Muzaffer Kaya: Suçsuzuz ve haklıyız

“Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attıkları ve Barış İçin Akademisyenler’in raporunu okudukları için tutuklanan dört akademisyenden Muzaffer Kaya, “Bence herkes artık bir uçurumun kenarına geldiğimizin farkında. Bu ülkede ifade özgürlüğünü savunamazsak, insanlar ölmesin diyemezsek, yapılacak ne kalır ki? Biz suçsuzuz ve haklıyız ve kimse de buna dokunamayacak” diyor.

“Bu suça ortak olmayacağız” metninin imzacılarından ve basın açıklamasını okuduğu için Esra Mungan, Kıvanç Ersoy ve Meral Camcı ile birlikte tutuklanan Barış İçin Akademisyenler’den Muzaffer Kaya,  kendisini Silivri Cezaevi’nde ziyaret eden Hukuk Politik dergisinden avukat Ümit Altaş ve Arin Manca’ya konuştu. Tutuklama kararı veren savcının cezaevine sevklerinin yapılması için imzalaması gereken evrakı imzalamayı unutunca, gece 12.00’de polislerle beraber savcının evinin önüne gidip belgenin imzalanması beklediklerini söylüyor. Metris Cezaevi’nden Silivri Cezaevi’ne gönderilen Kaya,  Silivri’ye girişte yalnızca iç çamaşırları kalacak şekilde soyulduklarını ve “utanç verici” aramaya maruz kaldıklarını anlatıyor.  Kaya bütün yaşadıklarına rağmen “Biz suçsuzuz ve haklıyız ve kimse de buna dokunamayacak”  diyor.

Söyleşinin satırbaşları şöyle:

Kararı duyduğunuzda aklınıza ilk gelen ne oldu?

Dört yaşındaki oğlum Can. Onu göremeyecek olmam ve bunun nedeninin ona nasıl anlatılacağı sorusu.

O günden bugüne hiç görebildiniz mi?

Hayır. Psikologlarına sorulacak, eğer uygun görürlerse annesi açık görüşe getirecek.

Dosya savcısı İrfan Fidan’ı görebildiniz mi?

Hayır. Ne emniyet, ne de savcılıkta kendisini hiç göremedik. Fakat tutuklanma sonrası sanırım kendi evinin bulunduğu sitenin önünde misafir edildik (gülüyor).

Bir dakika, tutuklanma sonrası direkt cezaevine götürülmediniz mi?

 (Gülüyor) Tutuklanma kararı ile birlikte polisler üçümüzü aşağıya indirdiler. Esra Hoca’yı ayrı arabaya, benimle Kıvanç’ı da ayrı bir arabaya bindirdiler. Savcının cezaevine teslimimizden önce imzalaması gereken evrak varmış. Gün boyu adliyede olmadığından mı, yoksa polislerin unutkanlığı mı bilemiyorum, bu evrak imzalanmamış. Polisler bu evrakı imzalatmak üzere içinde bizim olduğumuz araçla saat gece 12.00’ye yaklaşırken savcının evine gittiler. Bir polis imzalatmak için arabadan indi ve binaya girdi. Biz de diğer polislerle birlikte arabada bekledik. O sırada polisin savcıya o kağıdı imzalattığı anın görüntüsü belirdi aklımda. Düşünsenize; savcı pijama ve terlikleriyle kapıyı açıyor, uykusu bölündüğü için homurdanıyor ve hızlı bir imza atıp sonrasında kapıyı kapatıp yatağına geri dönüyor. Bu, kendisi için uykusunu bölen ve ona yalnızca saniyelik rahatsızlık veren bir an iken, bizim için kapatılacağımız ve günlerimizi geçireceğimiz ve sevdiklerimizden uzak kalacağımız cezaevi sürecinin başlangıcıydı.

Metris Cezaevi’ne götürüldünüz değil mi?

Evet. Metris’e geldiğimizde saat gece 12’yi geçmişti. Normal ve rencide edici olmayan bir aramadan geçirildikten sonra ayrı ayrı müşahade odalarına alındık. Ertesi gün de tek kişilik ayrı hücrelere.

Koşullarınız nasıldı?

İyiydi. Tek kişilik hücrelerde kalmamıza rağmen, sabahtan akşama kadar ortak avluya Kıvanç’la beraber çıkabiliyorduk. Gardiyanların bize yaklaşımı da çok iyiydi. Ayrıca cezaevinin kütüphanesi de çok zengindi. Marks, Troçki kitaplarından Evrim Alataş’ın romanlarına kadar geniş bir liste vardı. Her gelen mahkum tahliye olduktan sonra kendisine gelen kitabı cezaevi kütüphanesine bırakıyormuş, bu gelenek sayesinde zengin bir liste oluşmuş.

Metris’te ne kadar kaldınız?

Beş gün. Gardiyanlardan biri , “Artık burada kalırsınız, başka yere gönderilmezsiniz” dedi. Ben de temizlik malzemeleri satın alıp neredeyse her köşeyi silecek şekilde ayrıntılı bir temizlik yaptım. Kendime bir de yeni, temiz bir nevresim aldım. Sonra ertesi gün, aynı gardiyan gelip “Çabuk toparlanın, Silivri’ye gidiyorsunuz!” dedi. Bir sürü alışveriş yapmıştık, kitaplarımız vardı. Eşyalarımızı hızlı bir şekilde çöp torbalarına doldurdular ve gardiyanın aceleciliğiyle beş dakika içinde toparlandık.

Neden Silivri’ye gönderilmenize karar verilmiş, bir açıklama yapıldı mı?

Yok hayır. Sadece gardiyanın biri, “CHP’li milletvekiller sizin tecritte olduğunuzu söylemiş, bu nedenle Silivri’ye gönderiliyorsunuz” dedi. Tabii ki inanmadım buna.

Silivri Cezaevi’ne götürülmeniz esnasında neler yaşadınız?

Tam bir arama terörüne maruz kaldık. Bütün eşyalarımızı yere yığdılar. Önce bizi arama odasına aldılar. Daha önce zaten elle aramışlardı. Üstümüzdekileri yalnızca iç çamaşırlarımız kalacak şekilde çıkarttırdılar. Çıkardığımız elbiseleri bir kaç kez x-ray’den geçirdiler. Daha sonra ellerimizi ensemize koyup çömelmemizi ve öksürmemizi istediler. Cihazı anüsümüze tutup tarama yaptılar. Çok utanç vericiydi. Tüm itirazlarımıza rağmen bunun rutin, herkese yapılan işlem olduğunu belirterek devam ettiler. Sonra eşya aramasına geçildi. İki plastik masa yan yana getirildi. Eşyalar o masalara koyuldu. Sonrasında o eşyalar iki gardiyan tarafından ayrı ayrı tek tek sıkılmak suretiyle tekrar arandı ve sonrasında da x-ray’dan geçirildi. Diş macununu, içinde bir şey olabilir diye kapağını açmadan iki kez sıkarak aramadan geçirdiler.

Arama bitti. Peki sonrası?

Aramanın bittiğini düşünme. Hücrenin kapısında bir daha aradılar. Atılmayan eşyalarımız poşetin içine konmuştu. Bunlar da yine tek tek gardiyanlar tarafından aranıp bana verildi. Bir an için kendimi Kuzuların Sessizliği filmindeki Hannibal karakteri derecesinde tehlikeli bir mahkum gibi hissettim (Gülüyor).

Kıvanç Ersoy’la ayrı hücrelerde mi kalıyorsunuz?

Evet. Bu kez aynı avluya da çıkamıyoruz. Yanımdaki hücrede tutulmadığını biliyorum. Öyle olsaydı, en azından bağırarak da olsa arada konuşabilme imkanımız olurdu.

Mektuplarınız düzenli ulaşıyor mu?

Silivri’ye geldiğimden bugüne elime ulaşan mektup olmadı.

Tutuklanmanıza, iktidarın tehditlerine ve idari soruşturmalarına rağmen dışarıdaki dayanışmanın azalması beklenirken daha fazla arttığını görüyoruz. Sizce bunun nedeni nedir?

Bence herkes artık bir uçurumun kenarına geldiğimizin farkında. Bu ülkede ifade özgürlüğünü savunamazsak, insanlar ölmesin diyemezsek, yapılacak ne kalır ki? İşte tam da bu cesaretin, imzacı sayısının artmasının ve dışarıdaki dayanışmanın büyümesinin sebebinin uçurum kenarında olmamız duygusunun net olarak hissedilmesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Bulunduğumuz bu pozisyon, korku yerine daha sıkı bir kenetlenmeyi doğuruyor. Çünkü korkmanın, en temel haklarımızı savunamamanın bir adım ötesi yok. Biz suçsuzuz ve haklıyız ve kimse de buna dokunamayacak.

Söyleşinin tamamı için tıklayınız

Kategoriler

Güncel Türkiye Gündem



Yazar Hakkında