Kralın Fotoğrafçısı

Dina Baslan, Ürdün’deki azınlık toplumlarının öykülerini anlatmaya devam ediyor. Bu, 25 yıl boyunca Ürdün'de 'ulusal kurtarıcı' unvanıyla anılan ve uluslararası kamuoyunun İsrail-Filistin barış görüşmelerinde aldığı aktif rol ile hatırladığı Kral Hüseyin’in kişisel fotoğrafçısı olarak çalışan Zohrab Markarian’ın öyküsü. Kendini öncelikle “Ürdünlü” olarak tanımlayan Markarian, “Bir gün Ermenistan’a döneceğim ama Ürdün’e borcumu ödedikten sonra” diyor.

Dina Baslan
dina.baslan@gmail.com

Zohrab Markarian, 25 yıl boyunca kişisel fotoğrafçısı olarak çalıştığı bugünkü Ürdün Kralı II. Abdullah’ın babası Kral Hüseyin’e müthiş bir sevgiyle bağlı. “O benim için bir kral, bir baba figürü, bir işveren ve bir rol modeldi. O öldü, biz de onunla birlikte öldük” diyor Amman'daki fotoğraf stüdyosunun camında dışarı bakarken. Kral Hüseyin, bir anlamda, Markarian’ın hakkında çok fazla konuşmadığı ve genç yaşta yitirdiği babasının yerini almış.  Babası kraliyet ailesinden müşterilerin de zaman zaman geldiği bir berber dükkânına sahipmiş ve 38 yaşında daha gencecikken, alkol bağımlılığı yüzünden vefat etmiş. Bu kaybın onun hayatını henüz 12 yaşındayken derinden etkilediği ve fotoğrafçılık mesleğine giden yolu araladığı anlaşılıyor.   

Bugün 59 yaşındaki Zohrab Markarian’ın Ermeni kimliği ile ilişkisi ise çocukluğundan beri müphem olmuş. Ailesi İskenderun'dan Amman'a resmi bir kimlik belgesi olmaksızın gelmiş zamanında. Markarian Amman'da doğmuş ve aile oğullarına bir kimlik çıkartmayı çok da gerekli görmemiş uzun yıllar. Bu yüzden 20 yaşına kadar, yani kendisine resmi olarak “Ürdün vatandaşıdır” yazan bir pasaport edinene dek, resmi bir kimliği olmamış Markarian’ın. Büyük annesini ve babasını ise sevgiyle hatırlıyor.  “Fakir ve çok acı çekmiş insanlardı. Sevgilerinden başka verecek bir şeyleri yoktu” diye anlatıyor onları. Dedesi ona hep “eğer bir zanaatın olursa, hiçbir zaman aç kalmazsın” dermiş. O da katılıyor buna ve tekrar ediyor biraz da ironiyle: “Belki eğitim seni aç bırakır ama zanaat asla”. Bu yüzden 12 yaşındayken babasının ölümüyle de yüzleşince, okulu bırakıp dedesinin de öğütlediği gibi bir zanaat edinmeye karar vermiş.

Kral Hüseyin’in fotoğrafçılığına giden yol ise sevgiyle başlamış. “Çok eğlenceli bir adamdı. Kırılmaz, yıkılmaz bir karizması vardı” diyor Markarian, Kral Hüseyin için. “Keşke onu koklayabilseydim, sarılabilseydim ona ya da öpebilseydim onu” diye de ekliyor yüzünde müthiş bir gülümsemeyle. “Benim fotoğrafçılığa başlamam Kral Hüseyin'e olan sevgimdendir. Bu benim ona yakın olabilmemin tek yoluydu” diyor.  Markarian, bir fotoğraf yarışmasını kazanarak, kralın kişisel fotoğrafçısı oluyor ve o günden sonra saray onun çalışma mekânı haline geliyor. Kral Hüseyin’e üst düzey gezilerinde eşlik ediyor ve Nixon'dan Clinton'a tarihi buluşmaları fotoğraflıyor.

Ürdün gibi bir ülkede yaşayan herhangi biri için kraliyet ailesinin fotoğraflarına her an her yerde rastlamak çok olağan bir durumdur.  Ama Markarian’ın fotoğraf stüdyosundaki fotoğrafların etkisi alışık olunan türden değil. Burada büyük portrelerle çevreleniyor ve kralın ailesiyle birlikte size gülümsediği fotoğraflardan adeta büyüleniyorsunuz. Gerçekten de Markarian'ın her bir fotoğrafı unutulmaz bir adamın efsanevi yolculuklarına tanıklık ediyor. “Bugün hala bir şeyler yapabiliyorsam; bu, Ürdün ve Kral Hüseyin sayesindedir. O yüzden, buradan ayrılırsam, sanki ona ve hatırasına ihanet edermişim gibi geliyor” diyor Markarian.

Kral Hüseyin ile çalıştığı 25 sene dışında, Markarian'ın hafızasında kımıldamadan duran ve derinliklerinde Ermeni kimliğine ilişkin bir uyanış yaratan olay ise 1990'larda gerçekleşiyor. Büyük çoğunluğu Ermenilerden oluşan Dağlık Karabağ'ın Azerbaycan tarafından işgaline karşı Ermenilerin verdiği mücadele sırasında kendini Amerika ve Kafkasya arasında gidip gelirken ve insanlığın çirkin yüzüne kamera tutarken buluyor.   

“Sanıyorum 1993'ün Nisan ayıydı. Çiçek açmış kiraz ağaçlarını ve etrafın yeşilliğini hatırlıyorum çünkü. Dağlık Karabağ'ın başkenti Stepanakert'a (Hankendi) ulaştığım ilk gün bombalanıyordu şehir hâlâ. İnsanlar parçalanan eşyalarını toplamaya çalışıyorlardı. O arada, beyaz çoraplı bir bacak gördüm. Üstünde hiç kan yoktu ve bu yüzden bir oyuncağa ait diye düşündüm. Oysa yanımdaki adam, onun bir bebeğin kopan bacağı olduğunu söyledi. Ağlamaya başladım…” Stepanakert'ta iki hafta kalıyor Markarian. İnsanlığın daha önce karşılaşmadığı yüzüyle orada tanışıyor. Burada çektiği fotoğraflar ile Los Angelas'ta bir sergi düzenliyor. Amacı hem yaşanan acıya dikkat çekmek, hem de savaş mağduru Ermenilere maddi yardımda bulunmak. Bu sergiden sonra, Stepanakert'a $80,000 dolarlık bir yardım toplayarak dönüyor. “İyi ama çok acı dolu bir deneyimdi benim için” diyor, o günleri anlatırken.

Markarian kendini öncelikle Ürdünlü olarak görüyor. “Kral Hüseyin'in ölümünden 13 yıl sonra, onun anısı ve hatıralarıyla yaşıyorum. Ruhu bizi sarmalıyor. Hiçbir yere gitmiş değil. Bugün Ürdün'ün bize ihtiyacı var ve şimdi aldıklarımızı geri vermenin zamanı” diyor sık sık.  Sonuçta Ürdün onun kendine bir yaşam yaratmak için mücadele ettiği ve bunu başardığı yer. “Bir isim sahibi olmak kolay değildi ama onu yaşatmak daha da zor” diyor, geçmiş günleri anlatırken.  Başarının sırrının ise hakiki olmaktan geçtiğini söylüyor. İleride bir gün Ermenistan'a dönmeyi de düşünüyor Markarian ama Ürdün’e borcunu ödedikten sonra. “Ermenistan’ı, dağlarını çok seviyorum. Beni dolaştıracak bir dört tekerlekli ve fotoğraf makinem yanımda olduğu sürece iyi olacağım” diyor.

İngilizceden çeviren Esra Elmas

 

Şapgir'de bu hafta;

 

Kategoriler

Şapgir