ABD ve Demokrasi

Servan Altıkanat, çoğu insan tarafından “petrol hırsızı emperyalist” veya “bütün kötülüklerin kaynağı” olarak görülürken, yine de demokrasi denince akla gelen ilk ülkelerden olan ABD’nin demokrasi tarihini yazdı.

Servan Altıkanat
 
“Irak’a da demokrasi götürüyordu” diyen bir kesimin zihnine “petrol hırsızı emperyalist” bir ülke olarak kazındı ama “demokrasi ve hukukun üstünlüğü” dendi mi, akla gelen ilk ülkeydi.
 
 
Mazisine, sosyal sorunlar, toplumsal eşitsizlikler, daha doğrusu siyahlara yapılan zulümler de damga vurdu belki ama... Bu mazi onun, 21. yüzyılın önünde olduğu gerçeğini ve Irak’tan, Afganistan’dan ABD askerlerini çeken, çekilirken bililtizam “galebe” sözcüğünü ağzına almayan, bilgisayarcı bir siyahın iki dönem halktan emaneti almasını saklamaya yetemedi.
 
70’lerde Allende hükümetinin halledilmesiyle neticelenen 1973 darbesine ve Pinochet’in cuntasına verilen destek ortadaydı ama bu desteğin ayyuka çıkmasını sağlayacak dinamiklerde bir müddet sonra tecelli etti. George Washington Üniversitesi “Bilgi Özgürlüğü Yasası”na dayanarak, Milli Güvenlik arşivinin Şili darbesi öncesindeki ve sonrasındaki “gizliliği azaltılmış” malumatları yayınladı. Konu, ABD kamuoyunda özgürce tartışıldı. Tıpkı, General Wesley Clarck’ın Kosova harekâtı sırasında ortaya çıkan zaaflarının özgürce tartışıldığı gibi…
 
18. yüzyılın ortalarında kıtada bir koloni mücadelesi gerçekleşti. Bu mücadelenin ardından uzun yıllar dünyaya yön verecek, vatandaşı için var olacak, bütün dinlere, düşüncelere eşit uzaklıkta duracak modern bir devletin temelleri atıldı.
1787'de anayasa yazıldı.
 
Delaware eyaletinde onaylanan 7 maddelik anayasa, 1789'da New York eyaletinin de onaylaması ile kabul edilmiş oldu.
Aynı yıl başkan olan Washington, 1792’de yeniden seçildi ama 1797 yılında Amerika’yı kültürünü imtiyazlı kılan bir siyasi kültür belirdi: “Devleti kuran adam, şapkasını alıp, politikadan tamamıyla çekildi”.
 
Amerika'nın gelmiş geçmiş başkanları kongreye karşı mesul oldu. Umumiyetle tüm dünyanın başkanları olarak idrak edildiler ama bu başkanlar, kongreyi keyfine göre feshedemeyecek, bir büyükelçi atamak için bir buçuk yıl beklemek zorunda kalacak, hamburger yemek için kuyruğa girecek, dilediği heykeli yıktıramayacak kadar “güçsüz” oldu.
 
“Amerika Amerikalılarındır”' diyerek ülkeyi kendi kabuğuna çeken James Monroe gibi başkanları da oldu ama Harry S. Truman gibi Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombası atılması kararını verecek kadar gözü dönmüş, kabuklarına kapanan ABD’yi Ortadoğu’ya açan bir başkanı da tarihe geçti.
 
Meşhur Gettysburg konuşmasında, “halkın, halk tarafından halk için yönetimi olduğu bu devlet yeryüzünden silinmesin” diyen Abraham Lincoln gibi literatüre geçen, kölelikle mücadele eden başkanları olduğu gibi; 70'li yıllarda muhalefetteki Demokrat Parti’nin merkezi olan Watergate’deki büroya 5 hırsız sokarak, oradaki Demokrat Partililerin telefonlarını gizlice dinlemek isteyen ve bu planı elinde patlayan, bu sebeple istifa bayrağını çeken Richard Nixon gibi başka telden çalan başkanları da oldu.
 
Çok soğuk bir günde, Washington'da, açık havada düzenlenen “göreve başlama töreni”nde şapka ve palto giymeyi reddederek yaptığı uzun konuşma sonucu zatürre olan ve bu sebeple Amerikan tarihine en kısa başkanlık (31 gün) yapan biri olarak geçen William Henry Harrison gibi tuhaf anekdotlara imza atanlar da var elbette.Tabi, “hindiyi” ulusal kümes hayvanı olarak teklif eden Benjamin Franklin gibi kişiliklerde…
 
 
Demokrasi hikayesi bunlarla da sınırlı kalmadı.
 
“Guatemala Hapishaneleri” bir işkence merkezi olarak bir kesimin hafızasına yerleşti. Bir ara, zencilerin okuma-yazmasını yasaklayan kanunlar bile çıkarıldı. Farklı ırklar arasındaki evlenme yasağı, 90'lı yılların sonlarına kadar Carolina’da yürürlükteydi.
 
Yalnız bugünün ABD’si, toplumsal sorunlarını süratle aşıyor. ABD, bireyciliğin, yaratıcılığın, rekabetin ve hukukun ulvi olduğu; başkanının, canı sıkıldığında köşe yazarlarına çatmadığı, en az sorunu olan bir demokrasi. Her bakımdan, insanlığa sunduğu çok değerli bir birikim var.
 
Orada, Tammy Baldvin eşcinsel olduğunu ilan ederek seçime gidiyor ve vekil seçiliyor.Biri siyah, diğeri Mormon iki parti liderinin başkanlık savaşı verdiği, seçime giderken televizyon kanalına çıkıp medenice tartışabildiği, komplekslerinden arınmış gelişmiş bir kültür var orada… ABD’ye, her türlü komplo kuramında “kötü adam” rolünü veren insanların bile nefsini kemiriyor bu tablo.
 
ABD’nin kuruluşunda emeği geçen, vizyon sahibi demokrat kimseler, şayet bugün ABD’yi “Emperyalizmin zalim babası” olarak tavsif eden insan kalabalığını görse idiler, herhalde “ülkeyi anayasayla yöneten bir Başkanın seçimle iş başına geldiği ilk modern demokratik cumhuriyetin ABD olduğunu önemsemeyen bu kalabalık karşısında deliye döner, kendi saçlarını başlarını yolarlardı.
 
Kim bilir belki de, bu tavsiflere hiç kulak asmayıp; “Biz, Birleşik Devletlerin insanları...” diye başlayan, içerisinde ifade özgürlüğünü sınırlandıran tek bir maddenin yer almadığı bir anayasanın hala yaşamını sürdürüyor olmasının verdiği nahvet ile kadehlerini bir kez daha tokuştururlardı.

Kategoriler

Şapgir