OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Maşalyan’ın mektubu ve millet sistemi

Sahak Maşalyan’ın patrik seçim krizi boyunca, özellikle son bir buçuk - iki senedir oynadığı rol olumlu ve olumsuz yönleriyle geniş ve dikkatli bir analiz konusudur. O muhasebe de zihinlerde yapılıyordur herhalde, fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yazdığı son mektupla ilgili bir not düşmek gerekli sanırım. 

Mektubun kimi paragraflarının üslubunda ve argümanların üzerine bina edildiği kimi değerlerde eleştiriye açık noktalar vardır. Öte yandan, birtakım cesur ve doğru tespitler, akıllıca argümanlar da mektupta yer bulmuş. Maşalyan, yeni sistemin bazı iddialarını ve vaatlerini kendine dayanak yapmış. Örneğin, “bürokrasinin hantallığından kurtulmuş hızlı yönetim anlayışı” iddiasında olan yeni idare tarzına, “Öyleyse buyrun” demiş. Bütün bunlar bir yana, şu konjonktürde mektubu cümle cümle analiz etmektense genel niteliğine odaklanmanın daha faydalı olacağını düşünüyorum. Benim şahsi kanaatim odur ki, bu süreçte seçimsizliği kabul edip oturmaktansa bu duruma itiraz eden, seçimin bir an önce olmasını isteyen her girişim değerlidir. Dolayısıyla Sahak Maşalyan’ın bu girişimi de, eleştirilebilecek yanları olsa da geneli itibariyle olumludur. Sanırım bazıları mektubu “zamansız” diyerek eleştirmiş. Benim açımdan haksızlığa itirazın özel bir zamanı yoktur, o zaman her zamandır. Kaldı ki, on sene oldu, o zaman ne zaman gelecek?

Maşalyan, bu girişiminden sonuç alır veya almaz ama hiç olmazsa durumu kabullenmediğini göstermiştir. (Daha evvel bunu yapması gereken her zaman yaptı mı, hayır. Dediğim gibi, o değerlendirme ayrıca yapılır.) Herkesin pozisyonu ve elindeki imkânlar ölçüsünde seçimsizliğe itiraz etmesi gerekir. Onun mektubunun bu açıdan, diğer ruhaniler ve vakıf başkanları başta olmak üzere toplumun bütün kişi ve kesimlerine örnek olmasını dileyelim. Örneğin, vakıf yönetim kurulları bir araya gelip, başkanlarının imzasıyla benzer bir mektup kaleme alabilirler. Hepsi bir araya gelemiyor, mutabık kalamıyorsa bile içlerinden bir kısmı yapabilir.

Öte yandan, bu mektubun ve onun kadar üzerinde durulmasa da Türkiye Ermeni Katolikleri Ruhani Reisi Başepiskopos Levon Zekiyan’ın gene Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yazdığı ve geçen hafta Agos’ta yayımlanan mektubun yaklaşımı, çerçevesi, tonlaması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yemin töreninde gördüğümüz çeşitli din ve mezhepten ruhanilerin arz ettiği görüntü, “Yeni devlet şekliyle birlikte Hıristiyan ve Yahudi topluluklarıyla devlet arasında da yeni bir ilişki şekline mi geçiliyor?” sorusunu akla getiriyor. Tabii, buradaki ‘yeni’ sıfatı aslında hepten yeni bir oluşumdan ziyade Erdoğan ve etrafındakilerin kafalarında oluşturdukları Osmanlı imajı çerçevesinde bir restorasyona işaret ediyor, malum. Eh, mesele Osmanlı’ysa bunun bir de ‘gâvur’ ayağı olmak zorunda. Konyalı Deli Mustafa Ağa tehcir zamanı demiş ya, “Gâvursuz memleket mi olur” diye... Acaba o restorasyonun bir parçası olarak, kişilerin eşit tekil vatandaşlar olarak değil de dinî figürlerin temsilciliğindeki kolektif bir dinî kimliğin öğeleri olarak görüldüğü millet sistemi mi canlandırılmak isteniyor? Gerçi Hıristiyanlar ve Yahudiler –ve şu anda konumuz olmasa da kimi başka dinî-etnik gruplar– söz konusu olduğunda eşit vatandaşlık da hiçbir zaman tesis edilemedi. Cumhuriyet tarihi boyunca, bir bakıma millet sistemi zımnen veya zahiren uygulanageldi fakat, onun getirdiği kolektif haklar tanınmadı. Sonuçta, Ermeniler da dahil Hıristiyanlar ve Museviler ne eşit vatandaşlık haklarından, ne de millet sisteminin getirdiği haklardan tam ve tutarlı biçimde yararlanabildiler.

Devleti yönetenlerin kafasında şu anda ne olduğunu bilemiyoruz ama millet sisteminin de kendi içinde bir değişimi, bir evrimi olduğunu biliyoruz. Eğer, tekrar bir ‘nizamname’ düşünüyorlarsa çok ilginç olur doğrusu. İşin ironik ve acı tarafı, Ermeniler için 1860’lara dönmek, toplumun iyiliği, güzelliği açısından pek de ‘geriye gidiş’ sayılmaz. O zamanın nüfus oranlarını göz önüne alıp altı-yedi milyon kadar da Ermeni ithal edip Anadolu’ya serpiştirdik mi, bu iş tamam, ver elini millet sistemi! Gerçi, altı-yedi milyon Ermeni bulup getirmek küresel ‘Ermeni piyasası’nı zorlar. Ermeniler az kaldığı için beheri pahalıya gelebilir ama işte, diyalektik işledi. Zamanında o kadar az bırakmasaydınız, şimdi Ermeni bulması, böylece Osmanlı resminin tamamlanması daha kolay olurdu.