Hemşin coğrafyasında bitmeyen döngü: Kalmak ya da gitmek

Berge Arabian’ın Hemşin coğrafyasından izlenimlerinin ilk bölümünü yayınlamıştık. Foto-röportajın bu ikinci ve son bölümünde Berge Hopa’da ekonomik hayata, göç olgusuna ve kadınların toplumdaki güçlü yerine bakıyor. Sözü yine Berge’e bırakıyoruz.

Gün ikindiye dönmüştü. Gürcistan’dan gelen üç işçi, sabahın beşinden bu yana çuvalları çay yaprakları ile doldurmuşlardı bile. Şimdi sıra tartıda. Çuvalları kantara götüreceğiz. Sait’in büyük oğlu Çetin, Gürcü işçilerden biriyle çuvalları kamyonete yükledi. İşçiler kasada olmak üzere beşimiz çay bahçelerinin bulunduğu yamaçtan düze doğru iniyoruz. Oldukça tehlikeli, keskin virajları ve zikzakları olan eğimli yolda Çetin ustalıkla sürüyor aracını. Aşağıda ise bir keşmekeş hali fark ediliyor. Bizimki gibi birçok kamyonet sıra beklemekte. Biri kapalı alanda, Çaykur’a, ikincisi ise özel sektöre ait ve açıkta olmak üzere iki tartı istasyonu var. Her iki istasyonda da çuvallar tartılıp ağırlıkları defterlere kaydediliyor. Çaykur’a gidecek çay yaprakları çuvallardan ambara boşaltılıyor. Özel sektöre satılanlar ise büyük kamyonlara yüklenmekte. Çaykur’la özel sektör arasındaki farkı merak ediyorum. Açıklıyorlar, Çaykur, kamu teşekkülü ve ürünü kota ile alıyor. Örneğin Sait’lerin on beş ton çay yaprağından sadece altısını alıyor Çaykur. Kalan 9 tonu üç ayrı özel sektör firmasına satmaları gerekiyor. Fiyat farkı da var. Kamu kuruluşu kilo başına 60 kuruş daha fazla veriyor. Aslında fiyatlar sabitlenmiş halde. Herkes ürünün değerini biliyor. Kota harici kalan ürünü istediğine satabilirsin. Aralarındaki bir diğer fark ise ödeme süresi ile ilgili. Çaykur topladığı ürünün bedelini 1 ay sonra öderken, özel sektör hemen yerinde banka havalesini gerçekleştiriyor. Ancak çay hasadı her biri onar günden senede üç kez gerçekleştiğinden, üreticiler alacaklarını yılın 12 ayına yaymayı tercih ediyorlar. Bir anlamda aylık gelir sahibi oluyorlar. 

Gürcistan’dan gelen işçiler
Gürcistan’dan gelen işçilere her yerde rastlamak mümkün. İşleri oldukça ağır. Çay tarhları çoğu kez sarp yamaçlara kurulu. Gün boyu dikenli çalılar arasında, çamur içinde, yakıcı güneşin altında çalışmak hiç kolay değil. Yaprakları kesip çuvallara doldurmak, sanki hiç bitmeyecek bir iş izlenimi veriyor ilk başta. Ama üç işçi gün akşama kavuşuncaya kadar bir ton çay yaprağını toplamış oluyorlar. Sekiz yıl önce, Şafak’ın annesi Ayşe de Gürcü işçilerle birlikte durmaksızın çalışırdı. Onlarla ter döker, yemek molalarında da onlarla birlikte yer sofrasına otururdu. Komşu evlerin kadınları da hemen hemen aynı düzende çalışırlardı. Bu kez Ayşe artık çay toplamaya çıkmıyor. Gününü üç yaşındaki torununun ve hasta annesinin bakımı ile geçiriyor. Bir de Gürcü işçilerin kahvaltı ve öğlen yemeklerini hazırlama görevi var. Bu da kolay bir iş değil. Sait ve Çetin her sabah, henüz güneş doğmadan, saat 04.00- 04.30 sularında Gürcistan sınırına gidip işçileri alıyorlar. Onlar geldiğinde kahvaltı hazır olmalı. Çay toplama mesaisi saat 05.00- 05.30 gibi başlamak zorunda. Akşam, mesai saatinin sonunda işçiler tekrar sınır kapısına götürülüyorlar. Herkes akşam yemeğini evinde, ailesiyle yemeli. Dikkatimi çeken ise bu çileli çalışma organizasyonundan kimsenin şikâyetçi olmayışı. Gürcü işçilerle konuştuğumda hallerinden memnun olduklarını söylediler. “Bizim oralarda işsizlik var. İş bulsan dahi günlük kazancın 60 TL civarında. Burada günde 200 TL’ye yakın kazanıyoruz. İşimiz yorucu ve ağır. Ama altından kalkıyoruz çok şükür. Böylece çoluğun, çocuğun geçimini sağlayabiliyoruz”. İşin püf noktası ise ücretlendirme sisteminde. Eskiden Gürcü işçiler yevmiye ile çalışıyordu. Şimdi ise Sait ve Çetin toplanan ürün üzerinden, kilo başı 65 kuruş ödüyorlar. Bu da onların daha verimli çalışmasına, işten kaytarmamalarına yol açıyor. 

Ağır mesai
Gürcü işçiler sadece Kayaköy’de değil, Rize, Arhavi’nin köylerinde de çay toplama işine gidiyorlar. Önceki gelişimde iki gün de Arhavi’de kalmış, çok hoş fotoğraflar çekmiştim. İlk kez o zaman Gürcistan’dan gelen işçilerle karşılaşmıştım. Arhavi’nin arka sokaklarından birinde, bir binanın tümüyle Gürcistanlılarla dolu olduğunu görmüştüm. Her odada 5-6 kişi, her şeyi paylaşarak yaşamaktaydılar. Gün boyu yüksek yamaçlarda çalıştıktan sonra bu karanlık odalarda yalnızlıkları ile baş başaydılar. Aralarında kadınlar da vardı. Hikâye o zaman da aynıydı. Ülkelerindeki ekonomik yoksulluk onları Karadeniz’in yabancı sahillerine savurmuştu. Onlar da şimdikiler gibi, ekmek parasının derdine düşmüşlerdi. Sekiz yıl bu insanların durumunun biraz olsun iyileşmesi için yeterli değil miydi? Kaderin dayattığı bu sefalet nesilden nesile taşınmak zorunda olmamalı.   

Bitmeyen döngü
Geçim kaygısı ile yaban ellere çalışmaya gitme geleneği sonu olmayan bir sarmala benziyor buralarda. Hemşin insanı yıllarca gurbette çalışmış, fırınlarda ter dökmüş evini, ailesini geçindirmek için. Şimdi de vatanı olan bu dağ köylerinden, yaylalarından çok uzakta, büyük şehirlerin yaban ortamında çabalayan pek çok Hemşinli var. Öte yandan Hemşin’in de başka ülkelerden gelenler için bir ekmek kapısı olması tam bir ironi. Sonsuzluğa uzanan bir helezonun sarmalında tükeniyor hayatlar.
Kumsal’ın ve Rüzgar’ın annesi Emel sabahın ilk ışıkları ile, henüz gözleri mahmur, bir içeri, bir dışarı işe gitmeye hazırlanıyor. Ben çoktan uyanmış, kapı önünde kahvemi yudumluyorum. Bu işlerini yola koyduktan sonra Kemalpaşa’daki işine gidecek. “Sözleşmeli ve süreli bir işti. Altı aylığına işe başlamıştım, bu hafta süresi doluyor. Kemalpaşa’da, AVM’de özel güvenlik elemanı olarak daha önce çalışmıştım. Yine aynı işi bulursam ne ala. Yoksa buradaki pek çokları gibi işsiz kalacağım”.
Burada en önemli iş kaynakları çay sektörü ve AVM. Alışveriş merkezi açıldıktan sonra Emel gibi birçok insan değişik alanlarda çalışma imkânına kavuştu. Kayaköy’de gençler arasında işsizlik oranı çok yüksek. Kemalpaşa veya Hopa’da iş bulanlar şanslı sayılıyorlar. Emel’in eşi Çetin köy gençlerinin yarıdan fazlasının büyük şehirlere göç ettiğini anlatıyor. Tıpkı kendi kardeşleri gibi. Kendisi, çay mevsimi dışında genellikle TIR şoförlüğü ile geçimini sağlıyor. Burada erkekler arasında yaygın bir meslek. Çoğu Gürcistan, Azerbaycan ve Karadeniz bölgesindeki farklı ülkelere mal taşıyorlar. Ek bir kazanç elde etmek için ne iş bulurlarsa değerlendiriyorlar. 

Bir sigorta: Güçlü aile bağları
Hemşin’de iş ve çalışma alanları geçimi belirleyen tek etken değil. Burada güçlü aile bağları ekonominin de bel kemiğini oluşturuyor. Özellikle çay tarımı ailenin kolektif ekonomisini şekillendiriyor. Evlenmiş olmakla kimse aile ekonomisinin dışında kalmıyor. Özellikle hasat dönemlerinde aile bireylerinin bütünlüklü çabası, aile içinde de hiç kimseyi ‘baba parası yiyen’ haline sokmuyor. Bu durumda bulunan ek işler, geçici işler günlük harcamalar, kişisel giderler, ekstra harcamalar için kaynak sağlıyor. Yine de kışın çalışmayla kazanılan para bireylere belli bir bağımsızlık kazandırıyor. Yaşamsal tüm gereklilikler aile tarafından karşılansa bile, genç insanların kendi kazançlarından kimseye açıklama yapma gereksinimi duymadan harcamaları değerli bir şey.

Usanılacak bir yaşam değil bizimkisi
Çetin’le arkadaşlığımız derinleştikçe kişisel hallere dair sorma cesareti buluyorum. Her yıl aynı dönemde, aynı çay hasadı, aynı serüven, aynı köyde yaşamak zorunluluğu bir tekdüzelik yaratmıyor mu? Usandırıcı olmuyor mu? “Çay bu bölgenin nimeti. Hem bizi, hem Gürcistanlıları doyuruyor. Başka bir iş yapmasak da çay tarımı ile geçimimizi sağlayabiliriz. Üstelik seviyorum buraları. Ben birçok yerde bulundum. Değişik yerler gördüm. Ama doğduğum topraklarda yaşamak bana iyi geliyor. Memleketimi hiçbir yere değiştirmem. Çayı da seviyorum. Birkaç bin lira kazanmak uğruna buraları terk edip büyük şehirlerde yaşamak bana göre değil. ‘Usanmıyor musun?’ diye sormuştun. Canımız sıkılsa dahi Kemalpaşa’ya gider, birkaç dostu, arkadaşı görür, biraz sohbet eder, çay, kahve içer, ardından da köye döneriz. Köyde de komşu ziyaretleri, sohbetler hiç eksik olmaz. Komşu Laz köylerinden de pek çok dostumuz var. Onlarla görüşürüz. Bu kış yaşamımız. Yazın ise çay hasatları arasında arkadaşlarla yaylalara çıkar, çadır kurar, veya eğlenmek için Rize’ye, Çamlıhemşin’e gideriz. Yani anlayacağın usanılacak bir yaşantımız yok bizim. ”
Köyde kadınları her yerde görmek mümkün. İçerde, dışarda, kâh mutfakta, kâh çocukların peşinde, her yerdeler. Yaşamları ağır ve yorucu. Ama gözlerinde bu yorgunluğun izi görülmüyor. Tersine, her zaman kendi ile, çevresi ile barışık bir ruh halinin yansıması, dinginliği var bakışlarının. Dışarıda, kadınlarla karşılaştığımda, tanıyanlar kadar tanımayanlar da gözlerimin ta içine bakarak ‘hoş geldin’ demeyi ihmal etmezler. 

Kadına saygı
Tanışıp konuştukça, buralarda kadına saygı duyulduğunu görüyorum. Kimse ‘aklı kıt’ veya ‘aklı ermez’ gibi sıfatlarla aşağılamıyor kadınları. Aynı şeyi çocuklar için de söylemek mümkün. Hemşinliler kadınlara ve çocuklara karşı son derece saygılılar. Kadının ve erkeğin eşit değerde kabul edildiğini görmek iyi geliyor.
Ayşe cesur bir kadın. Onun hakkında bazı bilgilerim var. Evin arka tarafında kendi yeşerttiği bostanda mısırlar boy vermiş. Mısırların arasında ise binbir çeşit sebze yetişiyor. Lahanalar, salatalıklar, biberler, ne ararsan var. Özenle bakıyor bostanına. Mısırların arasında resmini çekmek istiyorum. Razı oluyor, bostanı ile gurur duyduğunu seziyorum. Art arda basıyorum deklanşöre. Güzel fotoğraflar çıkıyor ortaya. Ayşe’nin daha önceden de pek çok kez fotoğrafını çekmiştim. Ama bana öyle geliyor ki bu son resimler, kendi elleriyle yeşerttiği bostanda çekilince, çok daha anlamlı oldular. Onun iç dünyasında, iki karış toprakla ve yeşille harmanlanmış, iç güzelliği gözlerine yansımış halde, geçen bir anlık sürede, en azından bir pozu istediğim gibi çekmenin, başarmanın hazzını yaşıyorum.
Fotoğraf çekme işi bittikten sonra sohbete başlıyoruz. Benim en çok merak ettiğim konu, Hemşin’de kadınlık hallerine dair. Büyük bir içtenlikle anlatıyor hem gözlemlerini, hem de düşüncelerini. İnanılmaz bir yalınlık, içtenlik var sözlerinde. Gözlerinden okuduğum ise, benim daha önce defalarca kendi kendime söylediğim bir söz. “Dünyada kadınların varlığından mutlu olmalısın”. 

Kayaköy’de son sabah
Böylece Kayaköy’de son sabahım. Kemalpaşa’ya varıyorum ve kahvede bir yabancının hakaretlerine maruz kalıyorum. Hikâyenin bu son hali gayet açık. Bir Ermeni olarak buraya neden geldiğimi algılamadığı gibi sormaya gerek de duymuyor. Doğruca hakaret edip beni kovmaya yelteniyor. Ama ben bu yolculuğun böylesi acı bir izlenimle son bulmasına, bu duygularla evime dönmeye razı değilim. Pişmanlık duyuyorum. Keşke adam olsaydı da “Tamam, seni masama davet etmekle yanlış yaptım. Artık çok geç, şimdi konuğumsun. Söz veriyorum, içimdekileri yüzüne söylemeyeceğim. Gel sakince konuşalım” diyebilseydi. Keşke ben de daha cesur ve sabırlı, daha ısrarcı olabilseydim de dedelerinden duyduğu doğru- yanlış hikâyeyi anlatmasını, ürpererek de olsa dinleyebilseydim. Keşke öfke diye bir şey hiç olmasaydı. Ama gerçeklik başka türlü. Belli ki henüz ikimiz de birbirimizin yaralarını saracak olgunluğa ulaşamamışız. Önümüzde uzun bir yol var ve biz henüz ilk adımı atmış bile değiliz. (Son) (Foto röportajın ilk bölümü )

‘Hemşin’de kadınlar çok cefakardır’

Ayşe Karaibrahimoğlu anlatıyor:
“Hemşinli kadınlar çok cefakârdır. Çok çalışırlar. Yükleri ağırdır, erkeklerden çok daha ağır. Erkekler dışarıdadır, tarlada, bahçede. Kadınlar ise hem ev içinde, hem de dışarıda. Yemek pişirmek, çocuklara bakmak, bir yandan da bahçelerde çalışmak yıpratır onları. Bizim erkeklerimiz hoyrattır, serttirler, sözleri geçsin isterler. Üstelik inatçıdırlar da. Biz onları bilir, genellikle alttan alırız. Ama sırası gelince biz de sözümüzü söylemekten geri durmayız. Gerçi bu dediklerim daha çok bizim nesil için geçerli. Gençler kadın- erkek ilişkileri konusunda daha farklı bir yerdeler. Genç kızlarımız şimdi erkekler karşısında susmak zorunda hissetmiyorlar. Erkeklerin her yaptığını onlar da yapıyorlar. Eskiden sadece erkekler dışarı çıkabilir, istedikleri yerde özgürce konuşurlardı. Şimdi öyle değil. Ben şahsen bu değişimden memnunum. Kızlarımız niye insanca yaşamaktan, kendini ifade etmekten mahrum olsunlar? Niye eve hapsolup ve zavallı bir yalnızlık içinde olsunlar? Erkekler neye layıksa, kızlar da aynısına layık olmalı. Hak ise iki cinse de hak olmalı. Bu günün kadınları çok iyiler. Haklarını biliyorlar ve sahip çıkıyorlar. Ben evlendiğimde hiç böyle değildi. Kimse fikrimizi sormazdı. Kiminle evleneceğimize büyükler karar verirdi. İsteyen biri çıktığında, senin görüşünü sormazlardı. Şimdi kız, sevdiğiyle evleniyor ve kimse de karşı duramıyor. Aşk söz konusu olunca fakir-zengin ayrımı da ortadan kalkıyor. Aşk kutsaldır. Eskiden sevda gizli yaşanırdı. Bizler, evliliğimizin üzerinden bunca yıl geçtikten sonra dahi, eşimle ele ele tutuşarak yürüsek, söz olur, alay konusu olur. Oysa şimdi gençler sevdikleriyle ele ele tutuşup gezmeyi bırak, daha nişanlı bile değilken birlikte başka şehirlere gidebiliyor. Ne anası karışıyor, ne babası, ne de herhangi bir komşu. ‘Biz birbirimizi seviyoruz’ dediklerinde konu kapanmış oluyor. Bizim buralarda zorla evlendirme diye bir şey kalmadı artık. Kızlarımız kendileri karar veriyorlar kimle evleneceklerine, biz de onların kararına saygı duyuyoruz. İlerde geçimsizlikler yaşadıklarında da kimseyi sorumlu tutamıyorlar. Ben kızlarımızın bugünkü durumunu çok beğeniyorum. İnsanca yaşıyorlar, fikirlerinin, düşüncelerinin bir değeri var. Eğitimliler de üstelik, gazete, kitap okuyorlar, televizyon izliyorlar, dünyayı biliyorlar. Çevremde üniversite bitirmiş birçok kız var. Ama öte yandan olumsuz şeyler de yaşanıyor. Bizler daha dayanıklıydık örneğin. Zorlukları aşmayı beceriyorduk. Yeni nesil ise daha kırılgan. Zorluklara bizim gibi direnemiyorlar. O yüzden de boşanmalar çoğalıyor.”

Yaşlıları dinleriz ama yine de kendi yanlışımızı yaparız’

Çetin Karaibrahimoğlu anlatıyor:

“Biz iyiyiz burada. Yaşlıların bizleri sevdiklerini her zaman duyumsarız. Biz de onlara karşı saygılıyız. Yaşlarına, görgülerine, tecrübelerine hürmet ederiz. Yeni bir şey tasarladığımızda, aklımıza yeni bir fikir geldiğinde mutlaka kendilerine danışırız. Danışırız da, her öğütlerini dinler miyiz? Tabii ki hayır. Çoğu kez kendi kafamıza işler de yaparız. Ama işin komik tarafı şu ki, çoğu kez tam da onların uyardığı şekilde bir başarısızlıkla karşılaşırız. Artık işin yoksa ‘ben dememiş miydim?’ serzenişlerini dinle. Her seferinde bir kez daha onların tecrübelerinden doğan bilgeliğine saygı duyar, ama ardından başka bir konuda aynı yanlışa yeniden düşeriz. Ama bizde her koşulda büyüklere saygı vardır. Yaş faktörü kendiliğinden bir hiyerarşi oluşturur. Senden büyüklerin sözünü dinler, küçüklere de sözünü dinletirsin. Aileler arasındaki anlaşmazlıklar bile uzun sürmez. Husumet her iki aileden birkaç kişinin yan yana gelip konuşmasıyla son bulur. Zaten bizim köyde böyle şeyler çok nadiren yaşanır. Tersine, yardımlaşmaya büyük önem verilir. Birbirinin açığını örterek kimsenin mağdur olmaması sağlanır. Örneğin emekçi ailelerden birinin başına vefat veya hastalık gibi bir sıkıntı açıldığında, o yüzden de çay hasadı aksadığında, köyün diğer aileleri ortak bir çabayla o ailenin de çayını toplar, zarar görmelerine fırsat vermezler. ‘İyi olman için çevrendekilerin de iyi olması gerekir’ ilkesi burada hayat bulmuştur. Ama eğer birisi sırf tembelliğinden çalışmıyorsa, ona da kimse yardım etmez. Tembeller sevilmez buralarda. Köy içinde aileler birbirine yakındır. Aralarında fakir- zengin ayrımı da yaşanmaz öyle. Gördüğün gibi herkes bir şekilde çalışıp yaşamını sürdürüyor. Zengin aileler tabii ki var, ama ekmeğe muhtaç düzeyde yoksul olan yoktur. Hatta Gürcistanlı buralara çalışmaya gelip geçimini sağlayabiliyor. Bizden daha iyi bir düzeyde yaşayanlarla, yani zenginlerle ilişkimizde de bir ayrımcılık yoktur. Onun çok zengin olması, bizim o kadar varsıl olmamamız ilişkimizi etkilemez. Ne o daha zengin olduğu için bize yukardan bakar, ne biz daha yoksul olduğumuz için kendimizi aşağıda görürüz.
Örneğin herhangi bir yerde oturup, birlikte yemiş, içmiş isek, hesabı bölüşerek öderiz. Eğer bir gün, sırf öyle şekil aldığı için tüm masanın hesabını bir kişi ödemişse, mutlaka bir sonraki buluşmamızda başkası öder. 
Yani nasıl anlatsam bilemiyorum. Burada Hemşinli Ermeni kimliğini yaşıyorum. Biz çocukluğumuzdan beri büyüklerimizden atalarımızın Ermeni olduğunu, çok eski zamanlardan beri buraları yurt edindiklerini duyarak büyüdük. Zaten burada sıklıkla da Ermeni konuklarımız olur. Gazeteciler, akademisyenler, araştırmacılar sıkça ziyaret ederler bizim köyü. Onlara karşı içten bir yakınlık duyarız. Hatta bu misafirlerimiz, birkaç yıl sonra aileleri ile, onları da bizlerle tanıştırmak üzere tekrar gelirler.”

Kategoriler

Genel


Yazar Hakkında