'Soykırım tasarısı Türkler de dâhil pek çok Almanyalının gözünü açmış olabilir'

Uzun yıllar boyu Almanya'nın Ermeni Soykırımı'ndaki sorumluluğunu araştırmış iki isme, Der Spiegel dergisinin eski şef editörlerinden tarihçi Wolfgang Gust ile çalışmalarını New York Şehir Üniversitesi’nde sürdüren Alman tarihçi Eric Weitz’a iki soru yönelttik.

Alman Parlamentosu’nun 2 Haziran’da kabul ettiği Ermeni Soykırımı Tasarısı’na dair tartışmalar sürüyor. Ancak bu tartışmaların ne yazık ki çok küçük bir kısmı tasarı metninin esas içeriğiyle ilgili… Konu, Türkiye medyasında bir tür ülkeler arası restleşme bağlamında ele alınırken, tasarıyı okuyanlar, Bundestag üyelerinin kabul ettiği metnin Türkiye’ye yönelik bir suçlama tasarısından ziyade, Almanların Ermeni Soykırımı’ndaki sorumluluğunu kabul ederek, kendi tarihleriyle yüzleşmek amacıyla kaleme alındığını görüyordu. Peki, nedir Almanların Ermeni Soykırımı’ndaki sorumluluğu? Uzun yıllar boyu bu konuyu araştırmış iki isme, Der Spiegel dergisinin eski şef editörlerinden tarihçi Wolfgang Gust ile çalışmalarını New York Şehir Üniversitesi’nde sürdüren Alman tarihçi Eric Weitz’a iki soru yönelttik. İlk soru tasarıda bahsi geçen Almanya’nın sorumluluğunun tam olarak ne anlama geldiği, diğer ise Bundestag’daki bu kararın diğer ülke parlamentolarında alınana kararlardan nasıl ayrıştığı oldu.

Bundestag’da kabul edilen tasarıda bahsi geçen Almanya’nın Ermeni Soykırımı’ndaki sorumluluğu sizce nasıl tanımlanabilir?

Gust: Almanlar I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın en önemli müttefikiydi. Almanya’nın maddi ve askeri desteği olmasaydı, Osmanlı’nın bir Rus saldırısı karşısında toprak bütünlüğünü koruma şansı olmazdı. 
Diplomatik düzeyde, Almanya kendi konsoloslarının raporlarıyla gayet güzel bilgilendirilmişti ki bu raporlar bir Ermeni soykırımı yaşandığını doğruluyordu. Alman elçiliklerinin Osmanlı hükümetine yönelik itirazları oldukça zararsızdı ve bir barış görüşmesi talebiyle yazılmışlardı. Amaçları Almanları aklamak ve kendilerini Ermenilere yardım etmeye çalışmışlar gibi göstermekti. Almanya Dış İşleri’nin liderlerinin gerçek tepkisiyse farklıydı. Şansöyle Bethmann Hollweg siyasi çizgisini şöyle ifade etmişti: “Tek amacımız savaş bitene kadar Türkiye’yi yanımızda tutmak, bu sırada Ermenilerin yok olup olmamasının bir önemi yok.”
Ermeni Soykırımı ve Almanya’nın rolünü değerlendirmek açısından daha önemli olansa Türkiye’deki önde gelen Alman askeri danışmanlar ve subaylar. Resmi olarak Alman General Liman von Sanders’in komutasındalardı. Türkiye’deki Alman askeri misyonunun başında olan von Sanders, tehcire karşıydı. Fakat Alman subayların çoğu Türk ordusu, özellikle de genelkurmay ve kara kuvvetleri bünyesinde çalışıyordu. Yani doğrudan Savaş Bakanı Enver Paşa’nın kontrolündelerdi. Bu yüksek rütbeli subaylardan biri olan Otto Feldman, Alman subayların Ermenilerin savaş bölgelerinden çıkarılması için tavsiye verdiğini kabul etti. Diğer subaylarsa Ermeni sivillere yönelik askeri operasyonlarda aktif olarak yer aldılar. 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın yakın arkadaşı olan Wolffskeel von Reichenberg, çeşitli şehirlerdeki Ermeni bölgelerine yapılan saldırıları bizzat yönetti. Demiryollarındaki askerlerden sorumlu olan Silvester Böttrich, Bağdat demiryolunun inşaatında çalışan Ermenilerin tehcir kararını imzaladı. 
Bunların hepsi Almanya Dış İşleri Bakanlığı’nın savaş arşivlerinde belgelenmiş durumda. 
Almanya Federal Meclisi’nin tasarısında Ermeni Soykırımı’ndan sadece başlıkta ve Almanya cumhurbaşkanından yapılan bir alıntıda bahsediliyor. Özür belirten ayrı bir cümle yok. Alman askeri kuvvetlerinin Türkiye’ye verdiği son derece önemli destek ve Ermenilere karşı yaptıkları, meseleden genel hatlarıyla bahseden tek bir atfa indirgenmiş. Görünüşe göre bu, birkaç yıl önce de şahit olduğumuz, Almanlara özgü bir hadise: Araştırmacılar, Yahudi Soykırımı’nda sıradan askerlerin de önemli bir rol oynadığını keşfetti. O zamana kadar sadece SS ve suçluların bundan sorumlu olduğu, hayranlık beslenen savunma güçlerininse – Wehrmacht - masum olduğu düşünülüyordu.

“Doğu’nun Yahudileri”

Weitz: Ermeni Soykırımı, Osmanlı’nın son dönemlerinde görev yapan Jön Türk hükümetinin işlediği bir suçtur. Hükümet liderleriyle görevlileri ve İttihat ve Terraki Partisi sorumlu taraflardır. 
Ne var ki, bildiğimiz gibi Osmanlı I. Dünya Savaşı’ndan Almanya ve Avusturya-Macaristan’ın müttefikiydi. Alman ‘yetkililer’ – subaylar, büyükelçiler ve konsoloslar - Ermenilerin yerlerinden edilmesi ve öldürülmesi sürerken tam olarak neler olduğunun farkındaydı. Birkaç önemli istisna dışında bu Alman yetkililer soykırıma ses çıkarmadı. Sadece Temmuz 1915’te, artık epey geç kalınmışken, Büyükelçi Hans von Wangenheim, Erzurum ve diğer yerlerdeki konsoloslarının dilekçelerine cevaben, Jön Türkler’e ve Berlin’deki üstlerine gönülsüz itirazlarda bulundu. Bu itirazlar Berlin’de kale alınmadı. Resmi açıklama, Ermeniler bir güvenlik riski oluşturduğundan ortadan kaldırılmalarının bir savaş zorunluluğu olduğu şeklindeydi.
Bu açıklamanın yalnızca bir kısmı… Alman yetkililer yıllarca Ermenilere karşı duydukları büyük antipatiyi dile getirmişlerdi. Ermenilere, çalışkan ve namuslu Türkleri sömüren  “Doğu’nun Yahudileri” diyorlardı. Almanya, Osmanlı İmparatorluğu’nu emperyalist genişlemesinin önemli bir alanı olarak görüyordu. Her şeyden öte, Almanya’nın ticari çıkarlarının büyümesi ve Anadolu ve Ortadoğu’da büyük bir nüfuza sahip olmak için Britanya, Fransa ve Rusya gibi Avrupalı rakipleriyle aşık atabilmesi için Osmanlı İmparatorluğu’nun istikrarlı olmasını istiyorlardı. Bu yetkililer için, istikrarın karşısındaki en büyük tehdit Ermenilerdi. Bu nedenle İttihat ve Terakki’nin üçlü yönetimi Ermenileri öldürmeye başladığında Alman yetkililer en iyi ihtimalle olanlara kayıtsız kaldı ve aslında aktif olarak destek verenler de oldu. 
Diğer Almanlarsa Ermenilere uygulanan şiddet karşısında dehşete düştü. Fakat onların sesi, Jön Türkler’e kuvvetli bir şekilde destek veren diplomat heyeti, askeri kurul, sivil hükümet ve bizzat Alman imparatorunu bastıramazdı. Bu anlamda Almanya elbette soykırımın suç ortağıdır.

Almanya Federal Meclisi’nin Ermeni Soykırımı Tasarısı diğer parlamentoların kararlarından ne ölçüde ayrışıyor?  

Gust: Meclisin tasarısı diğer tasarılara oldukça benziyor ve bu en hafif ifadeyle şaşırtıcı ki bence skandal olarak da görülebilir. Zira Almanlar Ermenilerin yaşadığı trajedinin gözlemcileri değil aktörleriydi. Alman vekillerin Ermeni Soykırımı’na dair Almanya ve diğer ülkelerde yapılan yanlış değerlendirmeleri açıklığa kavuşturma, Alman İmparatorluğu ve temsilcilerinin I. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’de yaptıkları hataları düzeltme ve hem Türk hem de Alman tarafındaki soykırımın gerçek faillerini ve işbirlikçilerini ortaya çıkarma şansı vardı. Fakat Almanya’nın “ortak sorumluluğuna” dair genellemelere sığındılar. Almanların soykırımı durdurmayı veya hiç olmazsa hafifletmeyi başaramayışlarına odaklanmak yerine, tüm dünyadaki Ermeni diasporasına hiçbir atıfta bulunmadan Türkiye ve Ermenistan Ermenileri arasındaki uzlaşmaya odaklandılar. Bu Alman vekillerin görevi değil ve rahatlıkla yabancı ülkelerin işlerine karışmak olarak algılanabilir. Alman vekiller yaptıkları konuşmalarda Almanların işlediği birçok suçtan bahsettiler ama ileride bahsedilecek olan resmi tasarı metni olacak. 
Bu resmi tasarıda hiçbir Alman üniversitesinin müfredatında Ermeni Soykırımı’nın yer almadığından bahsedilmiyor. Alman çocukları Ermeni Soykırımı hakkında hiçbir şey öğrenmiyor ve buna 3 milyon Türk kökenli Almanın veya Almanya’da yaşayan Türklerin çocukları da dâhil. Ermeni Soykırımı’na dair eğitim resmi hiçbir yardım almayan şahsi teşebbüslere bırakılmış durumda. I. Dünya Savaşı sırasında Alman kamuoyunu Türkiye’de yaşanan vahşet konusunda bilgilendirmeye çalışan birkaç Almandan biri olan misyoner Johannes Lepsius’tan bahsediliyor. 1916’da sürmekte olan soykırım hakkında çok önemli bir kitap yazdı. Tasarıda Alman vekillere gönderilen ama Prusya’nın sansürüne uğrayan 100 kopyadan bahsediliyor. Fakat Lepsius’un arkadaşlarının gizlice basıp Alman Protestan Kilisesi’nin merkezlerine gönderdiği yaklaşık 20 bin kopyadan bahseden yok. Bütün bu kitaplar gönderilen yerlere ulaşmış, fakat bir kopya bile cemaatle paylaşılmak üzere papazlık makamına gönderilmemişti. Proteston Kilisesi binlerce Almanın bilgilenmesine ve belki de binlerce Ermeni’nin kurtarılmasına engel oldu.
Bu tasarı, Ermeni Soykırımı’na resmi olarak soykırım diyerek - Türk kökenliler de dâhil - pek çok Alman’ın gözünü açmış olabilir. Ayrıca Almanların ve diğerlerinin yaptığı diğer soykırımları da görmelerini sağlayabilir. Bunlardan en önemlisi de bugünkü Namibya’da bulunan eski Alman sömürgesinde yaşayan Herero halkının öldürülmesidir ki Almanya’da neredeyse kimse Namibya diye bir ülkenin varlığından haberdar değil. Ve nihayet dikkatler I. Dünya Savaşı’na da çekildi; uzun süredir bütün o dehşetiyle II. Dünya Savaşı’nın gölgesinde kalmıştı. Biz Almanlar Shoah’ın kabul edilmesinden gurur duyuyoruz, her ne kadar bu dış baskılardan sonra yaşanmış ve çoğu Alman’ın ve yabancının düşündüğünün aksine tamamen araştırılmamış bir mesele olsa da.

Weitz: Meclisin tasarısı son derece açık ve net ifade edilmiş. Jön Türkler’in sorumluluğunu ve bunun bir soykırım olduğu gerçeğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Tasarının, Ermenilerle birlikte soykırıma uğramış başka bir Hıristiyan topluluğu olan Süryanilerden bahsetmesi de önemli. 
Tasarı Almanya’nın rolü konusunda daha güçlü olabilirdi. Mesele sadece Alman ordusunun soykırım başladığında buna engel olmaması değil. Eylemleri başlatan Almanlar olmasa da aktif bir suç ortaklıkları var. 
Şimdi sıra meclisin - Holokost’un yanı sıra - Almanların işlediği diğer bir soykırımı, yani bugünkü Namibya’daki Herero ve Nama halklarına yönelik soykırımları tanımasında.



Yazar Hakkında