VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

​Suriye kavramlar savaşı

Geçen hafta, Halep civarındaki Zahra ve Nubbol adlı küçük kentler hakkında yazmıştım. Kentlerin kuşatılmış olduğuna ve havadan yardım aldıklarına değinmiştim; bu durum, son iki yıldır olduğu gibi, geçen hafta da değişmedi. Yazıda ‘Muhalefet’ ve ‘Rejim’ kelimelerini kullanmıştım. Suriye hakkında yazarken, işin en zor yanı, bu kelimeleri ya da aynı anlamları ifade eden başka kelimeleri doğru kullanmak. Kimileri ‘Rejim’e Esat’ın Ordusu demek istiyor, kimileri Esat’ın çeteleri diyor; kimileri ‘Muhalefet’e terörist, kimileri de İslamcılar diyor. Kimilerine göre de, ‘Rejim’ kelimesi yeterli değil, ‘Suriye hükümeti’ dememiz gerekiyor. Ve biz bu kelimeleri tartışırken, insanlar ölmeye devam ediyor. Aslında ben de, iki kelimeyi de içime sinerek kullanmıyorum; kimin aslında ne olduğunu ben de bilmiyorum, Barak Obama da bilmiyor. Ama sonuçta bir kelime kullanmak zorundayız. Kutuplaşmanın bu kadar yoğun olduğu bir konu üzerine konuşurken, en basit ilkeler, yani birbirini adlandırmak bile büyük bir meseleye dönüşüyor.

Belki de mesele zaten kelimelerin ötesinde; bizler gibi, onlar da kendilerinin ne olduklarını, ne olmak istediklerini, nereye doğru gittiklerini bilmiyorlar. Rejim dediğimiz şey (evet, şey) ve müttefikleri bir dil mi oluşturuyorlar? İran-Hizbullah-Rusya-Esat hattı bir bütünlük sergilese de, uzun süredir çatlaklar var. Koalisyon uçakları İslam Devleti’ni (İD, İŞİD, DAEŞ, Dawla) vururken, bunu Rusya’dan izin almadan yapıyor. Rusya, bu uçuşların uluslararası kanuna aykırı olduğunu savunuyor, diğer taraftan İran’ın ya da Rejim’in uçuşlara karşı olduğunu söyleyemeyiz. İran Yakın Doğu’da kendi alanını genişletiyor, Rusya buna izin vererek Batı’ya baskı yapmak istiyor, Batı da buna izin vererek Rusya’ya baskı yapmak istiyor. Batı medyası, Komutan Süleyman el Kasımi’yi, Ortadoğu’nun tartışmasız en güçlü adamı ilan ediyor; bu, Rusya’nın ya da bizzat Putin’in ne kadar hoşuna gider, bilmiyoruz.

Diğer kampta da az çatlak yok. Esad’a karşılık vermenin kimin amacı olduğu artık belli değil, ve bu bir sır da değil. Onun dışında, Suriye’nin geleceği hakkında, nasıl bir Suriye ve dolayısıyla nasıl bir Ortadoğu inşa edileceğine dair de bir mutabakat yok bu tarafta. Türkiye, Kuzey Suriye’yi güvence altına almak isterken, Amerika meseleye daha genel bakarak, Irak siyasetinin bir devamını yaratmak istiyor Suriye’de. Kilit ülke Mısır, Suriye’nin bölünmesini istemiyor ve bu noktada, Türkiye’ye karşı çok sert duruyor. Ancak en büyük çatışma ve bu çatışmadan kaynaklanan ‘kavram ve kelime çatışmaları’, Suudi Arabistan ile Katar arasında yaşandı. Bu çatışma Rejim ya da Esat’la değil, ‘Muhalefet’i (ya da ne isterseniz koyun adını) kimin kontrol edeceğiyle ilgili. Yani eğer Muhalefet kurumları bir gün Suriye’de hükümet olacaklarsa, bunun üzerinden Suriye’yi kim kontrol edecek mücadelesi yapılıyor. Suriye Devrimi Muhalefet Güçleri Koalisyonu’nun her seçiminde ortaya çıkan bu mücadele, önümüzdeki ay yapılacak olan seçimlerde de yaşanacak.

Suriye’deki savaşın adı bile tartışılıyor. Kimilerine göre bu bir devrim, bir demokrasi feryadı, kimilerine göre ise cihat. Bazıları YouTube savaşı diyor, bazıları gaz savaşı, su savaşı, petrol savaşı, mezheplerin savaşı, ulusların savaşı, Üçüncü Dünya Savaşı, İkinci Soğuk Savaş, ve belki hiç duymadığım birçok başka adlandırma... Bu listeye ‘Tanımlama ve Kavramlar Savaşı’nı da ekleyebiliriz. Ya da, başta belirttiğim, her gün ölüm tehlikesi altında yaşayan o insanlara yardım etmeliyiz. Bu yarı-entelektüel savaşlarımızı bırakıp, kimin kime ne ad verdiğini umursamadan, savaşın her türlüsünü kınamalıyız. Yoksa, bugün başlasak, bırakın bir seneyi, on sene sonra da hâlâ kimin haklı, kimin haksız olduğunu, savaşı kimin başlattığını tartışıyor oluruz. Böyle örnekler yok mu? Bir de, Zahra ve Nubbol hakkındaki yazımda kullandığım kavramları kimse kabul etmek zorunda değil elbette, ama Suriye’deki savaşla ilgili olduğu gibi, böyle bir yazıyla ilgili olarak da, kavramlar üzerinden tartışmak biraz zaman kaybı değil mi?