VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

Beyrut’ta bir Türk-Ermeni randevusu

Türkler ve Ermeniler birbiriyle konuşuyor mu? Evet, konuşuyorlar. Adını koyacak olursak, bir ‘normalleşme süreci’nden geçtiğimizi söyleyebiliriz. Bu normalleşmenin çeşitli yönleri var. Kimileri İstanbul’a gidiyor, orada buluşmalar düzenleniyor; kimileri de Yerevan’da bunun muadilini yapıyor. Türkiyeli öğrenciler Ermenistan’da üniversitelere kaydolurken, Ermeni öğrenciler de Türkiye’ye geliyor. Aydınlar ve sanatçılar birbiriyle tanışıp buluşuyor, birlikte proje üretiyor. Bu buluşmalar yalnızca solcu-demokrat-aktivist kesimleri değil, başka amaçlarla hareket ediyor olsalar da, iki taraftan milliyetçi-muhafazakâr kesimleri de kapsıyor. Demek ki Türk-Ermeni diyaloğa geniş tabanlara yayılmış durumda, ve en önemlisi, artık bu gidişatın dışında kalan, kendini dışlanmış hissediyor. On yıl önce Türkler ile Ermeniler arasındaki duvarı aşanlar radikal sayılırken, bugün ana akım olarak görülüyor.

Bu yüzden, artık, Türkiye’de Taşnak Partisi’nin temsilcilerini görebiliyoruz. Gazetelerde, bu partinin gençlik kollarının, Ermenilerin Anadolu’daki eski yerleşim bölgelerine yaptıkları ziyaretlerin haberlerini, sır olarak değil, birer başarı hikâyesi olarak okuyabiliyoruz. Ermenistan’daki medya ajanslarından Civil.net’in, İstanbul’da ofis açmasının müjdesini alıyoruz. Belki de en etkileyicisi, Avrupa Birliği’nin, Türk-Ermeni ilişkilerinin normalleşme sürecine destek olmak için hazırladığı burs programlarının ilanlarını artık görebiliyor olmamız. Bu programlar yeni değil ama ilk kez, Türkiye ve Ermenistan’dan açık başvuru alıyor ve toplumsal bir nitelik kazanıyorlar. Bu programlar şimdilik diasporayı kapsamasa da, doğal olarak, diasporada da, Türk-Ermeni ilişkilerinin normalleşme sürecinin yankıları hissediliyor.

Bu geniş çerçeveden bakıldığında, bir Türk sivil toplum kuruluşu aktivistinin, Beyrut’a gelip, Ermeni mahallesi Burc Hamud’da bir konuşma yapması o kadar da şaşırtıcı olmamalı. Türk-Ermeni ilişkilerinin yeni dönemdeki canlanmasında büyük payı olan Anadolu Kültür’ün kurucu başkanı olan Osman Kavala, Beyrut’taydı. Diasporanın merkezlerinden birinde bir konuşma yapması ve ardından onu dinlemeye gelenlerle bir araya gelmesi, o günü tarihi bir gün kılabilir. ‘Tarihi’ diyorum, çünkü bugüne kadar, Türkiyeliler Beyrut’a ya akademik çalışmaları kapsamında, ya da seyahat amacıyla gelmişti. Kavala’nın şehre bir sergi vesilesiyle geldiği ilan edilse de, o gün bir buluşma günüydü. Ermeniler Türkiye’den bir sivil toplum temsilcisini görmek için gelmişlerdi ve öğrenmek istedikleri çok şey vardı. Tabii ki boykot edenler de oldu ama bu buluşma bir kazanımdı.

Kavala konuşmasının büyük bölümünde, Anadolu Kültür’ün etkinliklerinden bahsetti; kuruluşun projelerini anlattı, geçmişteki başarılarından ve önümüzdeki döneme yönelik planlarına dair bir fikir verdi. Dinleyicilerin çoğu Anadolu Kültür’ün çalışmalarından habersizdi, dolayısıyla buluşmanın bilgilendirici bir boyutu da vardı. Ancak, ‘bilgilendirmek’ten öte, Beyrut’taki Ermenilere Türkiye’de olan bitenin, hatta diasporaya, Türk-Ermeni ilişkilerinde olan bitenin anlatılmasıydı söz konusu olan. Peki, diasporalılar bunu anladı mı? Anlamış olmalılar ki, kendilerini arkada kalmış hissettiler. Dışlanmış hissetiler. Bu ‘arkada kalma’ ve ‘dışlanma’da, kısmen uluslararası diplomatik ilişkilerin zayıflığının etkisi olsa da, diasporanın da en az o kadar suçu vardır. İşte şimdi, biraz geç de olsa, herkes o tarafa giden trene binilmesi gerektiğini anlamaya başladı. Osman Kavala, Burc Hamud’da bu mesajı net bir şekilde iletti.

1920’lerin başlarında Türkiye’den ayrılıp Fransa’ya yerleşen genç aydınlar, diaspora edebiyatının temelini kurarlar. Onlardan biri olan Nigoğos Sarafyan, ilk kitabındaki ilk şiirinin adını ‘Tren’ koyar. Bu şiirde, Sarafyan, geride kalmama çağrısı yapar, “Yoksa Lut’un karısı gibi tuz heykeline dönüşürsünüz” der. O zamanki edebiyatta bir rahatsızlık, eskiyi bırakıp yeniye kavuşma çabası görülür. Bugünlerde yine aynı süreçten geçiyor olabilir miyiz? Klasik anlamdaki diaspora sona eriyor ve yerine yeni bir diaspora mu kuruluyor? Eğer öyleyse, yeni diasporanın baronları milliyetçiler olmayacak. Yeni diasporalılar, randevuya geç kalmayanlar olacak.