İstanbul'da Onur Yürüyüşü: Gözaltı, darp ve işkence

Her yıl haziran ayının son hafta sonu yapılan Onur Yürüyüşü ise bu yıl polisin çok sert saldırısıyla geçti. İstanbul Valiliği’nin Maltepe Miting alanını yasaklamasının ardından Taksim’de yapılmak istenen 19. İstanbul Onur Yürüyüşü, bu kez de Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından engelledi. Taksim’de toplanan kitleye polis saldırdı, en az 20 kişi gözaltına alındı. Polisin plastik mermi kullandığı yürüyüşte gözaltına alınanlara ters kelepçe takıldı, darp edildi. Polisin hedefindekiler yalnızca yürüyüşe katılanlar değildi. Mis Sokak’taki kafelerde oturanlara da saldıran polis, onları da darp etti, yürüyüşe destek olanları gözaltına aldı.

LGBTİ+ bireyler ve LGBTİ+ bireylere destek veren kişilerin katılımıyla yapılması planlanan Onur Ayı etkinlikleri, yerel yöneticilerin engellemeleri sonucu yasaklandı. İlk olarak Heybeliada’da yapılacak olan Pride etkinliği, yazılı bir yasak olmamasına rağmen polis tarafından engellendi ve yapılamadı. Etkinlik, daha sonra piknik yapmak üzere Şişli’deki Maçka Parkı’na taşındı. Ancak polis, orada da LGBTİ+ bireylere saldırarak etkinliğin yapılmasına izin vermedi.

Her yıl haziran ayının son hafta sonu yapılan Onur Yürüyüşü ise bu yıl polisin çok sert saldırısıyla geçti. İstanbul Valiliği’nin Maltepe Miting alanını yasaklamasının ardından Taksim’de yapılmak istenen 19. İstanbul Onur Yürüyüşü, bu kez de Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından engelledi. Taksim’de toplanan kitleye polis saldırdı, en az 20 kişi gözaltına alındı. Polisin plastik mermi kullandığı yürüyüşte gözaltına alınanlara ters kelepçe takıldı, darp edildi. Polisin hedefindekiler yalnızca yürüyüşe katılanlar değildi. Mis Sokak’taki kafelerde oturanlara da saldıran polis, onları da darp etti, yürüyüşe destek olanları gözaltına aldı.

Mis Sokak’taki kafelerdeki kişileri oturdukları yerden kaldıran polis, sokağa kimseyi sokmadı. Gazeteci olarak alana girmek istediğini belirten bir gazeteciye polis, “Müdürümüz özellikle gazetecileri alma dedi” cevabını verdi.

Eylemde gözaltına alınan isimlerden biri de AFP fotomuhabiri Bülent Kılıç’tı. Polis, gözaltına aldığı sırada Kılıç’ın sırtına basarak, nefessiz kalmasına neden oldu. Kılıç’ın “Nefes alamıyorum” diye bağırması, sokaktaki vatandaşların olayı kameraya alması sonucu belgelendi.

28 Haziran Salı günü, İstanbul Bab-ı Ali’de fotomuhabirler Bülent Kılıç’a destek amaçlı bir eylem düzenledi. Gazeteciler, fotoğraf makinelerini ve kameralarını İstanbul Valiliği’nin demir kapısına astı. 

‘Böyle bir muameleyle karşılaşmamıştım’

Olay anını Agos’a değerlendiren Kılıç, şu ifadeleri kullandı: “Polis yeni bir taktik geliştirmiş sanırım, bir polis grubu göstericiyi etkisiz hale getirirken diğer bir grup da basını özellikle uzak tutmaya çalışıyor. Eskiden göstericilerle polis arasında bağımsız bir alan olurdu; biz orada dururduk, orası bize ait bir alandı. Son zamanlarda öyle bir alan kalmadı. Göstericilere müdahale edilmeye başlanınca gazetecilere de müdahale ediliyor. Yani bu çok ilginç bir durum. O gün orada bulunan göstericilerden, protesto hakkını kullanan insanlardan önce ben alındım. Pervasızca makinamı sokağa attılar. Gidip sonra makinamı bulduk sokakta.”

Daha önce bu boyutta bir şiddete maruz kalmadığını belirten Kılıç, şöyle konuştu: “Çok şiddete maruz kalmama rağmen daha önce birebir bu şekilde bir muameleyle karşılaşmamıştım. Beklemediğiniz bir taraftan geliyor. Türkiye Cumhuriyeti polisinin, boynuma diziyle basabileceğini hiç beklemezdim. En fazla sizi alıp götürürler, 10 metre uzaklaşınca da ‘Abi sakin ol’ dersin, o da sakinleşir, ‘Ya işte, kusura bakma vs.’ der, bırakır. En fazla bu. Geçmişte de oldu, polislerle bağırıp çağırdık birbirimize, arkadaşımızı alırdık. Getirirlerdi veya ‘Kusura bakma’ derlerdi. Şimdi göstericinin boğazını sıkıyorsun, bu başlı başına bir demokrasi problemi, başlı başına bir insan hakkı problemi. Bir de gazetecinin tepesine çıkmış, boynuna bastırıyorsun. Bu artık körelmiş, çoraklaşmış bir ülke demokrasisi. Başka ne olabilir? Yozlaşmış ve cehalete teslim olmuş bir anlayış. Gazetecinin ne iş yaptığı ne görevle orada olduğu polisin kafasında yok. Polisin öyle bir algısı yok. Gazetecilere uluslararası kanunlarda net, açıklanmış haklarıyla davranmak zorundasınız.”

‘Aklıma ilk George Floyd geldi’

Bülent Kılıç, olayı mahkemeye taşıyacağını söyleyerek, avukatıyla birlikte suç duyurusunda bulunduklarını belirtti.

Polisin, gözaltına aldığı sırada kendisini nefessiz bıraktığını söyleyen AP fotomuhabiri, o ânı ise şu sözlerle anlattı: “Hiç abartmadan söylüyorum, aklıma kazınmış tek şey, George Floyd’du. Nefesim kesildiği anda o görüntü vardı zihnimde. Aklıma ilk gelen oydu, o panik durumu... O adamın panik durumu, çaresizliği... 

‘Değişim ilk yasakla başladı’

LGBTİ+ aktivisti ve avukat Levent Pişkin, polisin sert saldırısıyla geçen Onur Yürüyüşü’nü ve hükümetin son yıllarda LGBTİ+’lara yönelik değişen politikasını anlattı: “Özelde siyasî iktidarın, genel anlamdaysa devletin LGBTİ+’lara yönelik politika değişikliği 2015 yılına dayanıyor. Bir başka deyişle, ilk Onur Yürüyüşü yasağının başladığı zamana. 2015’ten önce var olan ‘inkâr-yok sayma’ politikası LGBTİ+ hareketinin görünürlüğünün yok sayılamayacak, görmezden gelinemeyecek boyuta ulaşması ve kendisini bir toplumsal muhalefet odağı olarak ortaya koymasıyla doğrudan hedef haline geldi ve sistematik bir nefret/düşmanlık politikası hasıl oldu. LGBTİ+ varoluşunu imgeleyen simgelere ve etkinliklere yönelik tutum, artan bir düşmanlık ve yasak politikasıyla sürdürüle geldi. Ankara’da ve diğer illerde yürürlüğe konulan süresiz LGBTİ+ etkinliklerine yönelik yasak, kullandığımız sloganlara ‘örgüt sloganı’ muamelesi yapan ve bu yönde anons geçen kolluk tutumu ve hep beraber içinden geçtiğimiz İstanbul Sözleşmesi süreci bunlardan birkaç örnek. İdarenin eşitliği ve tarafsızlığını hiçe sayan, anayasanın ilgili maddelerini ve uluslararası sözleşmeleri tek tek ve bir arada ihlal eden ‘sapkın’, ‘azgın’ gibi nefret söylemleri ve son aşamada resmî bir metinde LGBTİ+ varoluşunun ‘Türk aile yapısına tehdit’ olarak tanımlanması geçen hafta düzenlenmek istenen İstanbul Onur Haftası ve Onur Yürüyüşü etkinliklerine yönelik işkence seviyesindeki müdahalenin ve düşmanlaştırma ve kriminalize etme tutumunun önden döşenen taşlarıydı.”

‘Yasaklar anayasaya aykırı’

Pişkin, devletin LGBTİ+ bireylere uyguladığı ayrımcı politikaların, anayasaya aykırı olduğunu şu örneklerle ifade ediyor: “Gökkuşağı bayrağı ya da LGBTİ+’ların kullandıkları sembollere ilişkin olarak uygulama ise düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti başlıklı Anayasa’nın 26. maddesine alenen aykırı olduğu gibi Anayasa’nın eşitliği düzenleyen 10. maddesine de aykırılık teşkil ediyor. Bir başka deyişle bu sembollere yasadışı muamelesi yapılmasının kendisi yasadışı bir tutumdur. Bu izahtan vareste ayrımcılık olup, herkese eşit davranma yükümlülüğü olan devletin yurttaşları arasında hiyerarşi kurması ve bir grubun/kesimin varoluşunu kriminalize etmesi anlamına gelmekte çünkü LGBTİ+’ları sembolize eden imge ve görselleri yasaklamak aslında LGBTİ+ varoluşuna yönelik bir yasak anlamına gelmekte de facto LGBTİ+ varoluşu yasaklanmaktadır.” 

‘Kitleye yönelik ilk saldırı’

LGBTİ+ aktivisti Ari de Onur Yürüyüşü’nde gözaltına alınan isimler arasındaydı. Ari, Maçka Parkı’nda başlayan yasaklamalar ve Taksim’de engellenen yürüyüşte yaşadıklarını Agos’a anlattı: “Ben yıllardır onur haftaları ve yürüyüşlerinde, LGBTİ+ aktivizminin içinde olan biri olarak özellikle bu kadar sert bir müdahaleyi, hele Maçka Parkı gibi herkesin günlük olarak kullandığı bir alanda beklemiyordum. Heybeliada’daki etkinlik içinse hem adanın uzak olmasından hem de oradaki işletmenin tehdit edilmesinden kaynaklı, oraya gelecek kişilerin güvende olması adına şehrin merkezinde herkesin kullandığı, ulaşımın rahat olduğu yerde etkinlik yapmak daha mantıklıydı. Yine de dediğim gibi, böylesi bir şeyi şahsen asla beklemiyordum. Onur Haftası’nın etkinliklerinin yasaklanması için Kaymakamlık kararlarıyla girişimler daha önce de olmuştu ama etkinliklere saldırı ilk kez bu yıl yaşandı. Daha önceki etkinliklerde doğrudan kitleye yönelik polis saldırısı olmamıştı. Böyle bir fark var. Yıllardır Onur Yürüyüşlerine izin verilmiyordu ama yine de bir şekilde yapılıyordu. Geçen yıldan beri pandemi sürecinin de etkisiyle fiziksel olarak bir araya gelemediğimiz böyle bir dönemin ardından herkese açık olan ve açık havada kamusal alanda bulunmamız engellenmiş oldu. Bu her açıdan hukuksuz ve yasal dayanağı yok. Yasaları bir kenara bırakalım çünkü gökkuşağı renklerini yasaklanmaya çalışıldığı bir dönemde yasalardan bahsetmek anlamsızlaşıyor. Bu kadar absürt bir noktaya vardığımızda bile pikniğin müdahaleye maruz kalmasını beklemiyorduk açıkçası. 

‘Polis hiçbir şekilde iletişim kabul etmedi’

Ari, Mis Sokak’taki polis saldırısını ise şöyle özetledi: “Pazar günleri sokağa çıkma yasaklarından dolayı uzun zamandan sonra Onur Yürüyüşü, Cumartesi gününe alındı. Her yıl saat 17.00 için çağrı yapılır. Program açıklandığında kamuylakamuyla açık bir şekilde paylaşılmıştı çağrı. Oraya 14.00-14.30 civarında gittim. Zaten ara sokaklar polisler tarafından kapatılmaya başlanmıştı ve her yerdeki polis varlığını görmemek mümkün değildi. Biz gittiğimizde oradaki mekânlarda oturduk, herhangi bir cumartesi öğleden sonra Beyoğlu’nda oturduğumuz bir gün gibiydi. Mis Sokak’taydık ve ekstra bir kalabalık yoktu. Böyle bir andı. Yavaş yavaş insanların gelmeye başladığı bir saatti ama öyle bir kalabalık yoktu. ‘Sert bir müdahale oldu’ dememizin sebebi polisin hiçbir şekilde iletişim kabul etmemesiydi. Saat 17.00 olsa basın açıklaması yapılacak mı, buna izin verilecek mi, bunları düşünürdük. Hayır, biz masalarda oturuyorduk ve polis birden üstümüze geldi. Böyle bir müdahale oldu. Nihayetinde bir arbedeye dönüştü. O sokakta bulunan herkes darp edildi diyebilirim.”

Gözaltına alınma sebebine de değinen LGBT+ aktivisti, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bizim gözaltına alınma sebebimiz, izin verilmeyen bir gösteriye katılmak. Şimdi şüpheliyiz, buna karşı çıktığımız için durum bu. Sonrasında darp için ayrıca şikâyette bulunabileceğiz. Bizim emniyete varmamız çok uzun sürdü. Gözaltı aracının içinde hem sözlü tehditler, hakaretler hem de fiziksel olarak darp edildik. Arkadaşlarımızın ters kelepçeden çıkarmalarını talep ederken bizi de aynı şeyle tehdit ediyorlardı. Bunun dışında da çeşitli tehditler vardı. Gözaltına alınma esnasında da şiddeti gösteren görüntüler ve fotoğraflar mevcut.” 

‘Çok öfkeliyim’

Ari, son olarak şunları söyledi: “Çok öfkeliyim. Bu, en başta gelen duygum. Bu kadar haksızlık, hukuksuzluk, bu kadar her yolun kapanması üzüntü değil öfke uyandırıyor bende. Doğrudan bu kadar saldırgan olması tesadüfî değil ve bunların nelere, hangi politik tavırların yol açtığını görmemek mümkün değil. Tam da bu yüzden mücadele ediyoruz. Mücadele etmemek gibi bir lüksümüz yok. Bu, varoluşla ilgili bir mücadele ama çok yorucu hale getirdiler. Cumartesi günü o kalabalık bütün Beyoğlu’nu adım adım, sloganlarla direnerek pes etmeden yürümeseydi bugün belki daha zayıf hissedecektim ama biliyorum ki yalnız değilim. Güçlü bir komünitenin parçasıyım ve bu komümite olarak var olmak için mücadelemizi sürdüreceğiz.”

Antalyalı destek verdi, bazı spor yorumcuları hedef gösterdi

Galatasaray Futbol Takımı oyuncularından Taylan Antalyalı, kişisel Instagram hesabından ‘Powered by Pride’ (Gücünü onurdan alır) yazılı bir tişört giydiği fotoğrafını paylaştı. Paylaşım üzerine bazı spor yorumcuları Antalyalı’yı hedef göstererek linç girişiminde bulundu. Buna karşın birçok sporcu ve spor yazarı, futbolcuya destek mesajları verdi. Beşiktaş Erkek Futbol Takımı oyuncularından Umut Nayir, Antalyalı’ya destek veren ilk isimdi.

Galatasaray Spor Kulübü de futbolcusunun yanında olduğunu açıkladı. Kulübün basın sözcüsü Remzi Sanver, Galatasaray TV’ye yaptığı açıklamada tereddütsüz bir biçimde futbolcularının yanında oldukları ve istemesi durumda hukuki süreçler de dahil olmak üzere her türlü desteği vermeye hazır olduklarını söyledi: “Galatasaray değerlerini bir aydınlanma geleneği olan Galatasaray Mektebi'nden alır. Bu değerler arasında da ifade özgürlüğü ve hiç kimsenin kimliğinden dolayı ayrımcılığa uğramaması vardır. Bu değerler arasında ayrımcılığa uğrayanların yanında durmak için illa o kimliğe sahip olmanın gerekmediğinin bilinci vardır.”

“Taylan Antalyalı’nın sosyal medyada bu yönde verdiği mesajdan dolayı muhatap olduğu, demokratik eleştiri sınırlarının çok dışındaki ifadeleri en güçlü şekilde kınadıklarını” belirten Sanver sözlerini şöyle tamamladı: “Sevgili Taylan kardeşimiz, Galatasaray Yönetim Kurulu olarak kulübümüzün mensubu olmanla gurur duyuyor, büyük Galatasaray ailesinin bir evladı olarak seni bağrımıza basıyor ve sevgiyle selamlıyoruz.”



Yazar Hakkında