OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Sorumluluklar

Geçen haftaki yazıda (internet versiyonunda), “PKK/PYD’yi IŞİD’e ezdirmenin bedelsiz olmadığı, hatta yüksek bir bedeli olduğu da yakında anlaşılacaktır, umulur ki çok geç olmasın” demiştim. Birçoklarının da benzer ifadelerle dikkat çektiği bu ihtimal, yazının gazeteye teslimini takip eden yaklaşık 48 saat içinde 30’a yakın insanın ölmesiyle, acı biçimde ortaya çıktı. İzlenimim odur ki, devlet/hükümet de dahil, HDP de dahil herkes olanlardan, ortaya dökülen şiddetin hesapsızlığından korktu ve korkmaları da gerek. Tabii ki, bu kadar insanın ölmesi, tarif edilemez, korkunç bir durum; hiç olmazsa nasıl bir barut fıçısının üzerinde oturduğumuzu idrak etmemize vesile olsun, eğer hâlâ etmeyen varsa.

HDP’yi, Kobani protestosu amacıyla halkı sokağa davet ettiği için eleştirenler var. Şüphesiz, HDP’nin burada bir sorumluluğu vardır. Bu olanları planladıklarını hiç zannetmiyorum (planladılarsa, hepimiz nafile konuşuyoruz demektir) fakat çağrının sonuçlarını öngörmek de, neyi kontrol edip neyi edemeyeceğini bilmek de, sorumluluğun bir parçası. Demokrasinin gereği olarak başka kişilerden ve kurumlardan talep edilen hesap verebilirlik, özeleştiri, özür ve istifa mekanizmaları, HDP için de geçerlidir. HDP’nin bir farkı olacaksa burada olacak. Bunlar HDP’yi zayıflatmaz, bilakis güçlendirir. Örneğin, HDP, kendi iç mekanizmalarını, haber kaynaklarını çalıştırarak, geçen hafta yaşanan olayları, cinayetleri bölge bölge, şehir şehir, şeffaf biçimde, kendi sorumluluğunu, hatalarını da dışlamadan –ama tabii kaçınılmaz olarak kendi perspektifinden– anlatan bir raporu kamuoyuna sunabilir. Ayrıca, cinayetlerin aydınlatılması konusunda da elinden geleni yapması, bu anlamda kimseyi korumaması gerektiği açıktır. Bunları söylerken saf değilim, bu devletin gerek aleni, gerek derin yüzüyle nasıl bir devlet olageldiğini unutmuyorum, ona rağmen bunları söylüyorum, çünkü demokrasi, şeffaflık, barışçıl birlikte yaşam vadeden bir hareketin bu ilkelere ve bu ilkeler temelinde onu destekleyenlere karşı sorumluluğu vardır.

Öte yandan, ‘sokağa davet’ tek başına bir suç veya kabahat olamaz. Şiddetsiz sokak eylemleri, siyasetin meşru bir parçasıdır. Gösteri hakkı demokrasinin tarihsel gelişimi içinde belirleyici, tanımlayıcı bir haktır, geri döndürülemez, lağvedilemez. Ama belki bizim gibi, demokrasi ve gösteri kültürü güdük ülkelerde temkinle kullanılması gerektiği söylenebilir. Öyle bile olsa, iş gider gelir, yönetme ve karar alma yetkisini elinde bulunduranlarda düğümlenir. HDP’nin Kobanê’yle ilgili uyarılarını, hükümet ‘tehdit’ olarak adlandırıyor. Gerçi asıl şantajı, IŞİD’in Kobanâ kuşatmasını kullanarak AKP hükümeti yapıyor ama şimdilik bunu ve uyarı ile tehdit arasındaki farka dair semantik tartışmayı bir an geçip, yapılanın bir tehdit olduğunu varsayalım. İyi bir yönetici, hangi tehdidin ciddiye alınması gerektiğini kestirebilir ve ona göre davranır. Yoksa “Tehditlere pabuç bırakmayacağız” hamaseti kolaydır; zaten ‘eski Türkiye’ bunu hep yaptı. Şahsınıza yönelen tehdidi ciddiye alıp almayacağınız sizin bileceğiniz iştir ama ülkenin iç barışına dair bir risk oluşmuşsa, sizin hükümet olarak göreviniz bu potansiyel riskin gerçek zarara dönüşmesini engellemektir. En büyük yanılgı da, bunun güvenlikçi önlemleri artırarak başarılabileceğini düşünmektir, ki maalesef görünen o ki, cari hükümet bu yolu izleme niyetinde. “Misliyle karşılık vereceğiz”, “Yakılan her TOMA’nın yerine beş TOMA, on TOMA alacağız” sözleri buna işaret eden ifadelerdir. Oysa, IŞİD’in doğuşunu ve büyümesini açıklarken kullanmaya pek hevesli olduğunuz sosyoloji ‘ilmini’, Kobanê eylemlerini ve sonuçlarını değerlendirirken de hatırdan çıkarmayın ki sizin sahte sosyoloji muhipleri olmadığınıza inanalım. Yapılan bütün hak ve özgürlük taleplerini, içinde bulunduğumuz konjonktürde de Kobanê için acil eylem çağrılarını, devletin “Yaz bir dilekçe, bakarız” anlamına gelen tipik lakaytlığıyla karşılar, bütün alternatif mekanizmaları işlevsiz ve sonuçsuz hale getirirseniz, işte sosyolojik fay hatlarını tetiklersiniz.

Hükümet ve yandaşları, bu süreçte, Erdoğan’ın “IŞİD neyse PKK da odur” dediği PKK’nın lideri Öcalan’ı en mantıklı konuşan kişi olarak ön plana çıkarıyorlar. Kişi kültleriyle pek aram yoktur ama Öcalan bu süreçte, içinde bulunduğu şartların etkisiyle de olsa, yatıştırıcı, dolayısıyla olumlu bir rol oynuyor. Fakat bu daha ne kadar sürebilir? Zira hükümet Öcalan’ın sözünü müsrif bir mirasyedi gibi harcıyor, değerini düşürüyor. Bu söz, somut gelişmelerle desteklenmeli. Şu sıralar da her yol Kobanê’ye çıkıyor.