Sivil toplum Türkiye-Ermenistan hattında yeni yollar arıyor

STK’ların çok yönlü faaliyetleri, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde ‘iki yakın halk, iki uzak komşu’nun birbirini daha iyi tanıması için değerli birer adım olarak tarihteki yerini aldılar. Öte yandan, bugün gelinen noktada, yapılamayanların ya da bundan sonra yapılması gerekenlerin de ortaya konması gerekiyor. Sözü, bu alanda son yıllarda en çok değer üreten, emek sarf eden STK’lara bıraktık.

LİLİT GASPARYAN
lilitgasparyan@agos.com.tr

İçinde bulunduğumuz yüzyılın en çok konuşulan kavramları arasında sivil toplum ve sivil toplum kuruluşları yer alıyor. İki veya daha çok ülke arasında yaşanan çatışma ve anlaşmazlıkların çözümünde de sivil toplum ve STK’lar önemli bir işlev görüyor. Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde de özellikle son 10-12 yıldır STK’lar, bir aktör olarak sahnede yerlerini aldılar. İki ülke arasında diplomatik ilişkilerin olmaması ve sınırların kapalı olması ciddi bir handikap yaratıyor olsa da, sivil toplum faaliyetleri buzdağını adeta üfleyerek eritmeye çalışıyor.

İki ülkeden gazeteciler, akademisyenler, öğrenciler ve sanatçıların katıldığı toplantılar, çalıştaylar, hazırlanan raporlar ve kitaplar, geziler, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde ‘iki yakın halk, iki uzak komşu’nun birbirini daha iyi tanıması, anlaması için şüphesiz küçük ama değerli birer adım olarak tarihteki yerlerini aldılar. Öte yandan, bugün gelinen noktada, yapılanların yanında yapılamayanların ya da bundan sonra yapılması gerekenlerin de açık yüreklilikle ortaya konması gerekiyor. Bu, elbette bir gazetenin sayfalarına sığmayacak kadar zengin bir tartışma alanını ima ediyor. Ancak elbette bu tartışmaların da bir yerden başlaması ve şeffaf bir şekilde sürdürülmesi gerekiyor. Bunu başlatmak için de Agos’un anlamlı bir mecra olduğunu düşündük. Amacımız bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek. Bunun için de öncelikle sözü, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde son yıllarda en çok değer üreten, emek sarf eden STK’lara bıraktık. Türkiye’den Küresel Siyasal Eğilimler Merkezi (GPoT), Türkiye Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı (TESEV), Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırmaları Vakfı (TEPAV), Anadolu Kültür, Hrant Dink Vakfı, Türk-Ermeni İş Geliştirme Konseyi (TABDC) Ermenistan’dan Avrasya İşbirliği Fonu (EPF), Yerevan basın Kulübü (YPC) ve Sanayiciler ve İşadamları Birliği (UMBA) yetkilileri bugüne kadar yapılanları ve bundan sonra yapılması gerekenleri anlattılar.   

‘Siyasi süreçleri etkileyemedik’

Aybars Görgülü (TESEV)

TESEV Türkiye’de iki ülke ilişkileri üzerinde çalışan ilk kurumlardan biri. Normalleşme sürecine katkıda bulunmaya 2006’da başladık. Ermenistan’a Aralık 2006’da gazetecilerin, akademisyenlerin katıldığı bir keşif gezisi gerçekleştirdik. Daha sonra Aleksandr İskandaryan’la birlikte bir çalışma başlattık ve iki ortak yayın hazırladık. Bunlar o güne kadar yapılan ilk çalışmalardı. Ermenistan’da ve İstanbul’da çok sayıda toplantı gerçekleştirdik. Tabii bu süreçte birtakım sorunlar yaşadık, çünkü iki tarafın da anlaşamadığı konular çoktu. 

Daha sonra bu işin çapını biraz daha genişletmeye karar verdik ve bu toplantıları Kars’ta, Adana’da ve İzmir’de yaptık. Amaç, Türkiye-Ermenistan ilişkileriyle ilgilenen kitleyi biraz daha genişletmekti. Zor bir işti, çünkü İstanbul’da, Ankara’da insanlar belli bir farkındalığa ulaştılar ama Türkiye’nin genelinde Ermenistan, 1915 gibi konularda farkındalıktan söz edemeyiz. Bu konular Türkiye genelinde hâlâ birer tabu. Bu nedenle bazı şehirlerde partner bulmakta zorlandık.

İçinde bulunduğumuz dönemde daha çok güney Kafkasya çerçevesinde Ermenistan-Türkiye ilişkileri üzerine eğildik. İki ülke arasındaki ilişkilerde bölgesel perspektifle yaklaşmak gerektiğini düşünüyoruz. Azerbaycan’ı da dahil edebileceğimiz projeler yapmayı planlıyoruz. Bunlar henüz proje aşamasında.

İki ülke arasında resmi ilişkiler olmadığı için şu anda bütün yük STK’ların üzerinde. STK’ların çalışmaları hükümetlerin kararları üstünde pek etki yaratmıyor. Hükümetlerin bu süreçler içinde bir şekilde yer alması gerekiyor. Tabii ki birtakım temaslar oluyor, Türk diplomatlar da gidiyorlar Ermenistan’a ama bizim projelerimize ve toplantılarımıza herhangi bir katılım yok. Olsaydı en azından Ankara’daki algıları değiştirmek açısından bir farklılık yaratırdı, çünkü Türkiye’nin yeni Kafkasya siyaseti daha çok Azerbaycan üzerinden yapılıyor. Ermenistan maalesef çok önemsiz bir aktör olarak kabul ediliyor. Bu da Türk dış politikası alçısından bir handikap yaratıyor.

Bugüne kadar uygulanan projelere baktığımızda en önemli eksiklik bu projelere katılanların hemen hemen hep aynı insanlar olması. Bunu değiştirmek gerekiyor. Ermenistan açısından bunu değiştirmek kolay değil ama Türkiye 70 milyonluk bir ülke. Katılımcıların sayısını ve çeşitliliğini artırmak Türkiye’de daha mümkün.

Bu tür toplantıları, projeleri, Mardin, Antep gibi şehirlere taşımak gerekiyor. Bunun sembolik anlamı çok büyük. Daha önceleri Ermenilerin kalabalık olduğu şehirlerde bu çok büyük bir tabu ve bunu kırmamız gerekiyor. Mesela Adana’da Çukurova Üniversitesi’nde yaptığımız toplantıda öğrencilerden izlenim yazısı istedik. Birbirinden çok farklı yazılar yazıldı. Çok farklı görüşler, algılar var. Sınırlar açılsa da daha yapacak çok iş var. Elbette sınır açılsa işimiz kolaylaşacak. Kars’tan bir saatte Ermenistan’a girmek mümkün olacak. Bu çok şeyi değiştirir. Öte yandan, sınırların açılması her şeyi çözmez. Yunanistan’la sınırlar açık ama toplumsal barışın olduğundan çok emin değilim. Normalleşmeyle uzlaşmayı ayırmak gerekir. Toplumsal uzlaşmayı sağlamak için daha yapılması gereken çok iş var.

Sivil toplum adına en büyük başarı, özellikle medyada Ermenistan’a karşı olumsuz bakışın önemli ölçüde değişmesi oldu. Medyadaki dil değişimini çok önemsiyorum. Öte yandan siyasi süreçleri etkileyemediğimizi görüyorum. Protokollerle başlayan olumlu hava daha büyük, somut sonuçlar verebilirdi.

‘Projeler esnek olmalı’

Boris Navasardyan (YPC)

Bugüne kadar gerçekleştirilen projeler, ilişkilerin normalleşmesine katkıda bulundu diyebiliriz. Özellikle Türkiye’de gazetecilerin yaptığı haberler üstünde olumlu bir etkisi oldu, ki bu da azımsanacak bir şey değil.

Bu süreçlerde karşılaşılan engellerin başında resmi siyasi durum ve iki ülke arasındaki alan ve kaynak asimetrisi gibi nesnel faktörlerle ilgiliydi.

Uluslararası destekçilerce kabul edilen projeler için çoğunlukla gerekli olan planlama, her zaman yeterli esnekliğe imkân tanımıyor. Bu durum, belirli bir ortamda planlanan proje unsurunun önemini kaybetmesi ya da siyasi ortamın değişmesi nedeniyle istenen etkiyi yaratmamasını doğurabiliyor.

‘Karar mekanizmalarını hedeflemeliyiz’

Mensur Akgün (GPoT)

Bizim hedefimiz, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin kurulması ve sınırın açılması. Ama tabii bu hedefe ulaşmak çok zor. Hedefimiz bu olduğu için yaptıklarımız henüz bir işe yaramadı diyebiliriz. Öte yandan, Ermenistan ve Türkiye’nin birbirini tanıması gibi daha mütevazı bir hedef koyarsak, gerçekten ilk başladığımız noktadan bugüne çok büyük fark var.  AB, ABD ve Alman vakıfları maddi destek vermeselerdi bütün bu faaliyetleri gerçekleştiremezdik. Ermenistanlı ortaklarımızla birçok ülkedeki ortaklarımızdan daha derin bir samimiyetle çalışıyoruz. Bu çok önemli bir ayrıntı. 

İstediğimiz noktada değiliz tabii ki. Mesela ben Ermeni gazetecilerin Türkiye’nin iyi yönlerini yazmasını isterdim. Ama yine de başladığımız noktadan daha iyi bir yerdeyiz. İlk Ermenistan’a gittiğimizde “Geleceğiz, topraklarımızı geri alacağız” türünden konuşmalar oluyordu. Artık, “nasıl ilişkileri geliştirebiliriz”, “ne tür ekonomik faydaları olabilir”, “STK’ların ne yapması gerekiyor” gibi tartışmalarımız oluyor.

Somut sonuçlar elde etmek için Ermenistan’a Karabağ konusunda küçük de olsa bir adım attırmalıyız; Türkiye’yi de Başbakan’ın Bakü’de söylediği “Karabağ’dan çekilme olmadan sınırı açmayız” sözünden vazgeçirmeliyiz. Sivil toplum faaliyetleri yumuşamaya hizmet ediyor; bunlar gerekli ama yeterli değil. Çünkü devletlerin zihniyetini değiştirmek kolay değil.

Projelerde daha çok gençlere yöneldik ama farklı mesleklere ve kamuoyunda etkili kişilere ağrılık verseydik daha iyi olurdu. Bundan sonra devletin karar mekanizmalarına yakın insanları bir araya getirmeye çalışmalıyız.

‘Filmlere ağırlık vermeliydik’

Gevorg Ter-Gabrielyan (EPF)

Projelerimizin farklı hedefleri vardı. Genel olarak bütün projelerde hedefe ulaşıldı. Hiçbir zaman sınırın açılması gibi büyük bir hedef koymadık önümüze. Bu zaten elimizde olan bir şey değil. Daha çok Türklerle Ermeniler arasındaki güvensizliği ortadan kaldırmak için çabaladık. İki toplumun birbirine daha çok güvenebileceği, soykırım gibi derin bir sorun hakkında ortak bir noktada buluşabileceği verimli bir zemin oluşturmaya çalışıyoruz. Amacımız ticaretin gelişmesi, bilim insanlarının beraber projeler yürütmesi, öğrencilerin birbirleri hakkında neler öğrendiklerini görmesi ve ortak tarihe sahip olan mimarların işbirliğidir. Sınırın kapalı olması, diplomatik ilişkilerinin ve soykırım konusunda devlet düzeyinde konsensüsün olmaması çok üzücü. Fakat toplumlar devletleri bekleyemez. İnsanlar normal ilişkiler ve komşuluk istiyor.

Türkiye’deki televizyon kanallarının Ermenistan’la ilgili daha çok program yapma isteğinde olacaklarını düşünüyorduk ama öyle olmadı. Bunun yerine sinema filmleri yapsaydık daha faydalı olurdu.

En önemli kazanımımız, prensip sahibi, Batı’dakilerden daha Avrupalı, Türk akademisyen dostlarımızla tanışmamız oldu. Her yıl sayısı artan Türk misafirlerin kendi istekleriyle Soykırım Anıtına gitmeleri çok önemli bir kazanım.

En büyük başarısızlığımız hükümetlerle diyalog eksikliğimiz oldu. Biz konuşuyoruz, anlatıyoruz fakat hükümetler ne engel oluyor ne de destekliyor.

‘Üç taraflı projeler geliştirmeliyiz’

Burcu Gültekin Punsmann (TEPAV)

Biz TEPAV olarak çok daha yeniyiz. Bir yıllık bir çalışmanın ardından Ocak ayında bir rapor yayımladık. Son 20 yıldır STK’ların Türkiye-Ermenistan ilişkileri üzerinde yaptıkları bütün çalışmaları ele aldık. Nasıl daha etkin olabilir bu çalışmalar diye düşündük, biraz araştırma şeklinde beyin jimnastiği yaptık.

TEPAV olarak İstanbul’daki STK’lardan oldukça farklıyız. Ankara’da olduğumuz için iki ülke arasındaki siyasi ilişkilere katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Önceliğimiz ekonomik ilişkileri geliştirmek ve sınırı açmak oldu. Bu tür sivil toplum faaliyetlerinin en büyük başarısı bu konuda çalışan bir topluluğun oluşmuş olmasıdır. 

Diaspora’ya yönelik yeni bir inisiyatif başlatacağız. Türk-Ermeni ilişkilerinde Diaspora önemli bir boyut. Diaspora’nın Ermenistan ve Türkiye’yle olumlu gündemler oluşturmasına önem veriyoruz. Öte yandan, Ermenistan-Türkiye-Azerbaycan üçlü ilişkilerini iyileştirme projesiyle ilgileniyoruz. Ermenistan ve Türkiye’deki STK’lar arasında kurulan diyalog ve işbirliği, Azerbaycanlılarla Ermeniler arasında da işbirliğini teşvik edebilir. Üçlü projeler, Türkiye toplumunun Karabağ sorununu daha iyi anlamasını sağlayabilir.

‘Ticaret 10 katına çıktı’

Noyan Soyak (TABDC)

İki ülke arasındaki ticaret hacmi 1997’de 30 milyon dolarken bugün 300 milyon dolara çıkmış durumda. Bunda elbette sivil toplum faaliyetlerinin önemli payı oldu. Ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinin Kafkasya’da bölgesel barışa giden yolda da çok önemli bir katkı yapacağına inanıyoruz. Enerji ve telekomünikasyon alanında da önemli işbirlikleri olabilir. İki ülke arasındaki ekonomik ve sosyal potansiyeli henüz tam olarak kullanamıyoruz. Bunda elbette sınırın kapalı olmasının payı var ama sınırın hâlâ kapalı olması, sivil toplum etkinliklerinin yeterli olmadığını da gösteriyor.

‘Ortak üretimi hayata geçirmeliyiz’

Burcu Becermen (Hrant Dink Vakfı)

Ermenistan’la ilişkilerin normalleşmesi ve gelişmesini amaçlayan tüm çalışmalarımızda, siyasi gelişmelerden bağımsız, sivil toplumla işbirliği içinde, iki ülke arasında her alanda doğrudan teması teşvik ediyoruz. Bu nedenle iki ülke arasında doğrudan temasların artması, her konuda ortaklıkların geliştirilmesi ve her türlü fiziksel ve zihinsel engelin aşılması için inisiyatifler oluşturmak temel hedefimiz.

Vakıf olarak bu projeleri yürütürken karşılaştığımız zorluklar,  edindiğimiz önemli tecrübeler de oldu. Her şeyden önce Ermenistan ve Türkiye, nüfus olsun, iki ülkede yaşayan insanların birbirleri ile ilgili algıları ve beklentileri olsun  pek çok konuda simetrik olmayan, aksine asimetrik iki ülke. Her iki ülkeden sanatçıları buluşturduğumuz projelerde Ermenistanlı katılımcıların sürecin tamamında hep daha yoğun duygular yaşadığını, aynı duygu yoğunluğunu komşularında bulamayınca zorlandıklarını gözlemliyoruz. 

Türkiye’de medya sektörü Ermenistan’a kıyasla çok büyük ve önemli bir birikime sahip. Ermenistan’da geleneksel medya kuruluşlarından belli başlı isimler Türkiye’ye daha önce geldiklerinden dolayı, hemen her gün basında Türkiye ile ilgili haberlere yer verdikleri için ilgi ve beklenti düzeyleri çok farklı olabiliyor. İki ülke arasında ortak çalışmalar yapılırken buna benzer asimetrilerin dikkate alınmasının ve projelerin ihtiyaca göre şekillendirilmesinin yararlı olacağını düşünüyoruz.

Bundan sonra bu alanda yapılacak çalışmalarda, çemberin genişletilmesi, daha fazla kişinin bu sürece dahil edilmesi ve etki alanının genişletilmesi büyük önem taşıyor. İki ülke arasındaki  diyalog sürecine katkı sağlamayı hedefleyen pek çok etkinlikte hep aynı katılımcılara rastlamak mümkün. Halihazırda yapılan projelere ek olarak, staj programı, gönüllülük programı, gençlerin hareketliliğini sağlayacak özel programların hayata geçirilmesine ihtiyaç var. Örneğin Gazeteciler Diyalog Programı ziyaretlerinde gözlemlediğimiz kadarıyla, Ermenistan’dan Türkiye’ye gelerek Türkiye’deki basın kuruluşlarında staj yapmak isteyen genç Ermenistanlı gazeteciler var.   STK’lar ve  gazetecilerin karşılıklı  ziyaretleri yanında farklı disiplinlerden üniversite ve akademisyenler arası değişimlerin başlaması da çok önemli olacaktır. Üniversitelerin devreye girmesi bu işin daha sistematik yürümesini sağlar.

Kendi tecrübelerimiz ışığında ortak üretimin de diyalog sürecinde önemli bir katkı sağladığını düşünüyoruz. Sadece toplantılar, konferanslar, değişim programları değil; her iki ülkeden farklı alanlardan insanların ortak sorun alanlarında ortak üretimlere imza atacakları programları önemsiyoruz. 

 Bu alanda yapılan pek çok proje ve çalışmanın sonuçlarının paylaşımı konusuna da eğilmeliyiz. Hem projelerin sonuçlarını görünür hale getirmek, hem de etki alanını genişletmek için bazı araçlar geliştirmeye ihtiyaç var. Bu anlamda çok önemli bir araç olan sosyal medya kullanılarak daha fazla kişiyi bu sürece dahil edebiliriz.

Bugün itibariyle iki ülke arasında kapalı bir sınır var. İki ülke arasındaki çalışmaları zorlaştıran, hareket alanımızı kısıtlayan, sınır bölgelerinde yaşayan insanları ayıran bir sınır. Sınırın önkoşulsuz olarak açılması talebini sivil toplumun yüksek sesle gündeme getirmesi çok önemli. Kapalı tutulan bu sınır nedeniyle sadece Ermenistan’ın  değil, Türkiye’nin –özellikle de Doğu Anadolu’da sınır bölgelerinde yaşayan insanların – yaşadığı önemli zorluklar var. Bu zorlukları öğrenmek ve birlikte aşmak için çalışmamız gerekiyor.  Elbette sınırın bir gün açılacağını ve sınır açıldıktan sonra işimizin bitmeyeceğini ve daha yapacak çok işimiz olacağını akılda tutarak.

‘İş dünyasında ortaklık için çalışıyoruz’

Arthur Ğazaryan (UMBA)

Ermenistan Sanayici ve İş Adamları Birliği (UMBA) olarak “Ermenistan-Türkiye Yakınlaşmasına Destek” projesinin iş dünyası ayağını uygulamaya geçiriyoruz. Ayrıca  UMBA ve TABDC, TEPAV ile birlikte iki ülke arasında doğrudan ticareti durduran engelleri ortadan kaldırmak için ortak hareket etmeye karar verdi. Proje iki ülke arasında lobi ve dayanışma grupları oluşturarak, Ermenistan plakalı tırlar için çok sayıda geçiş hakkı elde edilmesine katkıda bulundu. Ekonomik ortaklıkların önündeki en büyük engel sınırların kapalı olması ve iki ülke arasında resmi ilişkinin azlığı.

‘Yeni adım Diaspora’ya doğru atılmalı’

Çiğdem Mater (Anadolu Kültür; Ermenistan-Türkiye Sinema Platformu)

İstanbul'dan Anadolu Kültür ve Yerevan’dan Altın Kayısı Film Festivali inisiyatifi ile kurulan Ermenistan Türkiye Sinema Platformu (www.cinemaplatform.org) 2007’den beri çalışmalarını sürdürüyor. 2005’te Ermenistan'la ortak projeler yürütmeye başlayan Anadolu Kültür, bu işbirliğine başlayan ilk kurumlardan biri. İki ülke arasındaki sivil toplum odaklı çalışmaların en eskisi bilebildiğimiz kadarıyla 2002’ye dayanıyor.

2005’ten bu yana hem Anadolu Kültür'ün hem de Türkiyeli ve Ermenistanlı STK’ların yaptığı çalışmaların oldukça arttığını, 2007'de Hrant Dink'in öldürülmesinin ardından ilişkilerin gittikçe ilerlediğini söylemek mümkün. Bütün yapılan etkinliklere bakıldığında, iki ülke arasında geçtiğimiz  10 yıllık süreçte müthiş tanışıklıklar kurulduğunu, birlikte iş üretme pratiklerinin arttığını görüyoruz ve bu elbette çok sevindirici.

Ancak, yapılan etkinliklerin Türkiye- Ermenistan arasında sınırlı kalması kişisel olarak problemli bulduğum bir durum. Zira, adını koyarak ya da koymayarak çözüm yolları yaratmaya çalıştığımız problem, Ermeni Diasporası’nın da birinci elden muhatabı olduğu bir problem. Diaspora dediğimiz ve memleketçe tarifinde epey zorlandığımız ‘şey’, 1915 Ermeni Soykırımı’nın sonucu. Ancak, birbirini tanımayan (hem soyut hem de somut anlamda) iki ülke ve iki halk arasında yapılmaya çalışılan etkinliklerin bir ayağının çoğunlukla eksik kaldığını söylemek mümkün.

İki ülkeli projelere Diaspora’yı katmaya, mesela iki halklı filmler üretilmesine destek verdiğimiz Ermenistan-Türkiye Sinema Platformu'nda 2009’dan bu yana çabalıyoruz. Ancak Diaspora'dan oldukça az sayıda katılımcımız oldu bugüne kadar. Daha çok katılımcı için daha fazla çaba sarf edebilir, kendimizi ve derdimizi daha çok anlatmaya gayret edebilirdik. Bildiğim kadarıyla da, Diaspora’yla birlikte etkinlikler yürüten çok az sayıda STK var.

Aslında, iki ülkeli etkinlikler yapmanın konformist bir tarafı olduğunu kabul etmek gerekiyor. Oldukça zor ve engebeli meselelerin masaya yatırıldığı bu etkinliklerde karşınızdaki Ermenilerin, adlarını taşıyan bir ülkeden olması insanı ne derseniz deyin, ferahlatan bir durum. Diaspora ile durum böyle değil elbette.

Türkiyeli STK’lar ve bireyler, geçtiğimiz 10 yılda Ermenistanlı Ermenilerle gelinebilecek ileri noktalara gelmeyi başardılar. Şimdi, bu deneyimi ve bilgiyi kullanarak Diaspora ile ilişki kurma ve en önemlisi Diaspora’yı dinlemeye başlama zamanı. Diaspora’yı dinlemediğimiz sürece, meseleyi anlamaya ne kadar niyetli olursak olalım, kendi klişelerimizde kaybolma riskini hep taşıyoruz. O yüzden, biraz susalım ve Diaspora’yı dinleyelim isterim önümüzdeki süreçte.