Kürt sorununda tarihten ders çıkartmak - I

Özgür Gündem gazetesi köşe yazarlarından Gençay Gürsoy, Rober Koptaş'ın, 16 Kasım 2012 tarihli Agos’ta yayımlanan “Tehlikenin Farkında Mısınız?” başlıklı yazısından yola çıkarak bugünkü yazısını kaleme aldı.

Kürt halkının özgürlük mücadelesininin tarahte pek fazla karşılığı olmadığını söyleyen Gürsoy, günümüzdeki durumun 1915'le kıyaslanamayacağını savunuyor.

Gençay Gürsoy'un Özgür Gündem'deki 30 Kasım Cuma günü yayınlanan köşe yazısı şöyle; 

Kürt halkının özgürlük mücadelesininin o kadar çok özgün niteliği var ki tarihten ders çıkarabilecek örnekler bulmak neredeyse olanaksız. Gerçi bu konunun tartışılabilmesini imkansız hale getiren yasal kısıtlamaların, yeni anayasa hazırlık sürecinin sağladığı görece (fiili) rahatlama olanaklarıyla az çok aşıldığı son birkaç yıldan beri, dünya örnekleri sıkça dile getiriliyor. Ancak bunların hemen hepsi toplumlararası sorunların nihai çözmüne yönelik anayasal süreçler (Güney Afrika, İspanya vb.) ve/veya silahlı çatışmaların önlenmesine yönelik (IRA, ETA vb.) yöntemlere ilişkin örneklerden oluşuyor.

Rober Koptaş, 16 Kasım 2012 tarihli Agos’ta yayımlanan “Tehlikenin Farkında Mısınız?” başlıklı uzun yazısında, 100 yıl önceki “Ermeni sorunuyla yakıcı benzerlikler” taşıdığına dikkat çekerek, Kürt siyasi hareketiyle ilgili, bana göre bazıları doğru, bazıları çok tartışma götürür, bir dizi tesbitte ve stratejik anlamda (dostça) bir uyarıda bulunuyor:

  • “Kürtlere reva görülen muamele, devletin haksız uygulamaları, baskılar, işkenceler, faili meçhuller,” ve barış umutlarının sürekli akamete uğratılması “PKK/BDP tabanını oluşturan geniş halk kitlelerinde büyük bir kopma hissine” neden oldu;
     
  • “Bugün Kürt siyasi hareketinin çözümü şiddet yoluyla elde etme stratejisinin Kürt kitlesi tarafından meşru görülmesinin ardında bu ruhsal kopuş yatıyor”;
     
  • “Bu öyle bir kopuş ki, yüksek sesle ifade edilmese de, bugün pek çok Kürt, Barış ve Çözüm sloganları altında, aslında Türkiye’den Türklerden ayrı, bağımsız bir Kürdistan hayalini sıcak tutuyor içinde”;
     
  • Bu kopuş aynı şekilde karşı tarafta da yaşanıyor ve orada da devlet şiddeti meşru görülüyor. “İşte Erdoğan gibi siyasetçilerin, en can alıcı noktada insanı dehşete düşüren bir dili pervasızca kullanmasının ardında bu gerçeklik yatıyor.”
     
  • “Erdoğan önemli bir halk kitlesi nezdinde, PKK’ya karşı Türklerin hakların gerçekten  savunabilecek (...) barışın da savaşın da anahtarını elinde tutan” tek lider;
     

Erdoğan “ülke nüfusunun önemli bir kısmının kendisine, partisine yönelik tepkisine rağmen “2014’e giderken bu gücü kökleştirmek istiyor”;

“Bu tablo karşısında siyaseten akıllıca olan, Başbakan’ı şu an sürdürdüğü gerginlik ve güç söylemini kullanmaktan men etmeye yönelik adımları atmaktır” (...)Aksi takdirde, yani güç ve şiddet siyaseti tercih edildiğinde, Türk devleti, halkın büyük çoğunluğunun de desteğini alarak, karşısına dikilen tehdide karşı her türlü zorbalığı uygulamaktan kaçınmayacaktır”; Mümkün olduğu kadar metne sadık kalarak ana başlıklarıyla özetlemeye çalıştığım bu tespitlerin birçoğu, içinde yanıtlamaya muhtaç önemli sorular barındırıyor: Bugün bir ucu dağda, bir ucu parlamentoda, bir ucu İmralı’da, bir ucu cezaevlerinde, bir ucu Avrupa’da olan bir yapıdan tek parçalı bir “Kürt siyasi hareketi” olarak bahsedebilir miyiz? “Kürt siyasi hareketinin” bir bütün olarak “çözümü şiddet yolu ile elde etme stratejisini” benimsediği söylenebilir mi? 1980’li yılların koşullarında yaşanan akıl almaz devlet zulmünün dağa sürdüğü Kürt gençleriyle güçlenen PKK’nin uyguladığı “şiddet”, siyaset yapmanın başka yolları varken örgütün tercih ettiği bir mücadele stratejisi midir? Vb. vb.

Bu yazının sınırlarını aşan ve bugünkü yasal ve yargısal mayın tarlasına girmeden enine boyuna tartışılması mümkün olmayan “şiddet” sorununu bir yana bırakıp, Koptaş’ın Kürt siyasi hareketini bekleyen tehlikelerle, Ermeni toplumunun 1912-15 döneminde Taşnak siyaseti üzerinden yaşadığı felaketler arasında kurduğu benzerlikler ve buna yönelik uyarılara dönmek istiyorum.

Ancak oraya dönmeden önce, Koptaş’ın yazısının sonuna doğru, Kürt siyasi hareketiyle ilgili tespitlerine önemli bir dayanak noktası olarak kullandığı anlaşılan, BDP Milletvekili Sırrı Sakık’a ait bir konuşmaya uğramak istiyorum: “Aklınızı başınıza alın  Kürtler 1915’deki Ermeniler değil ki katledesiniz, Kürtler 6-7 Eylül’ü yaşayan Rumlar, Yahudiler değil ki zulüm edesiniz. Kürtlerin sözü vardır, ‘azdan az, çoktan çok gider’ diye.”

Koptaş yazısında Sakık’ın sarfettiği bu birkaç cümleyi Kürt siyasetinin “amaca” ulaşmak için seçtiği stratejik tercihin ipuçları olarak kabul edip yaptığı uyarıyı gerekçelendirmeye çalışıyor: “Bu tutum çıkar yol değildir. Kürtler, haklarını almak için sonuna kadar savaşmaya hazır olabilirler. Ancak bu savaşın iki halk arasında bir boğazlaşmaya, katliamlara, etnik temizliğe, belki de soykırıma yol açma ihtimali dehşetli şekilde yüksektir. Kürt siyasetinin bu ihtimali görmesi elzemdir. İstenen bu mudur? İstenen ‘amaca’ ulaşmak için daha çok Kürt ve daha çok Türk’ün ölmesi midir? Eğer istenen buysa, eşekten düşmüş bir Ermeni olarak Kürt yurttaşlarıma, dostlarıma ‘Emin misiniz? Hele gelin bunu vicdanınızda bir daha tartın’ diye sormak boynumun borcudur”.

Koptaş’ın Kürtlerin vicdanına havale ettiği bu sözler, üzerinde tartıştığımız yazıdan 12 gün önce, 4 Kasım 2012’de Bursa’da BDP’lilere yönelik linç girişimi üzerine İzmir’de Sırrı Sakık tarafından söylenmiş, yanlış anlaşılmalara yol açabileceği uyarıları üzerine, iki gün sonra 6 Kasım’da yine kendisi tarafından şu açıklama yapılmıştı: “İzmir’deki konuşmamda talihsiz bir analoji kurduğumu farkettim. Tarih boyunca, büyük kıyımlara uğramış bir halkın evladı olarak, benzer akibete sahip diğer halkları incitmem düşünülemez (...) uyaran arkadaşlara teşekkür ederim”.

Koptaş yukarıdaki satırlarda söylediği gibi, Sakık’ın bu benzetmelerindeki (kendisinin de farkederek özür dilediği) özensizliğin değil besbelli ki, “Azdan az, çoktan çok gider” cümlesinin ima ettiği ‘tehdit’ unsurunu öne çıkararıyor. “İki halk arasında bir boğazlaşmaya, katliamlara (...) soykırıma yol açma ihtimali” üzerinde duruyor, “Kürt siyasetinin bunu görmesi elzemdir” diyor ve “istenen bu mudur?” diye soruyor. Peki ama, Sırrı Sakık dahil hemen bütün Kürt siyasetçilerin, aynı endişeleri kamuoyu karşısında defalarca dile getirdiklerine, Kürt sorununu az çok izleyen herkes tanık olmadı mı? Ben yine de sevgili Rober Koptaş’ın, bir teşbih hatasından bu sonucu çıkarmasını ve “istenen bu mudur?” diye sormasını, ‘dostlarını sakınma’ telaşına yormaktan yanayım.

Koptaş, yukarıda özetlemeye çalıştığım tespitlerin sonunda, yine oraya nasıl vardığını bilmediğimiz bir öngörüde bulunuyor: “Bugün Kürt siyasi hareketi, yukarıda sözünü ettiğim savrulma hissiyle ve Suriye’de yaşanan gelişmelerin etkisiyle, artık nihayet Kürtlerin zamanının geldiğine inanıyor. Buna göre, bugüne kadar yaşananlara bir son verme zamanı gelmiştir, uluslararası zemin buna uygundur ve Kürtler istediklerini er ya da geç mutlaka alacaktır. Bunun için gerekirse can verilecek, gerekirse can alınacak, ancak her ne olursa olsun hedefe ulaşılacaktır.”

“(...)Bugün Suriye’de yaşananlar başta olmak üzere dünyada olup bitenlerin Kürt siyasi hareketinde uyandırdığı ‘yeni bir fırsat’ heyecanının bir benzerinin bundan 100 yıl önce, Balkan savaşı sırasında, başta Taşnaklar olmak üzere Ermeni siyasi hareketinde de yaşandığını hatırlatma ihtiyacını duyuyorum.

Taşnaklar 1912’de, o güne dek ittifak halinde oldukları İttihatçıların kendilerine verdikleri reform sözünü tutmadıkları gerekçesiyle, ve iktidarın Balkan savaşları nedeniyle zor durumda kaldığını görerek, vaat edilen ancak uygulanmayan reformlar konusunu uluslararası zemine taşıma kararı aldılar. Yaklaşık 2 yıl süren ve büyük devletlerin de katıldığı müzakerelerin sonucunda, Şubat 1914’de, Osmanlı ve Rusya devletleri arasında, Ermenilerin yaşadığı vilayetlerde reform yapılmasını öngören bir anlaşma imzalandı.

(...) Buna göre Ermenilerin yerel yönetime daha çok katılacağı, yeni bazı haklara sahip olacağı ve 15 yıl sonrasında da bir özerklik oylamasının yapılacağı yeni bir düzen kurulacaktı. İttihatçılar, uluslararası zayıflıkları yüzünden bu anlaşmayı kerhen imzaladılar. Ancak, aynı yıl Dünya Savaşı çıkınca, anlaşma metnini çöpe atmakta bir an bile tereddüt etmediler. Sonraki yıllarda Ermenilere ne tür bir kâbus yaşattıklarını ise hepimiz biliyoruz.”

Koptaş’ın 1915 soykırımını anımsatarak yaptığı uyarıda, Kürt siyasi hareketiyle 1915 öncesi Taşnak siyaseti arasındaki hangi benzerliklere dikkat çekmek istediğini bilmiyorum. Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan bozgunu ve öteki cephelerdeki askeri yenilgilerle düştüğü perişan halinden yararlanmak isteyen Taşnaklarla, bugün Suriye politikasıyla biraz sıkışmış durumdaki AKP iktidarına karşı özgürlük, demokrasi ve barış mücadelesi veren Kürt siyasi hareketi arasında nasıl bir benzerlik bulunabilir?

Kategoriler

Güncel Basın Gündem