Dağda ölen gence de ağlamadıkça bu sorun çözülmez

Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven, “Dağda ölen teröriste ağlamıyorsanız insan değilsiniz demiştim. Eline silah alıp çoluk çocuk demeden insan katleden canavarlaşmış bir teröristi de entegre edemiyorsanız, devlet değilsiniz. Ben bu iki duygu arasında gidip geliyorum. Benim yitik evladım dağa çıkmış, keşke ulaşabilseydim. Keşke önüne normal bir hayat sunabilseydim. Keşke onun terörize olmasına mani olabilseydim, diye ağlarım. Ağlarım her teröriste, içim ezilir” dedi.

Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven, dün basın mensuplarıyla bir araya geldi. Diyarbakır’da 1990’lı yıllarda 5 yıl görev yapan ve son emniyet müdürleri kararnamesiyle Siirt’ten Diyarbakır’a atandı.

 Sosyal yaşamda tutunamamış çocukların yüzlerce özgeçmiş raporunu okuduğunu anlatan Güven, “Tabi ki konuşacağız, beraber hareket edeceğiz, kaybettiğimiz insan çünkü. İnsan bir evren kadar kıymetli. İnsan, patır patır insan ölüyor. Her birinin hayali, aşkı, sevgilisi var. Bunları öldürüyoruz, yüreklerine kin koyuyoruz” ifadelerini kullandı.

Diyarbakır’da istihbarat biriminde 5 yıl görev yaptığını hatırlatan Güven, ”Bir zamanlar ‘bana 5 kişilik bir ekip verin, çocuğu dağda olan annelere gidip ulaşayım’ dedim. ‘Seni öldürürler’ dediler. Ya ‘dedim kapısına kadar gittiğimiz insan öldürmüyor da kapısını çalarak girdiğimiz insan mı öldürecek’. Bırakın yapsınlar, hiç olmazsa desinler ‘bu adam bunu yapmaya geldi siz de bu haltı yediniz’ yani. Keşke o zaman bunları yapabilseydim, bu kadar geç kalmasaydık. İnsanımıza bu kadar geç ulaşmasaydık. Bu kadar acıdan sonra yapmasaydık. Tamam acı çektik ama ha bire yeni acılarla bu işi sürdüremeyiz. Yeni acılar yeni kinleri getirir. Hep beraberce güzel bir dünya kuralım. Sorunu ortaya tam anlamıyla koyamazsak tam anlamıyla da çözemeyiz” diye konuştu.  

Önce Vatan Değil Önce İnsan

Diyarbakır’da kaldığı 5 yıl boyunca sadece 3 kez pikniğe gidebildiğini anlatan Güven, normal bir hayat yaşaması gerekirken bunu yaşayamadığını belirtti. Bu coğrafyada hayatın normal olması gerektiğini ancak normal olmadığının altını çizen Güven, şunları söyledi: “Ama bu coğrafyada normal olmuyor. Boyumuz küçüktü, sözümüz dinlenmiyordu ama uzun zamandır sosyal devlet olmayı başarmış bir devletimiz var. Herkese ulaşmaya çalışıyor artık. Dula, yetime, öksüze, işsize… Bir şekilde ulaşıyor, yardım ediyor. Perişanlık içinde olan insanlar var. Bilmediğine ulaşamaz insan ama bilmeye ve ulaşmaya çalışacağız. Devlet, hizmet için vardır. Önce vatan değil, önce insan. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın. Devletimizin sürmekte olan somut öneriler var. En büyük sorun anneler ve çocuklara ulaşamamaktı. Siirt’te bir projemiz vardı. 3 dilde Kürtçe, Türkçe ve Arapça. Okulların bahçesinde sinema yaptık. Ulaşabildiğimiz insana ulaşalım ve çözmeye çalışalım istedik. Çok ciddi dönüşümler aldım. Polis olarak bizim yapabileceğiz, mevcut çocuğun ve anne yüzde 1'ine ancak ulaşabiliriz. Bizim tek başına yapabileceğimiz bir şey değil. Tetikleyici olabiliriz. Ama topyekun çözüme ancak bu kadar katkımız olabilir. Milli eğitim ana unsur, gençliğe hedef vermede birinci sırada  milli eğitim var. Milli eğitim de üniversiteyle projeler yapabilir.”

Edi Besê

Güven, 1991-96 arasındaki görevi sırasında yaşadığı Diyarbakır’ın ise çok farklı olduğunu belirterek o günler ile bugünü şöyle karşılaştırdı: “İlk görev yaptığım dönemde şehrin algısı iyi değildi. O zaman bilmiyorum. Herkes ezberini yaşamıştı. Vatandaş da devlet de kendi ezberini yaşıyordu. Kimse hazır değildi. Avrupa Birliği uyumlanma sürecini henüz tatmamıştık. İnsan odaklı anlayışı henüz tam olarak yerleştirememiştik. Mutlaka devlet de istiyordu. Ama istenen gelişmeler olmamıştı. Belki o zaman için topyekûn hazır değildik. Ama artık yeter. Edi bese diyoruz. Yeniden başlayacağız.”

Güven şöyle devam etti; ‘Keşke yaşanmasaydı, hiç olmasaydı’ dediğimiz bir süreçte Diyarbakır’da hizmet vermeye çalıştık. Ben Polis Akademisi’nde tiyatroyu kuran insanım. Diyarbakır’da ne tiyatroya gidebildim, ne şiir yazabildim, ne Ahmed Arif’i okuyabildim. Ankara ’ya gidince Diyarbakır yavaş yavaş çıkmaya başladı. Bastırılmış duygu, hüzünlerim, belki hafif bir travma, minör travma diyebiliriz. İnsanların çektiği acıların biz de yüreğimizde hissettik. Boşaltılan her köyün aslında geleceğimize tehdit olduğunu, meçhule giden insanların herhangi bir sisteme tabi olamayacağını da biliyorduk. Belki mecburiyet, acil bir karardı. Geçmişi eleştirmek diye bir olumsuzluğa girmek istemem. Ama bugün yaşadığımız sorunun temelinde bu var... Kendi insanımızla aramızda kocaman sorunlar çıkardık. Şimdi normalleşmeye çalışıyoruz. Yükümüzün çok büyük olduğunu, sadece polisle çözülmeyecek bir sorun olduğunu da biliyorum. Güvenlikçi yaklaşımlarla bu işin çözülmeyeceğini en iyi bilenlerden biriyim. 20 yıl istihbaratta görev yaptım. Hasan Cemal’in ’Barışa emanet olun’ kitabını okuduktan sonra arkasında fotoğraflar bölümüne şerh düşmüştüm. ’Haklısın, ama biz çok küçüktük. Biz o zamanki sistemin hem mağduru, hem mahkûmu, hem mecburu olmuştuk. Ölenlerin her birinin hayalleri, sevgilisi, aşkı var.”

Kategoriler

Güncel Türkiye Gündem