Richard Hovannisian’ın ardından

Akademisyen Zeynep Türkyılmaz, hafta başında kaybettiğimiz Prof. Richard Hovannisian'ın ardından yazdı.

ZEYNEP TÜRKYILMAZ

Prof. Richard Hovannisian’ın yeri doldurulamayacak kaybını derin bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyorum. Şu anda Ermeni çalışmalarının en yetkin isimlerinin bir çoğunun danışmanı olmasının yanı sıra, kendi öğrencisi olmadığı halde desteği sunduğu sayısız araştırmacı, ve özellikle de yarım asır çalıştığı UCLA’de verdiği derslerinde kuşaklar boyu hayatlarına dokunduğu, tarihle tanıştırdığı, ve özellikle 1970lerden itibaren yürüttüğü sözlü tarih projesi dahilinde 1915’in tanıklarıyla buluşturduğu lisans öğrencileriyle, tekrarı mümkün olmayan zamanların bir akademik birikimi ve adalet mücadelesini geride bıraktı. Başta ailesi olmak üzere, bütün sevenlerinin, dostlarının ve hayatını adadığı Ermeni çalışmalarındaki meslektaşlarının başı sağ olsun.

Prof. Hovannisian’la ilk kez karşılaşmam 2000 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde ev sahipliğinde düzenlenen 11. Uluslararası Sözlü Tarih Konferansı [IOHA] sayesinde oldu. Konferansa günler kala katılımcı bazı kurumların yükselttiği itirazlar ve hararetlenen tartışmalar ‘Türk karşıtı’ söylemleri ve hatta ‘Türk düşmanı’ olduğu iddiasıyla Prof. Hovannisian üzerinde yoğunlaşıyor ve konferansa katılımının engellenmesi talep ediliyordu. O dönem sosyal bilimlerde yüksek lisans yapan yeni kuşak olarak alanın büyük isimleri arasında yaşanan bu gerilimi takip etmeye çalışırken, birden Orta Saha’da elinde neredeyse kendisiyle özdeşleşmiş beyaz spor ayakkabılarıyla sabah koşusundan dönen ve yanına yaklaşanlarla en gergin zamanlarda bile yüzünde beliren gülümsemesiyle sohbet eden Prof. Hovannisian’la karşılaştım. Etrafında koparılan heyulanın aksine ve belki de inadına sergilediği normallik çok çarpıcıydı. Velhasıl, Tarih Vakfı’nın protesto mahiyetinde son dakikada çekildiği bu konferansta, Prof. Hovannisian’ın Türkiye’de çoğunluğu Ermeni olmayan bir dinleyici önünde Ermeni soykırımı ve 1970lerden itibaren kaydettiği sözlü tanıklar üzerine ilk konuşmasını yapmıştı. Odadaki herkesin farkında olduğu gerilimi unutturan bir dinginlik ve entelektüel birikimle Ermenilerin 1915 deneyimini ve hafızasını paylaşmış, travma ve soykırımla yüzleşmenin aşamalarını belki de İstanbul’da 85 yıl sonra ilk defa bu netlikte dile getirmişti.

Prof. Hovannisian’la daha sonraki karşılaşmamız, benim UCLA’den tarih doktorasına kabul almamla oldu. Tabii ki tanışmaya gittiğimde beni İstanbul’dan hatırlamadı, ve sanırım ki Türkiye’den kabul alan ve Ermeni olmayan ilk öğrenci olmam itibariyle de ilk başta şüphe ve mesafe ile yaklaştı. Ben gittiğimde UCLA Orta Doğu çalışmaları bir dönüşüm içerisindeydi ve gelen yeni hocalar, Prof. Hovannisian’ın Ermeni ve soykırım çalışmalarına yaptığı katkıyı anlamaktan uzak, bazen de revizyonist bir inkâr çizgisinde, onu daha eski tür milliyetçi tarih anlatısı kuşağının temsilcisi olarak tasvir ve tasnif ediyorlardı. Vakurla bölüm içi siyasetten büyük ölçüde elini eteğini çekmiş olan Prof. Hovannisian, sadece sözlü tarih projesini de programına dahil ettiği Ermeni tarihi üzerine verdiği lisans derslerini sürdürmekte idi. Ancak bölümde düzenli olarak geldiği odasından içeri adım attığınız andan itibaren, dışarıdan empoze edilen eski kuşak profesör tablosunun çok ötesinde enerji dolu, çalışkan ve tutkulu bir entelektüelle karşı karşıya kalırdınız. Masasının başında, kitap yığınları içinde, yeni bir konferans hazırlığında, kitap düzeltmesi yaparken ya da bir lisans öğrencisini sözlü tarih projesi için çalıştırırken bulurdunuz. Bu dönemde arka arkaya düzenlediği Ermeni kentleri konferanslarını, kısa sürede düzeltmelerini yaparak kitap olarak yayınlanmakta, bir yandan da UCLA’de başlattığı ve bu yıl 23.sü düzenlenecek olan Ermeni yüksek lisans öğrencileri konferansı için danışmanlığını sürdürmekte idi. Kısacık sohbetlerde yeni kuşakların yazı yazarken kullandıkları dilden, referans vermeyi bilmemesinden şikâyet ederken, evrilmekte olan bölge tarihçiliğine ve soykırım çalışmalarını yakından takip ettiğini, onlara dair sönmez merakını ve umudunu görürdünüz. Belki de tarihin onun omuzlarına yüklediği hafıza yükünü bir şekilde taşınabilir kılan, kendine has bu merak ve umut onu Ermeni çalışmalarının kurucu isimlerinden yaptığı gibi 2000lerden sonra alanda yaşanan post-milliyetçi dönüşümünün de öncü isimlerinden birisi olmasını mümkün kıldı.

Hovannisian'ın ödediği bedel

Prof. Hovannisian benim lisans dersini takip etme isteğimi nezaketle kabul etti, ama bir kısmının sözlü kayıtlarla ve Ermenice devam edeceğinin de altını çizdi. Dolayısıyla dersine katılmakla rağmen hiç öğrencisi olmadım. Ancak akademik gelişimimi merak ve ilgiyle takip etti. Konferanslarda sunuş yaptığımda odanın bir köşesinden dinleyip, bazen takdir bazen eleştirilerini samimiyetle ama hiç elden bırakmadığı akademik ciddiyetiyle bana iletti. Bölümde ders vermeye başladığımda, dersime kaydolan Ermeni öğrencilerin hemen hepsi Prof. Hovannisian’ın dersini almışlardı. Ara sıra öğrencilerimden ona dair saygı dolu, neredeyse huşu içindeki bahisleri dinlerken, bazen de Prof Hovannisian’la ortak öğrencilerimizden konuşup, gülüştüğümüz oldu. Bölümdeki çoğu hoca ve öğrenci, beklentilerinin aksine gerilimsiz, saygı ve hatta sevgi dolu ilişkimizi anlamakta zorluk çektiler. Üstüne biçilen tariften ve şahit olduğum kısımdan benim çıkardığım, Amerikan akademisinde Ermeni olmanın ve Ermeni çalışmalarına alan açmanın soykırımdan kurtulanların çocukları ve torunları için bir bedeli vardı ve bu bedeli Prof. Hovannisian’ın fazlasıyla ödediğiydi. Bununla beraber yine özellikle Los Angeles Ermeni cemaatinde birebir gözlemlediğim takdir ve minnet duygusu hiç kuşkusuz bu bedeli ödenebilir kılıyordu.

Coğrafya tabii ki kaderdi, ve bizim ilişkimiz hayatımızı alt üst eden olaylarla kesişmeye devam edecekti. İlki 2005 yılında, ağabeyim Yektan’ın Ermenistan’da yaptığı arşiv çalışmasından sonra tutuklanmasıydı. Zannedersem haberi o dönem Ermenistan’da muhalefet lider olan Raffi Hovannisian’dan almış ve sürecin uzamadan sonuçlanması için elinden gelenin de fazlasını yapmaya uğraşıyordu. Ancak zaten Raffi’ye zarar geleceğinden duyduğu endişenin üstüne, bir de bu olayda gördüğü direnç karşısında derin bir hayal kırıklığı yaşıyordu. O dönemden hiç unutmadığım, ilk anki utanç öfke ve minnetle hatırladığım bir telefon konuşmasında, ‘Zeynep çok üzgünüm, elimden bir şey gelmiyor ancak bütün yaşananlar için ailenden, annenden özür diyorum’ dedi bana. Yaşadığımız her şey çok saçmaydı ve ben çok üzgün ve öfkeliydim ama ben o özrün altında ezildim. Kim kimden, ne için, nasıl özür dileyebilirdi ki? Travma, hiç şüphesiz sadece bir çalışma alanı değildi asil ve kocaman yürekli Prof. Hovannisian için, özümsediği bir bilme yaşama biçimiydi.

Los Angeles'ta 19 Ocak anması

Sonra 2007 yılında, bir çoğumuzun hayatını ortadan ikiye bölen Hrant Dink’in katledildiği 19 Ocak’ta, kampüste dağılmış bir şekilde dolanırken gidip konuşabileceğim ilk belki de tek kişi ofisinde çalışmakta olan Prof. Hovannisian’dı. O gün, hemen karar verdik birlikte bir anma yapmaya, ve bu vesileyle bir buçuk yıl önce kaybettiğimiz can dostum Edvin Minassian’ı tanıştırdı, onu hediye etti bana. Yüreklerimizdeki acıyı bir nebze sağaltan Türkiye’deki cenaze töreni, sonrasında da Los Angeles’ta Türkiyeli öğrencilerle birlikte düzenlenen anma, tutulan ortak yas, belki de Hrant Dink’in umutlarını ve yükünü de yüklenmesine sebep oldu. Bu dönemden sonra hem Türkiyeli akademisyenle ilişkileri yoğunlaştı hem de Türkiye ziyaretleri, özellikle üzerine konferanslar düzenlediği Ermeni şehirleri ve hafıza mekanlarına yolculukları sıklaştı. Özellikle Ermeni tarihini ya da 1915’i çalışan genç kuşak Türkiyeli akademisyenlere son derece cömert, iyi niyetle ve merakla, ve belki de iltimasla kapılarını açtı. Ortaya çıkan post-milliyetçi araştırmalar bir yandan Hovannisian’ın bedeller ödeyerek kurduğu Ermeni çalışmalarının üzerinden yükselirken, bir yandan yine onun dahli ve desteğiyle alanı kökünden sarsıp, yeniden kuruyordu. Egoların kılıçtan keskin olduğu akademisyen taifesi için bundan üstünde söylenebilecek bir övgü sözü yoktur sanırım. Bir son notu da Prof. Hovannisian’ın ‘Türkiye düşmanlığına’ düşmek isterim. Özellikle bu dönemde, Ermeni meslektaşlarımız Prof. Hovannisian’ın onlardan beklentilerine, özellikle özen ve disiplin konusunda, sıklıkla sert uyarılarına maruz kalırken, Türkiyeli akedemisyenlerin birçoğu onun seviyeli ilgi, saygı, sevgi, endişesine ve bazen de fazla müsamahasına ve cömertliğine mazhar oldu.

Prof. Hovannisian’ı en son 2019 yılında Selanik’te bir gördüm. Hala keskin zekası, dingin akademik duruşuyla çok etkileyiciydi, ama hareketleri yavaşlamıştı. Yine sarılıp kucaklaştık, henüz bir yaşındaki kızımla tanıştırdım, kısacık sohbetler ettik ortak tanıdıklara dair. Az zamanın kaldığının farkında ama aynı zamanda son anına kadar çalışmaya, yükünü hafifletmeye, umut ettiği adalet için mücadele etmeye adanmışlık çok çarpıcı olarak gözümüzün önündeydi. Ölüm haberini derin bir üzüntüyle aldım. Kafamda ortak zamanlara, yerlere, dostlara dair anılar. Evet Prof. Hovannisian gerçekten bir kuşağın temsilcisiydi. O kuşağın, özellikle erkek akademisyen bireylerine dair genellenebilecek tavırların aksine, geriden gelenlere engel olmayıp, tersine önünü açmış, cömertlikle, şefkatle sarmalamış, eleştirileri duyup, kendini aşmış, kalbini açmış bir koca insandı aynı zamanda. Yazdığı sayısız kitap, makale, değerlendirme, düzenlediği konferanslar, yetiştirdiği lisans ve doktora öğrencilerinin yanı sıra büyük bir öngörüyle 1970lerden itibaren kayıt aldığına aldığı ve şu anda Shoah Arşivi’ne dahil edilmiş Ermeni tanıkların hikâyeleri ve sözler geride minnet ve takdirle anılacak bir miras bıraktı. 2011 yılında emekliye ayrılmasıyla birlikte UCLA tarih bölümde adına kurulan Richard Hovannisian Ermeni Tarihi Kürsüsü, şimdi onun mirasını ileri taşımaya, onu da aşacak öğrenciler araştırmacılar yetiştirmeye çabalıyor.

Dolu dolu yaşanmış, bedeli ödenmiş, mücadeleden geri durmayan üretken bir akademisyenin arkasında ancak yolumuz kesiştiği ve ilham ve destek verdiği için teşekkür etmek geliyor içimden. Umarım şimdi eşi Vartiteh, babası ve babaannesiyle birlikte Harput yaylalarındadırlar, ve belki Edvin’e de denk gelirler o taraflarda. Umarım, hepsi bir parça huzur ve adalet bulmuşlardır. Yaşamına ve yaşamıma kattıklarına sevgi, saygı ve minnetle, bütün ailesinin, Raffi’nin ve tüm sevenlerinin başı sağ olsun, anısı mirası bizimle olsun.