DEVR İ LALE

“Halk bilmez halk anlamaz elbet kendi için lazım olanı, onun için onun yerine âbad etmek gerek ‘devr i lale’ ile cihanı” der, kafanıza göre şehri tarumar ettikten sonra lale denen ottan medet umarsanız, İstanbul’un bir tek lale diyarı olmadığını anlarsınız. İstanbul’da kentsel dönüşümün Kafka’nın “dönüşüm” hikâyesine döndüğü şu günlerde, İsmail Keskin yeni yılınızı içinden İstanbul, Lale ve Patrona Halil geçen hikâyesi ile kutluyor.

İsmail Keskin
ismailkeskin@gmail.com

Okulda aşı günü içten içe sevilen dıştan dışa korkulan bazen de iğne sırasının gelmesini beklerken bazılarını derin düşüncelere gark eden anlamlı bir gündür.  Halim bu günlerden birinde öncelikle sevinçliydi. Teneffüste sağlık ekibinin geleceğine dair dedikoduları yayan öncülerdendi ve hemşirelerin okul kapısında görülmesiyle de vaadini yerine getirmiş politikacı edasıyla çoktan kurunmaya başlamıştı. Ne de olsa aşı günleri öğleden sonra okul olmuyordu ve bu da angaryadan kurtuluş demekti. Tüm bu kahramanlığına rağmen, Halim yine de iğne sırasında öncülerden olmamayı tercih etti, az da olsa tırsıyordu. Kurban sırası gibi ağırca ilerleyen sırada, gözü önünde vurulan aşı iğnelerinin yumuşak ete girişini her görüşünde biraz daha içi bulanıyordu. Aslında bu Halim’in tecrübe ettiği ilk aşı günü değildi o yüzden öyle aman aman acımadığını biliyordu. Önceki aşıların acısını çoktan unutmuştu ama nedense o ince soğuk demir çubuktan kana karışan sıvının içini gıcıklayışı aklına takıldığı yerden gitmiyordu.

O anı tekrar düşünmeye başladı. Vücuda yüklenen ajan mikroplar, kendi soyuna ihanet etme zayıflığına düşmüş insan işbirlikçileri… İlkokulda seyrettirilen o meşhur, aşı hakkında bilgilendirici çizgi film fonda akıyordu.

Ekrandaki çocuk sırıta sırıta aşı oluyor, sonra kamera öyle bir zoom yapıyor ki çocuğun kolundan içeri giren kamera bir anda sirke benzeyen bir çizgi filme dönüşüyor. Şeytan gibi çizilen mikropları uçaklara binmiş aşı adamlar bombalayıp canlarına okuyor. Ölen mikroplara üzülen yok, kendi düşen ağlamaz ne de olsa. Hem genç ağaçlar baltayı yaşlı ağaca şikayet etmişler, “Ne edeyim? Sapı benden” demiş.

Halim’in yaşı bu açıklamalar için bir hayli geçkindi fakat bir şey akılda bir kere yer edindi mi aslını istediğiniz kadar öğrenin bir türlü kurtulamazsınız. Bu yüzden ilk öğrenilenler hep önemlidir. Halim bunları düşünürken sıra Halim’e geldi. Hemşire “kolunu sıva evladım” dedi. Halim kolunu sıvayıp bön bön koluna bakmaya başladı. Hemşire kurma bebeğin aynı hareketleri sürekli tekrarlaması gibi aşı rutinine bir kez daha başladı. Aklında akşama ne yemek pişireceği sorusu vardı. Halim’in kolları patlıcan gibi yumuk yumuk olduğundan bu sayede küçük bir fikir bile edindi. Halim demirin koluna girme anına kitlenmişti. Hemşire sıkma çocuğum kendini dedi, Halim bir şey anlamadı, hemşire de umursamayıp iğneyi koluna soktu. Acı faslı bir hızda geçmişti, şimdi aşının akış faslı vardı ki Halim bu anın tadını çıkarmak istiyordu. Yabancı bir sıvı vücuduna serince yayılıyordu. Üç nefeslik bir zaman diliminde bu yayılma bitti, hemşire otomatiğe bağlı olduğundan “geçmiş olsun canım” dedi. Halim aşı olayını hemen zihninde sıfırlayıp bir sonraki olaya odaklandı; eve gitmek. Koştu çantasını topladı, iyi günler öğretmenim gibisinden seslenip öğretmenin onayını aldıktan sonra son hızla okuldan çıktı, otobüs durağına yaklaşık 4 dakikalık bir yürüyüşle vardı. 16A’ya binip kaynarca gül sokağa en yakın durakta indi. Sokağa girmeden önce sokağın başındaki kalabalığı fark etti. Hiç de yabancı olmadığı, “bedava bir şeylerin dağıtıldığı reklam şeysidir” dedi kendi kendine. Sonra içinden küçük bir hesap yaptı, okuldan erken çıktığına göre kalabalığa girip ne dağıtılıyorsa dağıtılsın bir tane de kendisi alabilirdi. Ne de olsa zaman boldu ve eve bedava ne götürürse götürsün takdir kazanacaktı. Ramazan ayı olmadığından yiyecek sepeti olmadığını biliyordu, içinden değecek bir şey olsa bari diye düşündü. Saatlerce bekleyip ne aldığını bilmeden annesine götürdüğünde azar işittiği de olmuştu, “tüüü sallaya sallaya getiriyor bi de… Kadın şeysi mi aldın tü utanmaz!”

Halim, kalabalığın içine girince bir adam tarafından ite kaka sıraya sokuldu. Sıraya girince mecburen bekleme faslı da başlamış oluyordu. Halim okulda fırlama olsa da dışarıda bir hayli pısırık sayılırdı. Bu yüzden kimseye kuyruğun ne kuyruğu olduğunu soramadı ama her yerde İstanbul lalesine kavuşuyor yazıyordu, pek anlam veremedi. Lale bir kız, bir sanatçı falan olamazdı, bizim belediyenin öyle şeyle işi olmaz diyordu içten içe. Acaba lale yeni yapılacak tramvayın ismi mi diye düşündü, bu sefer de tramvaya bilet dağıtmazlar deyip bu fikirden vazgeçti. Arkadaşları arasında bol bol kullanılan laleli bir küfrü hatırlayıp pis pis sırıttı ve dağıtılan şey güzel çıkmazsa dağıtan adama içinden söyleyip yüzüne gülmeye karar verdi. Halim böyle düşünürken sıra kendine geldi, dağıtımı yapan sırıtkan herif Halim’e kahverengi kocaman plastik bir saksı ve beş yumru şekilsiz yumuşak bir şeyler verdi. Halim hiç beklemeden adamın yüzüne gülüp içinden o isim tamlamasını tekrarladı. Adam “annene söyle lale soğanlarını çok bekletmeden diksin, vaktini geçirmesin” diye Halim’i güzelce tembihleyince anladı ki o lale gerçek laleymiş. Halim kendi adına bir şey ifade etmese de annesinin gözüne gireceğinden sevindi, elindeki lale soğanları ve saksıyla Gül sokağına girdi. Baba büyük ihtimalle küfredecekti “O pezevenklerin çiçeklerini sokmam eve” diye ama anne baskın çıkıp “Ne zararı varmış? Aferin oğlum” diye Halim’i kollayacaktı. Halim babasının her akşam rakının yanında dinlediği, içini bayıltan o şarkıyı hatırladı. Neydi? Ergenlik dönemindeki bir erkeğin kurbağadan bile iğrenç çıkan çatallı sesiyle mırıldanmaya başladı.

“Ya lale açmalıdır bu göğsümüzde

Veyahut gül…”

Tabii bu sözlerden pek bir şey anlamasa da Gül sokağına lale sokarken bundan daha uyumlu bir şarkı olamazdı. Halim ilkel bir mülkiyet duygusuyla “soğanlardan biri benim olsun” dedi sesli olarak, sonra kendi cevap verdi “yok oğlum sonra sulaması da başına kalır, neme gerek.”

Halim bu düşüncelerle evin yolunu bitirmişti ki annesi kapının önünü süpürüyordu. Hemen durumu annesine anlattı, parlak birkaç söz söyleyip “Anneciğim bu açmamış çiçekleri senin için aldım. Sen onlardan da güzelsin canım annem” gibi okulda öğretilen bir içtenlikle annesine sarıldı. Bu jest annesinin de pek hoşuna gitmiş olacaktı ki Halim için akşama kadar sürecek bir lale devri başlamış oluyordu. Ta ki babası Patrona Halil akşam saksıyı camdan fırlatıp kıyameti kopararak bu ihtişamlı devri sona erdirene dek.

Kategoriler

Şapgir

Etiketler

Lale