‘18. yüzyıl Rum Ortodoks müziğinin altın çağıydı’

Araştırmacı Merih Erol, Tarih Vakfı bünyesinde düzenlenen ‘Vangelis Kechriotis Konuşmaları’ kapsamında geçen hafta ‘Osmanlı İstanbulu’nda Rum Ortodoks Müziği’ başlıklı bir sunum yaptı. Konuşmasında özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda Osmanlı müziğinde Rum Ortodoks etkisinden söz eden Merih Erol’la, Rum Ortodoks Müziği’nin özelliklerini ve Klasik Osmanlı Müziği üzerindeki etkilerini konuştuk.

Osmanlı İstanbulu’ndaki Rum Ortodoks müziğiyle başlayalım. O dönem Ortodoks Kilise Müziği nasıldı?

Osmanlı İstanbulu’nda Rum Ortodoks kiliselerinin müziğinin önemli bir yer tuttuğunu biliyoruz. Öte yandan İstanbul Rum Ortodoks Müziği, tüm Doğu Kilisesi musikisinin merkezi konumunda yer alıyor. Kudüs, Aynaroz gibi merkezler de var fakat İstanbul en önemli merkez konumunda. Bütün nota sistemlerindeki revizyonlar da İstanbul’da oluyor. 1814’te Eceabatlı Hrisantos’un yaptığı büyük bir notalama reformu var. Bu, sadece nota hakkında bir reform değil, aynı zamanda müzik kuramı açısından da büyük bir önem arz ediyor. Bunu başka bir örnekle açıklamak istersek, Hampartsum notalama sisteminden söz edebiliriz. Hampartsum notalama sistemi de çok büyük bir yenilik getirmişti. Elbette ikisinin arasında farklılıklar var. Mesela, Hrisantos’un notası halen pnömatik bir nota sistemiydi; Hampartsum ise epey yenilikçiydi, daha radikaldi, direkt alfabetik bir sisteme geçmişti. Hrisantos’un notalama sistemi, bu müziğin öğretiminde çok büyük kolaylıklar sağladı; kilise müziğini kolaylaştırdı ama bununla birlikte tepkiler de aldı. Bazı müzikologların iddiasına göre Hrisantos’un notalama sistemiyle birlikte, müzik yazısı çok daha iyi ifade edilebildiği için, popüler müzikten daha fazla öğe dinî müziğe geçti. Eski nota yazısında olan bazı nüansları çok kolaylaştırdığı için bu nüansların kaybolduğu da bir başka eleştiri konusu oldu. Bu, 19. yüzyılda önemli bir problemdir, çünkü İstanbul Rum Ortodoks Kilisesi mugannileri, onların etrafındaki kişiler, Hrisantos’un yaptığı notalama sistemini daha fazla revize edebilir miyiz diye düşündüler. 19. yüzyılda bu hep tartışıldı. Sonunda da Patrik III. Yoakim, 1881’de bir müzik komisyonu kurdu. Ve bu komisyon Hrisantos’un müzikte belirlediği aralıkları tekrar saptadı ve yeni denemeler yapıldı. Öte yandan bu konular günümüzde halen tartışılıyor ve çözülebilmiş de değil.

Hrisantos ve Hampartsum notalama sistemi arasındaki zaman farkı ne kadardır?

Bu iki notalama sistemi de birbirine çok yakın tarihlerde meydana gelmiştir. İkisi de aşağı yukarı aynı senelerde yapılmıştır. Tabii ki bu notalama sistemleri yalnızca o isimler üzerinden ele alınmamalı. Hrisantos notalama sistemi dediğimizde bu sistemi oluşturan tek isim Hrisantos’un kendisi değildi. Baş muganni Gregorios Protopsaltis de Hrisantos’a yardımcı olmuştu.

Dönemsel olarak ikisi de aşağı yukarı aynı yıllara denk geliyor. 19. yüzyılın ilk 10-20 yılında kaleme alınıyor bu notalama sistemleri. Okuduğum bir araştırmaya göre, bu ikisi birbirinden çok etkilenmiş. Ermeni Kilise Müziği’nin ve Rum Kilise Müziği’nin notasyon sistemleri arasında birçok paralellik mevcut. Ancak ilk olarak hangisi hangisinden etkileniyor, bunu bilemiyoruz.

Şunu da eklemek gerek, her iki notalama sisteminin de pek çok ortak bağlamı bulunuyor. 18. yüzyılda Batı’daki felsefi dönüşümlerden, Fransız Devrimi’nden etkilenmelerin ardından Rumlarda modern Yunan aydınlanması yaşanıyor. Bununla birlikte milli mirasın bilincine varma süreci gelişiyor. Bu durum, hem Hrisantos’un, hem de Hampartsum’un çalışmalarında görülüyor. Dolayısıyla ikisinin kültürel benzerliklerinin çok fazla olduğunu da söyleyebiliriz.

“Ermeni Kilise Müziği’nin ve Rum Kilise Müziği’nin notasyon sistemleri arasında birçok paralellik mevcut. Ancak ilk olarak hangisi hangisinden etkileniyor, bunu bilemiyoruz.”

Rum Ortodoks Müziği’nin altın çağı ne zamandı?

Altın çağ derken, çok ünlü bestecilerin olduğu bir dönemden bahsedebiliriz. Bizans öncesinde de mutlaka çok önemli muganniler var ama benim için Rum Ortodoks Müziği’nin altın çağı olarak 18. yüzyılı görüyorum. Moralı Petros, çok önemli bir muganni. Petros’u bu kadar önemli kılan, kilise müziğinde çok önemli bir isim olmasının yanı sıra Osmanlı şehir musikisine de çok önemli katkılarının olması. Örneğin sözleri Farsça olan, beste formunda bir vokal eseri bulunuyor. Aynı zamanda kilise musikisi formatında, ‘Kratima’ adlı bir eseri de bulunuyor. Petros’un müziğinin tasavvuf müziğinden etkilendiğini de mutlaka söylemeliyiz. Müzikologlar, Petros’un Galata Mevlevihanesi’ne gittiğini söylerler. Yorgos Papadopulos adlı çok ünlü bir müzik araştırmacısı var; içinde müzisyenlerin portrelerinin olduğu çok kalın bir kitabı bulunuyor. O kitapta, Petros’un biyografisinde, onun Galata Mevlevihanesi’ne gittiği, orada ney üflediği, dervişlerle çok samimi ilişkileri olduğu, öldüğü zaman dervişlerin onu neyiyle gömmek istedikleri yazıyor.

Rum Ortodoks Müziği’nin Klasik Osmanlı Müziği’ne etkilerinden söz edebilir misiniz?

Gerek Ermeni Kilise Müziği, gerek Rum Ortodoks Kilise Müziği, Doğu Müziği olarak Osmanlı şehir müziğiyle teknik bakımdan ortak paydalara sahip. Bu müziklerin hepsi makam sistemine dayanır, belli bir dizi ve aralıklar vardır, karar sesi bulunur. Bunlar ortak özelliklerdir, dolayısıyla zaten en baştan beri bunlar birbirleriyle çok sıkı ortak ilişkileri olan müziklerdir.

19. yüzyılda dinî müziğe yapılan serzenişler ve eleştirilerin önemli bir kısmını, bu müziğin sekülerliğe benzerliği oluşturuyor. Arap-Türk karması bir müzik olduğu görüşü hâkim. Serzenişler arttıkça, dinî müziğe yabancı olan etkilerin atılması konuşuluyor. Hatta Patrik III. Yoakim ve VI. Konstantinos, bazı ilahilerden yabancı olan bölümleri temizlemek için belli başlı mugannileri görevlendiriyorlar. Ancak şöyle bir durum var: Yalnızca Türk-Arap ezgileri değil, zamanla Batı’dan etkilenilen ezgiler de ‘yabancı’ olarak değerlendiriliyordu. Ama sadece temizlemekle yetinilmiyor, herhangi bir yeniliğe de açık değiller. Gelenekte değişim istemiyorlar, var olanı koruma peşindeler. Geçmişten bugüne uzanan geleneği korumak açısından çok büyük bir hassasiyet var.

Milli geleneği koruma bilincinin tabii ki milliyetçilikle doğrudan bir ilgisi de bulunuyor. Karşı çıktıkları başka bir nokta, Rum Ortodoks Kilisesi’nin müziklerinin Batı Müziği’nden de etkilenmemesi. 19. yüzyılda yabancı hayranlığına karşı bir diskur da var ve bu diskur boşuna ortaya çıkmıyor. 19. yüzyılda bazı yeni kentli sınıflar yükseliyor, Rum toplumunda. İdari işlerde kilisenin arka plana atılması ve laiklerin daha ön plana çıkması durumu var, o dönem. Kentli sınıfların Avrupa’yla olan ağları da kuvvetli olduğu için oradan etkileniyorlar, kendi kilise müziklerinin de oradakine benzer olmasını istiyorlar. Batı’daki kilise müziğinde çokseslilik vardır mesela.

"Müzikologlar, Moralı Petros’un Galata Mevlevihanesi’ne gittiğini söylerler. Yorgos Papadopulos, Petros’un Galata Mevlevihanesi’nde ney üflediğini, öldüğü zaman dervişlerin onu neyiyle gömmek istediklerini yazıyor.”

Batı müziğinden etkilenme neleri kapsıyordu? Rum Ortodoks Müziği’nde çok sesliliğin olduğu bir dönem var mıydı?

Rumlar kilise müziğinin modernleşmesi konusunda Ermenilerden çok daha muhafazakârdı. Ermeni Kilise Müziği’nde çokseslilik büyük bir yer kaplıyor. Rumlarda bu durum biraz tekil örnekler olarak kalıyor. 1878’de Panayia Kilisesi’nde ibadet eden kentli halk, başmuganniyi ikna edip kilisede ilahilerin çok sesli okunmasını istiyor. Bunun üzerine bir polifoni denemesi oluyor fakat daha sonra Patrik, kilisenin idare heyetine bir ihtar mektubu gönderiyor ve kabaca şöyle diyor: “Kilise idare heyetlerinin finansal işleri düzenlemek dışında başka şeylere müdahale etmeleri mümkün değildir. Hele de dinî ritüele müdahale etmeleri söz konusu değildir.” Bu ihtar mektubundan sonra aynı yıl içerisinde genelgeler yayınlanıyor. Dolayısıyla bu tekil denemeler sert bir engellemeyle karşılaşıyor. Ancak daha sonra, 20. yüzyılın başlarında bir deneme daha oluyor. Bu denemeden 8-10 yıl sonra bu sefer de İstanbul’daki Kilise Musikisi Derneği yetkilileri, yani müzisyenler Patrik IV. Meletios’a bir mektup gönderip şöyle diyorlar: “Bizim müziğimizin armonize olmasına imkân yoktur. Asıl melodisini bozmadan armonize etmek imkânsızdır çünkü yarım sesten küçük aralıklar vardır. Biz kendi müziğimizin esas özelliklerini kaybetmek istemiyoruz. Kilisemize yabancı müzik sokmak istemiyoruz, lütfen bunun gereğini yapın.”

Kısaca özetleyecek olursak Ermeni Kilisesi’nin modernliğe daha açık olduğunu, Rum kiliselerinde bu yeniliklerin büyük bir direnişle karşılaştığını görüyoruz. Rum Kilisesi’nde polifoniye olan aynı direniş ve engel, enstrüman kullanımı için de geçerli.

Osmanlı İstanbul’undaki Rum Ortodoks Müziği ile Yunanistan’daki Ortodoks dinî müziği arasındaki farklılıklar nelerdir?

Rum kiliselerinde yenilik denemeleri, Osmanlı’daki kiliselerden ziyade Avrupa’da karşımıza çıkıyor. Özellikle Viyana ve Londra’daki Rum cemaatleri çok önemli yer kaplıyor; polifoni denemelerinin ilki Viyana’da oluyor. Daha sonra Londra, Marsilya ve Paris’teki kiliselerde yenilikçi bazı denemeler yapılıyor. Viyana’daki ilk deneme 1840’larda oluyor. Tabii, Viyana’daki Rum cemaati de patriğin tepkisinden nasibini alıyor ama Batı’da polifonik daha çok kullanılıyor. Yunanistan’da ise Yunan kiliselerinde denemeler yapılıyor. Atina’daki metropolde Paskalya’da birkaç ilahi çoksesli okunuyor ama onlar da yine kendi içlerinden tepki görüyor. İstanbul’daki tavrın Yunanistan’dan farklı olduğunu biliyoruz ama bunu iki ayrı müzik olarak düşünmek imkânsız.

Günümüzde Rum Ortodoks kiliselerinde dinî müzik eğitimi nasıl veriliyor?

Günümüzde bilindiği gibi Rum Ortodoks nüfus çok azaldı. 19. yüzyıla dönersek Patrikhane’nin çeşitli aralıklarla açılan, dört-beş yıl açık kalan müzik okulları vardı. Bugün Ruhban Okulu açık değil. Gözlemlediğim kadarıyla, çocuklar küçük yaştan itibaren kilisedeki koroda söylemeye başlıyorlar, kulaktan duyma eğitim alıyorlar. Dinî müzik eğitimi var mı şu an için bilmiyorum ama muhtemelen bugün bu müzik, kilisenin içinde öğreniliyor. 



Yazar Hakkında

1990 İstanbul doğumlu. Kültür sanat, müzik, insan hakları ve güncel politika haberleri yapıyor.