‘Neden Adana’da doğdun?’

Kanadalı aktör ve yönetmen David Hovan, ‘Born in Adana’ (Doğum yeri Adana) adlı belgeselinde Beyrut’ta yaşayan dayısı papaz Antranig Teğararyan’a, hikâyenin Beyrut durağına varmadan, şöyle soruyor: Bütün ailenin kökleri Diyarbakır’a uzanırken, sen neden Adana’da doğdun?

Türkiye’de yaşayan hemen her Ermeni, hayatının bir evresinde, bir karşılaşmada, bir sohbette şu sorunun muhatabı olmuştur: Türkiye’ye nereden geldiniz? Oysa belki de hepsinin hikâyesi, kendisinin neden atalarının doğduğu köyde doğmadığı sorusunun cevabıyla başlar. Dünyanın dört bir yanına dağılmış Ermenilere, bulundukları ülkelere nereden gittikleri sorulduğunda ise, tüm hikâyeler aynı coğrafyaya çıkar. 

Kanadalı aktör ve yönetmen David Hovan da, ‘Born in Adana’ (Doğum yeri Adana) adlı belgeselinde Beyrut’ta yaşayan dayısı papaz Antranig Teğararyan’a, hikâyenin Beyrut durağına varmadan, şöyle soruyor: Bütün ailenin kökleri Diyarbakır’a uzanırken, sen neden Adana’da doğdun?

Mezarı olmayanlar: Hagop ve Antranig

Bu yıl 15.’si düzenlenen !f Istanbul Film Festivali’nin ‘Hayata Devam: Bir Seçki’ programı kapsamında gösterilecek 15 dakikalık belgeselde, döneme ait arşiv görüntüleri eşliğinde, Soykırım’dan kurtulmuş bir ailenin oğlu Antranig Teğararyan’ın hikâyesini kendi ağzından dinliyoruz. 93 yaşındaki Teğararyan, “Adana’da doğdum” diye başlıyor söze. Babası, Diyarbakır Surp Giragos Kilisesi’nin rahibi Der Vahan Teğararyan ve annesi Lusya Fareşyian Teğararyan’ın 1915’te Diyarbakır’dan yola çıkarılan son kafileyle Der Zor’a sürüldüklerini anlatıyor. Babası peçeyle sakalını gizleyip, dinî kıyafetinin ona sağladığı avantajla, kadın kılığında geçmiş çöl yollarını. Birkaç kez, başının kesilmesinden son anda kurtulmuş ve eşiyle birlikte Halep’e varmış. Oğulları Hagop ve Antranig ise soğuğa ve açlığa dayanamayıp, çölde can vermiş. Der Vahan, Halep’te göç kafilelerine su ve yiyecek yardımı yapmasının ardından hakkında idam kararı çıkarılması üzerine, geceyarısı bir trene binip Adana’ya kaçmış ve birkaç yıl sonra karısını yanına almış. Orada dünyaya gelen çocukları Antranig’le birlikte 1918’de Beyrut’a geçmişler. Hayatta kalabilmiş Ermenilerin birçok duraktan geçen kurtulma hikâyelerinin tipik bir örneği olan bu anlatı, Antranig’in neden Adana’da doğduğu sorusunun cevabını oluşturuyor. Hagop ve Antranig’in nerede olduğu bilinmeyen ölü bedenleri ise, tutulamayan yasın en canlı göstergesi...

Sözle ya da sessizlikle aktarılan travma

David Hovan, filmi, atalarının hatırasına saygı sunmak için yaptığını belirtiyor: “Uzun zamandır ailemin hikâyesini anlatmak istiyordum, ancak bunu bir filmle yapmak için yeterli kaynağa sahip değildim. En sonunda, gelişen teknolojinin de yardımıyla, kendi kısıtlı kaynaklarım ve maddi imkânlarımla filmi tamamladım. Soykırım’dan kurtulanların hikâyeleri çokça yazıldı, filmlere aktarıldı. Ben kendi ailemin tarihini kayıt altına almak ve bu vesileyle atalarımın hatırasını onurlandırmak istedim. Hepsinden önemlisi, nefret içermeyen, evrensel bir insan hikâyesi anlatmayı, Ermeni olmayan izleyiciye ulaşmayı amaçladım.”

Belgeselde Antranig Teğararyan’ın anlattıklarının kaynağı, babasının tuttuğu biyografik notlar: “Büyükbabam Beyrut’a göç ettikten sonra yaşadıklarını yazmış. Çocuklarıyla, annemle ve dayım Antranig’le ise nadiren bu konuyu konuşmuş. Büyükbabam ve anneannemin tanık oldukları vahşetin birçok yönünü, sessiz kalmış olmaları nedeniyle, asla bilemeyeceğiz.”

Soykırım’ın tanığı bir rahibin torunu olan yönetmen, travmanın nesilden nesle aktarıldığını ve hayatı şekillendirdiğini vurguluyor: “Fransız psikanalisti Lacan, Holokost’tan kurtulan birine, bu travmatik olayla yaşamak zorunda olduğunu, çünkü psikolojik izleri silmenin hiçbir yolunun olmadığını söyler. Bugün dünya üzerinde Ermeni Soykırımı’ndan o ya da bu şekilde etkilenmemiş tek bir Ermeni bile yoktur. Kimi sessizliği tercih etmiş, kimi konuşmuş. Travma ya sessizlikle, ya da sözle, nesilden nesle aktarılmış. Yapılacak en iyi şey belki de travmanın varlığını kabul edip onunla başa çıkmayı öğrenmek.”

Anlatıcı Antranig Teğararyan’ın hikâyesinde en vurucu noktalardan biri, iki ağabeyinin bedenlerinin çölün kumuna karışmış olması. Hovan, mezarı olmayan iki dayısını, kendi hayatı üzerindeki etkisini şu sözlerle ifade ediyor: “Adamakıllı yas tutamamanın, insanın hayatında büyük bir boşluk yaratacağını düşünüyorum. Yas, üstesinden gelmesi zor ve uzun, bazen sonu olmayan bir süreç. Suriye çöllerinde iki dayımın bedeninin toza karıştığı düşüncesi, hiç kapanmayacak, derin bir iz, bir yara.”

Arşivlerden hareketli görüntüler

Belgeseldeki arşiv görüntüleri, bir yıllık bir çalışmanın ürünü. Dönemin gerçek mekânlarının ve olaylarının hareketli görüntülerini bulmanın zor olduğunu belirten yönetmen, bunun için ABD Ulusal Arşivleri ve ‘Eleştirel Tarih’ adlı özel bir arşiv bürosu da dahil olmak üzere birçok arşivde araştırma yaptığını belirtiyor.

Hovan, 2015’te Van Film Festivali’nde gösterilen filminin, İstanbul’da da izleyiciyle buluşmasının, kendisi için bir hayalin gerçekleşmesi anlamına geldiğini söylüyor: “İstanbul’da bağımsız bir film festivaline davet edilmekten dolayı onur duydum. Bu tür birliktelikleri bir dönüm noktası olarak değerlendiriyorum. Ermeni Soykırımı konusunda tatmin edici ve insani bir çözümün mümkün olduğuna inanıyorum. Belki benim ömrüm sonucu görmeye yetmez, ama gelecek kuşak için filmimle küçük bir katkı sağlamayı umuyorum.”

‘Doğum yeri Adana’ adlı belgesel, 27 Şubat Cumartesi günü 16.00’da, Beyoğlu Fitaş Sineması’nda izlenebilir. 

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema



Yazar Hakkında

1985 İstanbul doğumlu. Toplum haberleri, Türkiye-Ermenistan ilişkileri, güncel politika, azınlık hakları, insan hakları ve müzik haberleri yapıyor.