yasağı koymakla içki içmeyi engellemek şöyle dursun, herkesi içmek için kışkırttı. İsteği artırdı. Bu yasaktan sonra içkiye rağbet yüz kat arttı. En pis, zararlı rakılar üç, dört yüze satıldı. Bütün meyhanelerde küp dibi tortularına kadar bayat sermayeler sürüldü. Hiç kullanmayanlara bile iştah geldi. Her yerde yeniden imbikler ısmarlandı. Açık olmayan bir yasaklama. Hükümet, kapalı gişe, açık gişe, dam altında, damsız yerde içenlerle, kendini bilecek, bilmeyecek kadar sarhoş olanlar, bir okka fazla-eksik gibi ayarsız, ölçüsüz, tartılı-tartısız uygulanması olanaksız muammalarla oynarken sokaklar sarhoş naralarıyla inliyor.”

Sinop Mebusu Dr. Rıza Nur da, uygulamanın pek iyi işlemediğini şöyle anlatıyor: “İmbikler toplandı, amma bazı nüfuzlu memurlar hükümetin muhafazası altında bulunan bu imbiklerden bir kısmını alıp evlerine yerleştirdiler. Bunların biri Ankara Polis Müdürü Dilaver, diğeri Bursa Valisi Fatin’dir. Mükemmel rakı çıkarıp iyi ticaret yaptılar. Dilaver Rumelilidir. Galiba Arnavut. Fatin Giritli. Bunların ikisi de Mustafa Kemal’in gözdeleridir. Zaten böyle olmasalar meyhanecilik yapamazlar. Mustafa Kemal’in rakılarını da bunlar yaptılar. Mustafa Kemal bir gün rakısız kalmadı.”

Benzer bir yasanın ABD’yi neredeyse bir suç imparatorluğuna dönüştürdüğünü anlatan, Al Capone’lu onlarca film hatırlıyorum.

Muktedirimiz “Twitter’ın kökünü kazıyacağım” diye haykırırken, Cumhurbaşkanı’nın bile siteyi kullanmaya devam ediyor olması, aklıma bu yasayı getirdi.

Ne kadar yasaklarsan yasakla, bir yolu bulunur mutlaka...

Kaynaklar:

Ayşe Hür, ‘İçki bütün cürümlerin anası’ mıdır?”, Agos, 5 Kasım 2010.

“Men-i Müskirat Kanunu”, Rakı Ansiklopedisi, Overteam Yay., 2010.

Onur Karahanoğulları, Birinci Meclisin İçki Yasağı: Men-i Müskirat Kanunu, Phoenix Yay., 2008.