2000’lerde 2000’lere rağmen samimi ve hakiki kadın sesler!

Nayat Karaköse çabuk üretimin hızlıca tüketimi doğruduğu, dijitalleşen ve plastikleşen 2000’lerde, erkekleri yenen güçlü kadın sesleri yazdı. Amy Winehouse, Florence Welch, Bat For Lashes, Lana Del Rey ve Adele bu hafta şapgir’e konuk oldular.

Nayat Karaköse
nayatk@gmail.com

Özellikle İngiltere’de ve Amerika’da 1990’lar müziği ve o dönemin müziğindeki ruh bambaşkaydı hatta buna 80’lerin ikinci yarısını da ekleyebiliriz. Çok hakiki bir hikâye vardı 90’larda, hem bir arayış hem de bir kavuşmaydı o 15 yıllık dönem. Herkesin anlatacak hikâyesi ve sorgulayacak gerçekleri vardı. Çok içtendi 90’lar.  Mesela Stone Roses’ın ‘Made of Stone’ şarkısındaki duyguyu, The Cure’un  ‘Pictures of You’ şarkısındaki ruh halini, Oasis’in ‘Wonderwall’ şarkısındaki hissi veya Nirvana’nın ‘Smells Like a Teen Spirit’ şarkısındaki isyanın duygusunu günümüzde kaç şarkı bize verebiliyor ki?

2000’lere girmemizle birlikte o ruh yavaş yavaş kaybolmaya başladı, yerine yeni tarzlar denendi, daha bir plastikleşti herşey. Dijitalleşmeyle gelen daha çabuk üretim hızlıca tüketimi doğurdu. Bir kısım müzisyenin ömrü 1 yılı aşmadı. Fakat güçlü gruplar ve iyi vokaller yine de çıktı. Bu dönemde aslında kadınlar erkekleri yendi, çok güçlü kadın seslerle tanıştık. Çoğunun ortak özelliği yaralı olmaları, ya aileden ya aşktan ve hissederken hissettirmeleri. 2000’lerden bu yana müzik dünyasına katılan en iyi beş kadın şarkıcıyı derlemeye çalıştım.

Amy Winehouse

1983’de dünyaya gelip sadece 27 yıl hayatta kalan Amy Winehouse 2000’lerden bu yana çıkan belki de en iyi ve etkili kadın müzisyen. 2003’te Frank albümünü yayınladığında daha 20 yaşında olan Winehouse’un en büyük gücü müziğindeki etkiyi hakikiliğinden almasıydı. Yaşamadığı hiçbir şeyi yazmadı, aksine iyi de olsa kötü de olsa hatta onu mahvetmiş olsa da o yaşadıklarından besleniyordu. Yaşadıklarını şarkılara dökerek sesli günlükler tutuyordu, belki çok fazla dert ortağı yoktu fakat şarkıları vesilesiyle birden milyonlar dert ortağı haline geldi. Amy Winehouse dinlediği müziklerden oldukça beslenmişti, Amy’i “Amy Winehouse” yapan isimler arasında  Sarah Vaugin, Ella Fitzgerald, Etta Jones, Nat King Cole, Ray Charles, Carleen Anderson gibi isimler bulunuyordu. Onlardan büyük ilham aldı ve onları bir şekilde dinlemesine vesile olan abisine hep minnettar kaldı. Amy yaşadığında sadece 2 albüm çıkarttı, 2003’de ‘Frank’ ve 2006’da  çok büyük ses getiren ‘Back To Black’ albümlerini yaşarken çıkarttı. ‘Back to Black’ albümü ayrıldığı ve hayatının en büyük yarası olan eski sevgilisi ve yaşadığı sürece tek aşkı olarak kalan  Blake Fielder’a yazılan bir ağıttı. Hatta Amy o albümü kaydeder kaydetmez onu bir pub’a çağırdı ve albümü ona dinletti. Blake kulaklarına inanamadı ve hiçbirşey söyleyemedi. Amy’i öldürmeyen şeyler maalesef güçlendirmedi; aksine tüketti, yarası kabuk bağlamdı ve 2011’de hayata veda etti. Amy’den sonra ve aynı dönemde birçok iyi kadın vokal çıktı ama onu ayırt eden ruhu, duruşu ve samimiyetiydi. Olduğu gibiydi, ruhuna makyaj yapmadı ve kısacık ömrüne birçok hayat sığdırdı.

Amy Winehouse’un 2006 yılında Paul Weller’la birlikte Etta James’den !Don’t Go to Strangers’ı Later with Jools Holland’da söyledi, bu nefis düeti dinlemek için

Florence Welch

1986 doğumlu olan Florence Welch,  Florence and the Machine grubunun solistliğini 2008 yılından bu yana yapmakta. Florence çok güçlü bir kadın vokal ve iyi bir besteci. 2009 yılında çıkan ilk albümleri ‘Lungs’ her melomanın playlistinde bulunması gereken albümlerden.

Florence and the Machine’i ilk defa 2009 yılında yüksek lisans eğitimimi yaptığım Essex Üniversitesi’nin barında canlı izlemiştim. Florence ile aramda 5 metre ya vardı ya yoktu, ilk çıktığı anda aman Tanrım ne ses diyerek tüylerim diken diken oldu. Yanımdaki arkadaşıma bir gün gelecek ve biz onları bu kadar yakından dinledik diyeceğiz dediğimi çok iyi hatırlıyorum. Nitekim de öyle oldu. Özellikle o geceki ‘Girl With One Eye’ performansının tadı halen damağımdadır.  2011’de ise ‘Ceremonials’ albümünü çıkaran Florence and the Machine artık sadece İngiltere’nin değil dünyanın çok iyi bildiği bir grup haline geldi. Şu sıralar harika bir DJ ve müzik adamı olan Calvin Harris’in yapıtı olan Sweet Nothing şarkısını seslendiren Florence Welch  listeleri kasıp kavurmakta.

Florence bir yandan da adeta bir moda ikonu haline geldi, son birkaç yıldır vintage ile moderni birleştiren tarzı özellikle İngiltere’de kadınlara oldukça ilham veriyor ve  moda ikonu olarak gösteriliyor: http://www.glamourmagazine.co.uk/fashion/celebrity-fashion/2011/10/florence-welch-best-fashion-red-carpet-style#!image-number=26

Florence and the Machine’in Royal Albert Hall’daki büyüleyici ‘Drumming Song’ performansı için:

Bat For Lashes

1979’da Pakistanlı bir babadan ve İngiliz bir anneden Londra’da doğan Natasha Khan okul döneminde ırkçı söylemin bir hayli kurbanı olmuş. Zorlu okul döneminden mezun olduktan sonra bir fabrikada çalışmaya başlamış. Müzik hep hayatında yer almış ve hayal dünyasının genişliği ona şarkı besteleme olanağı tanımış. Fabrikada bir yandan çalışırken kulaklığında kendi bestelediği şarkıları dinliyormuş. Fabrikadan ayrıldıktan sonra Amerika ve Meksika’ ya 3 aylık bir geziye çıkmış. Geri döndüğünde ise Brighton üniversitesinde müzik eğitimi almaya başlamış.

Kendisine sahne ismi olarak Bat for Lashes’ı seçen Natasha Khan müzik piyasasına 2006’da Mercury ödüllerinde de en iyi albüm dalında adaylık alan ilk albümü ‘Fur and Gold’ ile giriş yaptı. Hatırısayılır bir etki yaratan ‘Fur and Gold’u  2009 yılında çıkarttığı Two Suns albümü takip etti. Özellikle de albümdeki ‘Daniel’ şarkısı Bat for Lashes’ı çok daha geniş dinleyici kitlesine ulaştırdı .Bat for Lashes 2012 yılında ise mükemmel bir dönüş yaptı ve The Haunted Man albümünü çıkarttı. Albüm 2012’nin en iyilerinden, dinledikçe daha da çok sevilen o nadide albümlerden... ‘Laura’, ‘Lillies’, ‘All Your Gold’, ‘The Haunted Man’ gibi şarkılar klasik olmaya aday.

‘The Haunted Man’ albümün kapağı oldukça konuşuldu çünkü sırtında çıplak bir erkek taşıyan çıplak Natasha var karşımızda, en doğal haliyle, o kadar ki tüylerini falan dahi almak istememiş.

Guardian'a verdiği söyleşide şöyle diyor: “Patti Smith ve Pj Harvey'in fotoğraflarına bakıyordum, geçmişe ait olan bu kadınların hiçbirşey umrunda değil. Aynı şekilde harika kaşları ve bıyıklarıyla Frida Kahlo… Artık günümüzde bu duruş, tavır eksik, hakiki vücutlar ve hakiki insanlara pek rastlamıyoruz. Dolayısıyla kapağın bu boyutuyla gurur duyuyorum.”

Natasha çok haklı. Ayrıca albüm kapağı çok ucuz bir niteliğe bürünebilecekken o hakikiliği sunmada o kadar başarılı oluyor ki bedeninden bir sanat yaratıyor. Baktığınız kapaktaki resim ama gördüğünüz verilmek istenen his oluyor. ‘Laura’ şarkısında da dediği gibi Bat For Lashes adeta karanlıktaki bir ışıltı.

Bat for Lashes’ın  ‘The Haunted Man’ albümünden ‘Laura’yı dinlemek için:

Lana Del Rey

Asıl ismi Elizabeth Woolridge Grant  ve kendine sahne ismi olarak Lana Del Rey’i seçen Elizabeth müzik dünyasına 20 yaşındayken giriş yapıyor. Çocukluğunda kilise korolarında ilahiler okumuş, şu an kendisini dindar olarak tanımlamıyor ama ara sıra bildiği duaları okuyor.

Albüm çıkarmadan önce şansını Londra’da bulunan birkaç plak şirketiyle deniyor fakat şarkıları ilgi çekici bulunmuyor.  Ocak 2010’da  ise Lana Del Rey a.k.a Lizzy adında ilk dijital albümünü yayınlıyor. Haziran 2011’de ‘Video Games’ şarkısını piyasaya sürmek için Stranger Records ile anlaşan Lana Del Rey, bu şarkının favori şarkısı olduğunu her daim dile getirir.  Lana şarkıyı Justin Parker ile bestelemekle kalmamış, klibini de youtube’dan derlediği birçok görüntüyü kolajlayarak kendisi hazırlamıştır . ‘Video Games’ şarkısı büyük yankı yapar, Ocak 2012’de ise daha fazla ses getirecek olan BornTo Die albümünü çıkartır. Albüm oldukça çok satar, Kasım 2012’de ise 3. Albümü  ‘Paradise’ı piyasaya süren Lana bir söyleşisinde filmler için şarkı  bestelemeyi çok sevdiğini ve aslında buna odaklanmak istediğini söyler. 

Lana del Rey da aynen Amy Winehouse, Adele gibi aşk acısı çekip acısını şarkılara yazanlardan. Tüm şarkılar 2 kişi hakkındaymış ve Lana’dan arada “I still think about you” (halen seni düşünüyorum) gibi tweetlere rastlamak mümkün. “Şöhret olmak için yola koyulmadım, sadece şarkı söylemek istiyorum” diyen Lana Del Rey müziğin birinci tutkusu olmadığını neredeyse her söyleşisinde ifade ediyor.  Lana Del Rey’in en büyük gayesi iyi bir insan olmaya çalışmakmış.

Lana Del Rey şarkı söylerken zamanın ne içinde ne de dışında gibi, sesinde farklı ruh halleri bir arada. Lana’nın şarkı söyleyiş tarzında hem cool bir tavır, umursamazlık sezilirken bir yandan da bir yaranın varlığı hissediliyor, aynen  ‘Video Games’de olduğu gibi.

 Zaten kendisi çok ifade etmek istemese de bazı söyleşilerinde “anlatsam inanmayacağınız şeyler yaşadım, başım birçok kez belaya girdi” diyor. Lana tüm o steril ve her daim bakımlı, güzel görüntüsünün ardında farklı hayatların izlerini barındırıyor, belli ki beslendiği birçok şey yaşamış. 

Lana Del Rey 2012’de Kasabian’ın ‘Goodbye Kiss’ şarkısını coverladı ve kendi ruhunu o kadar iyi yansıttı ki Kasabian versiyonundan daha çok ilgi gördü.

Adele

1988’de Londra’da doğan Adele’in hayatı yakın bir arkadaşının demo kaydını Myspace sitesine yüklemesiyle değişti, demo kayıt ses getirince XL plak şirketi Adele’e albüm yapma teklifinde bulundu. İlk albümü ‘19’u 2008 yılında yayınladı ve büyük başarı elde etti. 2011’de ise daha da büyük etki yaratan ‘2’ albümünü yanıtladı. Adele de aynen Amy Winehouse ve Lana Del Rey gibi aşk acısı çekip bir hayli yaralanmış kadınlardandı, o da hislerini müziğe yansıttı ve milyonların ruhunda dile geldi. Özellikle ‘Someone Like You’ şarkısı adeta kırık kalpli kadınların uluslararası marşı haline geldi! Adele hem ödüllere doyamazken hem de satış rakamlarıyla rekor üstüne rekor kırdı. Aslında Adele’de ilk yarayı açan erkek 3 yaşındayken onu ve annesini terk eden babası. Büyükbabası ve büyükannesiyle ilişkisini sürdüren Adele belirli aralıklarla babasını görmüş fakat asla hakiki bir baba ve kız olamamışlar. 2011’de ise babasının ailevi meseleleri basına anlatmasıyla Adele tüm ipleri koparmış, öyle ki bir söyleşisine sokakta görsem suratına tükürürüm diyor. Uğruna şarkılar yaptığı eski sevgilisi için hayatımın en fenomen ilişkisiydi diyen Adele bir söyleşisinde hislerini şöyle ifade ediyor.

“Bu şarkılar benim kişisel terapim. Eski erkek arkadaşımın bu şarkılar hakkında ne düşündüğünü bilmiyorum, hiç görüşmüyoruz ama haftalarca 1 numara oldukları için bu şarkılardan kendisini sakınması ve kaçınması imkansız. Umarım dinlediğinde onu ne kadar çok sevmiş olduğumu anlamıştır. Ben nasıl ki bu şarkıları yazdığımda huzur buldum, umarım o da bu şarkıları dinlerken huzur bulur. O hayatımın en büyük yerini kapladı ve şimdi bu albüm hayatımı değiştirdi. Dolayısıyla hayatıma hala olumlu etki ediyor.”

Fakat gelin görün ki eski erkek arkadaşı Adele’den şarkılarına ilham kaynağı olduğu için telif dahi istedi!

İzleyeceğiniz video Adele’in Royal Albert Hall’de verdiği konserden  ‘Someone Like You’. En sevdiğim ve en içten bulduğum Adele, yalınayak şekilde sahnede, kalbinden söylüyor… Binlerce kişi ona Royal Albert Hall’un büyülü ortamında eşlik ediyor.

Kişisel bir listenin ardından daha da kişisel bir not: Bu derlemeyi kişisel beğenimden yola çıkarak oluşturdum. Bu yazıyı okuyan her bir kişinin listesi mutlaka farklı olacaktır.  Bu isimler arasında Amy Winehouse’un yeri hep başkaydı ve hep başka olacak. O öldüğünden beri bana herkes ölebilirmiş gibi geliyor, bir şarkıcı, bir sanatçı ya da tanınmış biri öldüğünde artık daha az şaşırıyorum ya da belki daha az üzülüyorum. ‘Amy Winehouse bile öldükten sonra’ diyorum, belki bencilce ve belki de biraz kalpsizce gelebilir ama öyle, galiba halen kabullenemedim. Amy Winehouse dünyaya bir kere gelenlerdendi, yaram bundandır… Benim için aynı şey pek tabi ki John Lennon ve Kurt Cobain için de geçerli, çok erken veda ettiler. Onların halen yaşadığı bir dünyada yaşamayı çok isterdim, benim başka Dünya’m öyle mümkün olurdu…

 

Kategoriler

Şapgir

Etiketler

Adele Amy Winehouse Pop