RONALD G. SUNY

Ronald G. Suny

MICHIGAN MEKTUPLARI

Ukrayna halkı yüzlerce yıllık Rus emperyalizmine karşı direniyor

İmparatorluklar ve uluslar üzerine çalışmış bir akademisyen olarak kanaatim şu ki, Putin’inki gibi yönetimler, ‘tehlikeli madunlar’ın kendi varoluşlarına tehdit oluşturduğu gibi bir düşünceye kapıldıkları anda, düşmanlarını kontrol altına almak için, sahip oldukları büyük gücü ve kendilerinin tarihsel olarak üstün oldukları düşüncesini kullanmaya yöneliyorlar.

Rusya’nın Ukrayna’da sürdürmekte olduğu savaş çok çeşitli şekillerde tarif edildi – ‘SSCB’yi yeniden yaratma girişimi’, ‘yeni bir Avrasya medeniyeti kurma amaçlı saldırgan bir girişim’, ‘Rusya ile Batı arasında bir vekâlet savaşı’... Fakat, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in geçmişteki hırsları ve emelleri her ne idiyse, bunlar savaşın ilerleyişi içinde daha da bariz bir şekilde emperyal ve sömürgeci bir hâl aldı.

Rusya’nın Ukrayna savaşı gibi kolonyal savaşlarda, kendini üstün addeden bir halk, aşağı gördüğü halklar için iyi olduğunu düşündüğü şeyi yapmayı hak hatta görev bilir ve ne hikmetse, o ‘şey’ kendi işine de gelir.
‘Sömürgeci’ ve ‘emperyal’, artık fazlaca aşina olduğumuz, son olarak da Rusya’ya yöneltilen ‘faşizm’ ve ‘soykırım’ suçlamalarında olduğu gibi bol keseden kullanılabilecek sıfatlar değildir. Sömürgecilik ve emperyalizm, kullanım alanları ve biçimleri ne kadar tartışmalı olursa olsun, açıklayıcı gücü yüksek kelimelerdir. 

Uzmanlardan dünya analizleri
Emperyalizm, farklı farklı halkları, üstün olduğu varsayılan bir kurumun (imparatorların, soyluların ya da ‘übermensch’lerin yani üstinsanların) otoritesi altında, tek bir devlet içinde toplamaya veya karanlıkta kalmış yerlileri –kendi ifadeleriyle– ‘medenileştirmeyi’ vaat eden yabancı bir efendinin denetimi altında, denizaşırı imparatorluklara dâhil etmeye çalışan, köhne bir tahakküm sistemiydi. 

Hindistan’daki İngilizleri düşünün örneğin; milyonlarca Hintlinin üzerinde, daha yüksek bir medeniyet adına hâkimiyet kurmuş ‘beyaz adam’lar… Veya, stratejik evlilikler ve askerî fetihlerle İspanya’dan Hollanda’ya, Avusturya’ya, Macaristan’a kadar birçok ülkenin halkları üzerinde hüküm süren Habsburg Hanedanı’nı...

İmparatorluklarda bir çeşitlilik ve eşitsizlik söz konusuyken, modern ulus devletler, kurucuları tarafından güya görece homojen ve eşitlikçi yapılar olarak tasarlanmıştı. Ulusları inşa edenler hanedan yönetimine karşı halkın egemenliğini tanıyor, demokratik bir şekilde iş görüyorlardı; yönetme hakkının kaynağı halktı.

Avrupa’da, kendi topraklarında ulus devlet inşa eden en eski kapitalist devletlere, 17. ve 18. yüzyılların İngilitere’sine, Hollanda’sına, Fransa’sına bakın; 1789 Fransız Devrimi dönemi olduğunda, bu ülkelerde yaşayanlar zaten herhangi bir hükümdarın tebaası değil, kanun karşısında eşit vatandaşlar olarak muamele görüyordu. Ama aynı ülkelerin sömürgelerinde, örneğin Hollanda’nın egemenliğindeki Doğu Hint Adalarında ve Fransız Hindiçini’nde, yerel halklar egemenlik hakkından ve diğer haklarından mahrumdu ve kendilerinden çok uzaktaki emperyal otoritelere tabiydi.

Milliyetçilerin anlattığı tarih hikâyelerinde, ulus devletler imparatorlukların meşru halefi olarak kabul ediliyordu. Bu bakışa göre, yöneticilerin halk tarafından seçildiği, kültürel açıdan görece homojen bir nitelik taşıyan ulus devletler modern dünyaya aitti; imparatorluklar ise arkaik ve çökmeye mahkûm yapılardı.

Fakat 20. yüzyılda işler pek öyle yürümedi. Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı da bu durumun bir yansıması.

21. yüzyılın emperyalistleri

Geride bıraktığımız yüzyıl, eşitlikçi ve demokratik ulus devletlerin mantıksal olarak ve doğal bir şekilde imparatorlukların yerini alacağına inananlara, siyaset teorisi alanındaki bilgilerini yenileyen bir ders verdi.

Ulus devletler emperyalist olabilir, diğer milliyetleri kendi toprakları içinde kuşatmaya veya komşularını askerî ya da iktisadi açıdan tahakküm altına almaya çalışabilirler. Türkiye, milyonlarca Kürt’e sömürge halk muamelesi yapıyor. İsrail, belirli bir etnik-dinî kimliği üstün tutan bir ulus devlet olarak, milyonlarca Filistinlinin üzerinde insafsız ve adaletsiz bir tahakküm uyguluyor.

ABD, Hindistan gibi büyük yüzölçümlü ve çeşitlilik barındıran devletler, azınlıkların haklarının tanındığı çokkültürlü eşitlikçilik ile –Beyaz/Hindu– çoğunluktan farklı olanları hedef alan yabancı düşmanlığı krizleri arasında gidip geliyor.

Bu tür devletlerde bazı halklar diğerlerine göre daha iyi muamele görüyorlar. Azınlıklar sık sık, hem ayrımcılığa hem de şiddete maruz kalıyorlar. Nüfusunun yaklaşık %80’i etnik olarak Rus olan Putin Rusyası gibi, yine büyük ve çeşitlilik barındıran devletler de, çokuluslu ulus devlet tavrı ile madun halklara yönelik emperyal tavır arasında yalpalıyor.

Kremlin seçkinlerinin, Ukrayna’ya karşı yürüttükleri savaşta halkı cesaretlendirip bir araya getirmek için zehirli bir milliyetçilik pompalaması, neokolonyalizme (yeni sömürgecilik) yönelişin bir işareti. Örneğin, Putin’in Ukrayna’yı işgalini meşrulaştırmak için başvurduğu, ‘özgürleştirme’, ‘soykırımı önleme’ ve ‘Nazileri ortadan kaldırma’ vurgulu, oportünist, dürüstlükten uzak dili düşünün. 19. yüzyıl emperyalistlerinin, başka ülkeleri işgal edip tahakküm altına alırken ve sömürürken, ‘beyaz adam’ın kendini barbarlardan ve vahşilerden korumak için istemeye istemeye böyle bir yükü üstlenmek zorunda kaldığını iddia ederek kullandıkları dilden farkı yok 

Kremlin Ukrayna hükümetini etkisiz hâle getiremeyince, dönüp ülkenin doğu ve güney kısımlarında büyük bir vahşetle toprak almaya girişti. Rusya, Ruslarla kardeş olduğu varsayılan bir halka yönelik gayri insani saldırılarını meşrulaştırmak için ‘Russkiy Mir’ (Ukrayna, Belarus ve Rus halklarının birliği) efsanesini devreye soktu. 

‘Tehlikeli madunların tehdidi’

Rusya’nın planlarının aksine, Kiev teslim olmadı. Hatta Ukraynalılar, yabancı egemenliğine karşı mücadelede kitlesel olarak bir araya geldiler. İşgalin sonucu, Ukraynalıların, çarlık ve Sovyet dönemlerinde, yüzyıllar boyu tecrübe ettikleri ve unutmadıkları sömürgeciliğin bu yeni tezahürüne direnme konusundaki kararlılığının güçlenmesi oldu.

İmparatorluklar ve uluslar üzerine çalışmış bir akademisyen olarak kanaatim şu ki, Putin’inki gibi yönetimler, ‘tehlikeli madunlar’ın kendi varoluşlarına tehdit oluşturduğu gibi bir düşünceye kapıldıkları anda, düşmanlarını kontrol altına almak için, sahip oldukları büyük gücü ve kendilerinin tarihsel olarak üstün oldukları düşüncesini kullanmaya yöneliyorlar.

‘Söz dinleyen’ yerel liderler ya da valiler aracılığıyla dolaylı yönetim, tehdit algısını ortadan kaldırmaya yetmezse, genellikle, toprak alma amaçlı saldırılara başlıyorlar. Ukrayna’da savaş açmaza doğru ilerlerken, Moskova’nın elinde tek bir seçenek kaldı, o da Ukrayna toprakları üzerinde doğrudan tahakküm.

Rusya’nın kırılgan ve tartışmalı bir denetim kurduğu topraklar, bir bütün olarak yeni bir isimle anılmaya başladı bile. Bölgeye bir vali atandı, buraya özgü pasaportlar çıkarıldı, resmî para birimi ruble olarak değiştirildi. Görünen o ki Rusya’nın üst hedefi, Harkov’dan Herson’a/Nikolayev’e (Mıkolayiv) uzanan ve Ukrayna’nın doğusunu oluşturan, hilal şeklindeki bölgenin tamamını ve 2014’te ilhak ettiği Kırım’ı ele geçirmek.

Hakikatin intikamı

Ukrayna, demokratik ve Batılı kimliğini pekiştirmeye çalışan bir ulus devlet olarak, şu anki benlik algısı emperyal geçmişine ve Batı’dan farklılığına dayanan, amansız bir hasımla karşı karşıya.

Bağımsızlığını kazanmasının ardından 30 yıl boyunca Doğu ile Batı arasında kalan Ukrayna, Rusya’nın saldırganlığı nedeniyle, kararlı bir şekilde Batı’yı seçti. Emperyalist savaş, sömürgeciliğe karşı umutsuz ama etkili bir direniş doğurdu. Ukraynalılar, bu sömürgecilik karşıtı direnişte, daha önce hiç olmadıkları kadar birleşmiş durumdalar. 

Ukraynalılar açısından, bağımsızlık ve egemenlik ile emperyalizme boyun eğme arasında bir orta yol bulmak imkânsız görünüyor. Geniş bir kesim, kendilerine saldıranlar karşısında topraklarından vazgeçmenin, onların iştahını daha da kabartacağı fikrinde.
Savaşta altı ay geride kalırken, Ruslar kendi amansız hesapları doğrultusunda hareket etmeye devam ediyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, tehditkâr bir uyarıda bulunarak, savaş ne kadar uzarsa Rusya’nın o kadar çok toprak alacağını ve o kadar çok genişleyeceğini söyledi. Lavrov’a göre, Batı’nın Ukrayna’yı hiç durmadan silahlandırması, savaşı uzatmaktan başka bir işe yaramıyor. 

Şu anda iki taraf da, müzakere yoluyla çözüme pek sıcak bakmıyor. Fakat bu yıpratma savaşında, zaman saldırgan tarafın lehine işliyor; coğrafi üstünlük ve nüfus üstünlüğü de saldırgan tarafta. Rusya, rakiplerinden ve Batı’dan daha uzun süre dayanabilecek durumda. Bir de, her şeyi gölgede bırakan nükleer tehdidi var.

Savaş, mantığın, diplomasinin ve karşılıklı taviz yoluyla uzlaşma mekanizmasının başarısızlığıdır. Müzakereler sonucunda Ukrayna’nın yeniden tahıl ihracatına başlayabilmesi, hassas da olsa bir uzlaşma sağlanabileceğini gösteriyor.

Putin’le müzakere etmek ne kadar güç ve nahoş olsa da, eninde sonunda bir ‘bitiş’ üzerine konuşulması gerekiyor. Ölümlerin git gide artması ile, böyle berbat bir düşmanın yanında oturup onunla müzakere etmek arasında bir tercih yapmak zorunda kalmak, trajik bir durum. Fakat imparatorlukların bile bir sınırı vardır; kararlı bir karşı koyuş, onlara emperyal açgözlülük konusunda sert bir ders verebilir. 

* Bu yazının İngilizce orijinali 18 Ağustos’ta, ‘The Conversation’ adlı çevrimiçi dergide yayımlanmıştır.

(İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz)