‘Sanat her şeyden önce inceltir’

Craft Tiyatro’nun sahnelediği ‘Uğrak Yeri’ (Vincent River) adlı oyunda, eşcinsel oğlunu nefret cinayetine kurban vermiş bir anneyi canlandıran İpek Bilgin, geleneksel aile kavramının sorgulanması gerektiğini söylüyor

MARAL DİNK                                                                         Fotoğraf: Erhan Arık
maral@agos.com.tr

Başarılı oyuncu İpek Bilgin, birkaç ay önce kurulan Craft Tiyatro’nun sahnelediği ilk oyun ‘Uğrak Yeri’nde, eşcinsel oğlunu nefret cinayetine kurban vermiş bir anneyi canlandırıyor. Bilgin, yaklaşık olarak 25 yıl Ankara Devlet Tiyatrosu’nda çalışmış ve çeşitli üniversitelerde oyunculuk eğitimi vermiş. ‘Bıçak Sırtı’, ‘Hırsız Polis’, ‘Ezel’ gibi çok izlenen dizilerdeki başarılı performansıyla dikkat çeken Bilgin, aynı zamanda birçok ünlü dizi oyuncusunun koçluğunu yapıyor. Bir eşcinsel cinayeti üzerinden, aile içinde başlayan faşizm, yüzleşme gibi konuları ele alan, Philip Ridley’nin ‘Uğrak Yeri’ adlı oyununda göz dolduran İpek Bilgin’in evine konuk olduk.

•          Yönetmen Sami Berat Marçalı ve oyundaki partneriniz Barış Gönenen, iki yeni ve genç isim. Onlarla çalışmak nasıldı?

Sami’nin daha önce yazdığı ve yönettiği oyunları izlemiş ve çok başarılı bulmuştum. Onunla arkadaş gibiyiz; çalışırken de aramızda bir hiyerarşi yok. Ben dominant biriyimdir; bir de, daha fazla yaşamış birinin deneyimi, haliyle daha fazla oluyor. O yüzden provalarda tatlı itiş-kakışlar yaşandı. Bitince yine eski halimize döndük. Barış ise çok yetenekli bir oyuncu. Dünyaya bakma biçiminde açıklık olan oyuncu, oyunculuğa ve role de aynı açıklıkla bakar. Barış da çok açık ve iştahlı bakıyor dünyaya. Oyuna çok yakıştığını düşünüyorum.

•          Oyunda oğlunu nefret cinayetine kurban vermiş bir anneyi canlandırıyorsunuz. Zorlandınız mı?

‘Uğrak Yeri’nin metni çok zor. Önde bir hikâye akıyor, arkada da annenin öyküsü duruyor. Bir yandan hikâyeyi korurken annenin öyküsüne de vurgu yapabilmek, diğer yandan cinsel seçimlere sert bakan bir insana dönüşebilmek zor bir işti. Benim için oyunun en hoş yanı, iki farklı kuşaktan insan arasındaki paylaşım. Anne, oğlunun ölümünden sonra kendisini takip eden genç adamla karşılaşıp hikâyeyi paylaşıyor.

•          Anne, oğlunun eşcinsel olduğunu kabul etmek istemiyor. Bunun nedeni, annenin kendi gençliğinde de benzer bir mahalle baskısı yaşamış olması olabilir mi?

Aslında baskı, öncelikle, uzak toplumdan ziyade yakın toplumdan, yani aileden geliyor. Geleneksel aile kavramının sorgulanması gerektiğine inanıyorum. Aile sana birtakım kodlar veriyor. Onların dışına çıkabilmen ve şahsi düşünceni üretmen gerekir. Annenin eşcinsel oğluna gözlerini kapaması ise, bize hiç yabancı bir durum değil. Yıldırım Türker’in Zeki Müren hakkında bir yazısı vardı. Zeki Müren’i bilip, görüp, “Ben eşcinsel nedir bilmiyorum” diyen milyonlarca insan var. Zeki Müren hayatı boyunca o dengeyi yürüttü, 50 milyon da bilmiyormuş gibi davrandı.

•          LGBT bireylerin mücadelesine destek verip, “Allah korusun, benim çocuğum olmasın” diyen bir kesim de var...

Türkiye’de birçok alanda olduğu gibi bu konuda da bir ikiyüzlülük var. Senin için acı verici bir durum olsa bile, onunla baş etmenin, birlikte yaşamanın yolunu bulmak zorundasın. Sahici yaşamak böyle bir şey, aksi takdirde kendine yalan söylemiş oluyorsun.

•          90’lı yıllarda İngiltere’de ortaya çıkan tiyatro akımı ‘in-yer-face’ (yüzevurumcu tiyatro), son yıllarda Türkiye’de sık sık tercih ediliyor. İçerdiği şiddet ve müstehcenlikle seyirciyi sarsan, hakikatle yüzleştiren bu akımla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Benim en sevdiğim türlerden biri, çünkü bugüne dair bir şeyler söylüyor. Ayrıca oyunculukta da gerçekliği zorlamak, daha ötesine gitmek zorundasın. Bazıları “Oyunda küfür, cinsellik neden var?” diyorlar. Sahnede hayatı yeniden yaratıyorsam, neden küfür ve cinsellik sahnede olmasın? Bunu yaparken takındığın tavır önemli. Militanca değil, sakin bir şekilde yapmalısın. ‘In-yer-face’, izleyiciyi sert bir şekilde sarsıyor, ama gürültü etmiyor. ‘In-yer-face’te yaşadığını, bildiğini izliyorsun. Düşündürür mü bilmiyorum. Bir hocam “Tiyatro inceltir” derdi. Sanat sorgulamanı sağlayabilir ama her şeyden önce inceltir.

•          Oyunculuk ve eğitmenliği bir arada yürütüyorsunuz. İkisi de farklı tat veriyordur muhakkak…

Eğitmenlik değil, paylaşım demeyi tercih ediyorum. Murat Daltaban, Muhammet Uzuner, Tülay Günal ilk öğrencilerimden oldular. Ne öğrendiysem onlarla paylaştım. Sonra bu istek gördü. Bildiğini öğretmek ve onların başarısını görmek çok farklı bir keyif veriyor. Oyunculuk ise cambazın ip üstünde yürümesi gibi. Bir yandan keyif alırken, diğer yandan risk altındasın. Unutabilirsin, doğru yansıtamayabilirsin.

•          Türkiye’de son yıllarda Kürtçe oyunlar da sergileniyor. Nasıl buluyorsunuz bu gelişmeyi?

Geçenlerde Türkçe üstyazılı Kürtçe ‘Disko 5 No’lu’ adlı bir oyun izledim. Oyunun ‘illa Kürtçe oynayacağım’ gibi bir tavrı yoktu, estetik bir şeyi Kürtçe olarak yansıtıyordu. Bana şunu düşündürdü: Belçika’da veya İsviçre’de bir kapının üstünde üç dilde ‘açınız’ yazısını, şişenin üzerinde üç dilde ‘süt’ kelimesini görmek gayet sıradan bir durum; Türkiye’de ise hayatında tek bir Kürtçe kelime duymamış olanlar var. Bu nasıl mümkün olabilir? Çok kolay, çok basit şeylerden bahsediyorum. Kürt diliyle ilgili hakların elde edilmesi gibi büyük cümlelerle konuşulabilir. Ancak, bahsettiğim tiyatro oyunu gibi küçük şeylerle, o dili topluma enjekte ederek hayatın bir parçası haline getirmek de mümkün.

•          Şehir Tiyatroları tartışmasına nasıl bakıyorsunuz?

Revizyonun bu şekilde yapılmasına kesinlikle karşıyım. “Türk örf ve âdetlerine uygun oyunlar seçilecek” gibi bir şey sanatta kabul edilemez. Kimse film seyretti diye katil veya eşcinsel olmaz. Sanat, var olanı gösteriyor. Hayatın kendisinde var olduğu için ‘Kurtlar Vadisi’ diye bir dizi çekiliyor. Sıralama böyle.

•          Yeni projelerinizden bahseder misiniz?

Can Kılcıoğlu’nun, çekimleri Temmuz’da başlayacak olan ‘Karnaval’ında, Gaye Boralıoğlu’nun ‘Aksak Ritim’inde ve Yılmaz Erdoğan’ın yeni filminde rol alacağım. 

Kategoriler

Güncel Türkiye