YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Filistin ve Türk sağının Hitler’le flörtü

Meseleye adilane bakmaya çalışan her göz, İsrail devletinin Filistin-Gazze’de giriştiği operasyonun tam bir gaddarlık vasfı taşıdığını kabul eder herhalde. Şu yazının yazıldığı saatlerde, operasyon nedeniyle Gazze’de ölenlerin sayısı 600’ün üzerine çıkmıştı. Bunların çoğunun sivil, üstelik önemli bir kısmının çocuk olduğunu söyleyelim (Son 2,5 günde 69 çocuk). Bölgeden gelen haberler, daha güvenli olduğu düşüncesiyle bir araya toplanan ailelerin, İsrail bombardımanı altında can verdiklerini gösteriyor.

Tablo böyle olmakla birlikte, Batı dünyasının, her zamanki gibi İsrail’i kollar bir tutum aldığı ortada. ABD, Almanya, İngiltere’nin tavrı, son 50 yıldır tanık olduğumuz üzere, İsrail’in ‘kendini savunma hakkı’na öncelik verir nitelikte. Beri yandan, İslam ve Arap dünyası da her zamanki gibi etkisiz ve çeşitli hesaplar nedeniyle, İsrail’i durduracak güçten yoksun.

Bu tablo içinde, AKP hükümeti, yakın dönemde tanık olduğumuz şekilde, bu konuda en yüksek sesi çıkaran aktör. Ancak bu, etkili bir ses olamıyor. Bunun da çeşitli nedenleri var. Suriye konusunda izlediği hatalı politika ve bölgedeki radikal İslamcı gruplarla içli dışlı hali, Türkiye’nin bölgede elini zayıflatan en önemli unsur. Buraya gelmeden, Mısır’daki darbe konusundaki, ilkesel olarak haklı ancak diplomatik açıdan fazla gösterişli, daha çok iç siyasete dönük hamleleri de, AKP ve Türkiye’yi denklemin dışında bırakmış görünüyor.

Tüm bunların ötesinde, Türkiye esasen Ortadoğu ile Batı arasında oluşmaya başlayan yeni denklemin farkına varmamış veya varmış olsa bile, tersine gitmeyi tercih etmiş görünüyor. Hüsranla sonuçlanan Arap baharı öncesinde oluşmaya başlayan ve ilk ipuçları İran-Batı ilişkilerinde görülen bu denklemde, Türkiye neredeyse eski İran’ın pozisyonuna kaydı ve ‘devrim’ ihraç eden bir ülke imajı çizmeye başladı.

Bunu şöyle tarif etmek mümkün: Yeni denklem, ideolojik açıdan güçlü İslamcı öğeler barındıran ülkelerin bölgeyi domine etmemesi, buna karşılık Batı ile Ortadoğu arasında yeni bir ‘modus vivendi’ kurulmasına dayanıyor. Bunu, elde edilmiş bir bilgiye dayanarak söylemiyorum. Gelişmeler ve bilhassa ABD’nin Obama döneminde izlediği çizgi bunu gösteriyor. İran’ın bunu görerek yeni denkleme daha kolay adapte olduğunu söyleyebiliriz. Şu örnek faydalı olabilir: Suriye ve Irak konusunda İran’ın savunmacı bir pozisyon almasına karşılık, Türkiye’nin ‘saldırgan’ konumunda olması, çok şeyi açıklıyor.

Tarif etmeye çalıştığım denklemin hakkaniyetli, adil bir tablo olduğunu iddia edecek değilim elbette. Teker teker ülkeler bazında baktığımızda, bu yeni denklemin işlemesi uğruna birçok dram ve haksızlık yaşandığını görüyoruz. Ancak Rojava’da Kürtlerin yaşadığı sıkıntı, Musul’da Hıristiyanların göç etmek zorunda kalması, keza Suriye’deki Alevilerin ve Türkmenlerin yaşadığı dehşet göz önüne alındığında, Türkiye’nin atak ve ‘çıkıntılık yapan’ çizgisinin de sorunlu olduğu görülüyor.

İsrail’in Filistin’de giriştiği insanlık dışı operasyona bu atmosfer içinde girdik. Ancak buraya gelmeden şu notu da düşmekte fayda var: Dışta manzara buyken, içte de, zaman zaman Suriyeli göçmenlere de yönelen milliyetçi/linççi kabarışların günden güne yaygınlık kazandığını görmekte, bu kabarışın ‘dişine göre’, güçsüz bir topluluk gördüğü anda pratiğe döküleceğinden endişe etmekteydik. İronik biçimde, şu günlerde Türkiye’nin tek şansı, böyle bir topluluğun artık ülkede kalmamış olması gibi görünmekte.

Dolayısıyla, Yıldız Tilbe’nin Hitler’den övgüyle bahseden sözlerinin tekil bir örnek olmadığı, belli çevrelerde, toplumun derinliklerinde artık ciddiyetle konuşulan bir fikir olmaya başladığı zaten ortadaydı. Bana göre, Tilbe’nin yaptığı (hatası?) derinde akan bu karanlık nehri açığa vurmak olmuştur.

Tilbe’nin sözleriyle, bir zembereğin boşaldığı söylenebilir. Yeni Akit gibi faşist gazetelerin Hitler hayranlığını açığa vurmalarından bahsetmiyorum elbette. Dalganın yavaş yavaş AKP sahillerine vurması da gayet anlamlı. ‘Cins’ çıkışlarıyla bilinen AKP milletvekili Şamil Tayyar’ın “Soyunuz kurusun, Hitler’iniz eksik olmasın” tweet’i, bu fikrin nerelerde konuşulduğunun da bir göstergesi aslında.

Bu tip durumlarda her zaman şöyle bir karşı argüman geliştirilir: Bunlar tekil ve uç örneklerdir, bir parti ya da bir fikriyat/toplum için gösterge niteliğinde değildirler... İlk bakışta mantıklı görünen bu argüman, aslında faşizmin yaygınlık kazandığının da –tersten– bir sağlamasıdır. Zira faşizm, ilk bakışta gayet uç ve tehlikeli görünen fikirlerin, hızla form değiştirerek, ana akımdaki siyasal aktörler tarafından dillendirilmesidir. (Geçerken, ölçüsüz tepkilerin ‘sağ’la sınırlı kalmadığını da hatırlatmak gere.)

Dolayısıyla, Yıldız Tilbe ve Şamil Tayyar’a yönelik tepkilerin ardından, Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz haftasonu bir mitingde ağzından çıkıveren “Sabah akşam Hitler’e söverler, barbarlıkta Hitler'i geçtiler. Amerikalıların bazıları ‘Sayın Başbakan niye Hitler’le böyle bir benzetme yapıyor?’ diyor. Size ne? Sen Amerika’sın, Hitler’den sana ne, ne alakan var?” şeklindeki sözler, geçiştirilecek gibi değil.

Kâğıt üstünde Hitler’i ve Nazizm’i eleştirir gibi görünen bu sözlerin, en üst makamdan Hitler örneğini/deneyimini dolaşıma sokmak anlamına geldiğini görmeliyiz. Bunun ne kadar tehlikeli bir gelişme olduğunu söylememe, bilmem gerek var mı...

Türk sağının ta 1940’lardan bu yana Nazizm’le bir flörtü var. AKP’nin de kendine rehber bellediği dönemin sağcı düşünürlerinin ve politikacılarının bu konudaki tutumları arşivlerdedir. İsrail’in gaddarlığıyla mücadele etmek ne kadar önemliyse, bu flörte artık bir son vermek de o kadar önemli.