‘Evim Şam’a bir gün elbet geri döneceğim’

İstanbul Caz Festivali'nin düzenlediği Ustalarla Buluşmalar konser serisi için Türkiye’ye gelen Lena Chamamyan, Ermeni ve Suriyeli olmanın kendisi için ne anlama geldiğini anlattı: “Kendimi kimlik üzerinden tanımlamam gerekirse Ermeniyim diyorum aslında, ancak Suriye şu anda bu kadar acı içindeyken kendimi daha çok Suriyeli hissediyorum. Suriye'ye aşığım. Ne kadar orada olmasam da, her zaman orada hissedeceğim, ve bir gün elbet geri döneceğim.

LORA SARI
lorasari@agos.com.tr

İstanbul Caz Festivali'nin düzenlediği Ustalarla Buluşmalar konser serisinde, 18 Temmuz gecesi, kanun virtüozu Göksel Baktagir, çellist Özer Arkun ve piyanist Tuluğ Tırpan'dan oluşan trio ile, Yıldız Sarayı Has Bahçe'de bir konser veren Lena Chamamyan, Suriye'nin önde gelen, kendi terimiyle, ‘Doğu Caz’ müzisyenlerinden. Müziğinde Ermeni ezgilerinden de sıkça yararlanan Chamamyan'ın, bu yönü belki de ülkesi olmayan bir müzisyen olmasından geçiyor. Babası Maraş'tan ayrılmak zorunda kalan Chamamyan, Suriye'deki savaşın başlamasıyla doğduğu toprakları bırakıp Paris'e yerleşiyor. Atalarının topraklarına konser vermek için dönen Lena Chamamyan, bize Suriyeli Ermeni bir müzisyen olmanın nasıl olduğunu anlattı.

Aynı acıyı ikinci kez yaşıyorum. Yurdunuzu terk etmek zorunda kalıyorsunuz ve yeni bir yurt edindikten sonra onu da kaybediyorsunuz. Belki de ülke diye bir şey yoktur...Başlangıçta Suriye'ye terk ettiğim için çok kötü hatta suçlu hissettim. Şam'daydım ve üzerime bombalar yağıyordu. Savaşta ölmek çok kolay. Sizin başınıza gelmeyeceğini düşünüyorsunuz. Ama bir bakmışsınız artık çok geç…

İstanbul'la, veya bu ülkeyle ilgili hissiyatlarınızı merak ediyorum. Aileniz Türkiye'den göçüyor Suriye'ye değil mi?

Evet, babam Maraşlı, annem Mardinli. Türkiye'de evimde gibi hissediyorum diyebilirim. Bir yerle ilgili hislerinizi tam olarak anlayabilmeniz için orada yaşamanız gerek, o yüzden evimde hissettiğimi söylemek iddialı olacak. İstanbul'da yabancılık hissetmiyorum demeyi tercih edeceğim. Türkiye Suriye'ye inanılmaz benziyor.  2011'de İstanbul'da bir çarşıya girmiştim burnuma gelen koku, Şam'dakinin tıpatıp aynısıydı. O zamanlar Suriye'den yeni ayrılmıştım. Geri dönüp dönmeyeceğimden emin de değildim. Bu yüzden de sokağın ortasında bir anda ağlamaya başladım. Suriye mimarisinde Osmanlı motiflerinin yaygın olmasının da bu benzerlikte büyük bir rolü var sanırım. Koku, mekan, insanlar, her şey Suriye'dekiyle aynıydı. Çok garip bir histi.

Geldiğinizde Türklere karşı herhangi bir önyargınız var mıydı?

Türk müzisyenlerle tanışana kadar Türklerin nasıl insanlar olduğuna dair hiç bir fikrim yoktu. Onlarla tanıştıktan sonra düşünce yapım epey değişti. Türklerin çok iyi insanlar olduklarını gördüm. Şok oldum da diyebilirim. Haklarında hiçbir şey bilmememe rağmen, bir şekilde yerleşmiş bir önyargı var içinizde. Bir şekilde dememin sebebi de bunun nasıl oluştuğunu bilmiyor olmam. Kimse size iyi ya da kötü bir şey anlatmamıştır, sadece bilirsiniz ki bu konuşulması yasak bir konudur. Sanırım Diasporada büyümek böyle bir şey; bu konu hakkında düşünmemenize, konuşmamanıza rağmen bazı hisler oluşuyor içinizde kendiliğinden.

Türk müzisyenlerle çalışmak benim için çok önemliydi. İnsanlarla ilgili kafa yormak, müziğe kafa yormak gibi değil. Bu deneyim beni, sadece Türklere karşı içimde tuttuğum önyargıdan kurtarmakla kalmadı aynı zamanda hayattaki birçok şey hakkında da düşünmeye sevk etti.

Her zaman şuna inandım. Eğer insanları tanımak istiyorsanız, onlarla bir bağ kurmayı amaçlıyorsanız, bunu doğrudan yapmalısınız. O insanlarla olan bağınızı siyaset üzerinden kurmayın. Çünkü her toplumda iyiler de vardır kötüler de. En sonunda hayatta kalabilmek için, iyilerin içindeki kötülerle savaşabilmeyi bilmeniz gerekir.

Şam'da bir Ermeni olarak büyümek nasıldı?

Şam'da  Ermeni olmak biraz farklıdır. Çok fazla Ermeni yoktur. Halep'teki gibi Ermenilere ait sokaklar, bölgeler de yoktur. Ermeni okulunda okudum. Evimizde Ermeni yemekleri pişerdi, geleneksel danslar oynanırdı, Ermeni müziği dinlenirdi. Ermeni evinde o kültürü öğrenmeden büyümeniz mümkün değil, çünkü bizim için kültürü yaşatmak hayatta kalmak demektir. Kendimi kimlik üzerinden tanımlamam gerekirse Ermeniyim diyorum aslında, ancak Suriye şu anda bu kadar acı içindeyken kendimi daha çok Suriyeli hissediyorum.

Arapça ve Ermenice seslendiriyorsunuz şarkıları, peki hangisinde daha rahat hissediyorsunuz?

Arapça söylemek daha kolay geliyor tabii ki, Ermeniceyi biraz unuttum. Ama bir dili unutsanız bile, o dilde şarkı söylemeyi asla unutmuyorsunuz. Mesela Gomidas'ın Ermenice bilmediğini öğrendiğimde de çok şaşırmıştım. Kilisede Ermenice şarkılar içinde büyüyor, ama Ermenice konuşmasını bilmiyor. Aslında dili unuttuğumu söylemek de çok doğru olmaz, sadece konuşmaya konuşmaya köreldim. Eminim Ermenilerle biraz zaman geçirdikten sonra dil geri dönecektir. Ancak kesinlikle Ermenice şarkı söylerken, daha çok duygulandığımı söyleyebilirim.

Sanırım müziğe ilk adımlarınızı da Ermeni Kilisesinde atıyorsunuz.

Kışları Ermeni, yazları ise Süryani Ortodoks kilisesinde müzik eğitimi alıyordum. Yani yılın her günü, kilise müziğiyle iç içeydim. Korodaydım, hatta sololarım vardı. Müziğimin temelini Ermeni müziği oluşturdu, buna Süryani Ortodoks Kilisesi’nden öğrendiklerim eklendi. Sonrasında her tarz müzikten beslenmeye başladım. Klasik Doğu Müziği'nden; Mısır'dan, Suriye'ye, Irak'tan, İran'a kadar, bu bölgeye ait olan her müzik türünden etkilendim. Babam evde Türk Halk Müziği dinlerdi mesela. Sufi Müziği'nden, Hint Müziği'nden hatta operadan bile ilham aldım. Ailem evde sıkça opera dinlerdi. Ama en fazla Ermeni Müziğinin üzerimde olan etkisinden söz edebilirim. Etki demem de yanlış oluyor aslında, Ermeni Müziği'nin kendisi, kökü benimle birlikte.

Caz ne zaman girdi hayatınıza?

Aslında babam trompetçiydi, evde sürekli caz dinlenirdi. Çocukken evde bulduğum kasetlerin üzerine sesimi kaydederdim. Kayda başlamadan önce de kasette ne var diye bir dinlerdim. Bir gün elime Frank Sinatra'nın, Louis Armstrong'un, ve cazın şahane kadın sanatçılarının kasetleri geçti. İnanılmaz bir andı benim için. Dinler dinlemez aşık oldum yaptıkları müziğe. Ve onların kasetlerinin üzerine asla sesimi kaydetmedim. Yapılan müziğin ismini bilmiyordum, ne yaptıkları hakkında da bir fikrim yoktu. Ancak yaptıkları şeyin geleneksel olmayışı çok hoşuma gitmişti. Yaptıkları müzik aykırı geliyordu, ama tam da bu yönüne aşık olmuştum zaten. Cazı keşfedişim böyle oldudiyebilirim. Sonra bu müziği kendi tarzımla söylemeye başladım, ki kendisi Doğu Caz'ı olarak adlandırılabilir. Caz akorlarının üzerine doğu ezgileri okumak giderek büyüyen bir tutku oldu benim için.

Özellikle çalışmak istediğiniz müzisyenler var mı?

Ben planlı bir insan değilim, daha çingene ruhluyum da denilebilir, uzun zamanlı planlar yapmıyorum. Müzisyenlerden ziyade, üzerinde çalışmak istediğim müzik tarzları var. Latin kültürüne özel bir ilgi duyuyorum. Fado, flamenko, tango ile alakalı işler yapmak istiyorum. Bir de Göksel Baktagir yaptığımız provadan sonra, üzerinde çalıştığı albümde birlikte çalışmayı teklif etti. Bu da beni çok heyecanlandıran çalışmalardan biri olacak. Sanırım şanslı bir çingeneyim.

Paris'e taşındıktan sonra nasıl değişti hayat? Alışabildiniz mi?

Paris'e taşındıktan sonraki bir yıl boyunca felçli gibiydim. Etrafımda neler döndüğünü anlayamıyordum. Ama o dönemi atlattıktan sonra sanatsal anlamda bir patlama yaşadım. Savaşla ve acıyla yüzleşme şekillerimiz garip geliyor bana. Sanatla hayatta kalmaya çalışıyorum şu anda. Kişiliğimde de değişiklikler oldu. En başta hayır demesini öğrendim. Biliyorsunuz Doğu'da hayır demek zordur. Hayır demek, amottur. 'Amot e!' (ayıp!) deriz. Ya da biz kimseyi kırmamak adına doğruları söyleyemeyiz. Şimdi insanlara doğruyu söylemeyi, ve kendim hakkındaki gerçeklerle yüzleşmeyi öğrendim.

Evim dediğiniz yerden ayrılmak zorunda kalmak nasıl bir duyguydu?

Aynı acıyı ikinci kez yaşıyorum. Yurdunuzu terk etmek zorunda kalıyorsunuz ve yeni bir yurt edindikten sonra onu da kaybediyorsunuz. Belki de ülke diye bir şey yoktur...Başlangıçta Suriye'ye terk ettiğim için çok kötü hatta suçlu hissettim. Şam'daydım ve üzerime bombalar yağıyordu. Savaşta ölmek çok kolay. Sizin başınıza gelmeyeceğini düşünüyorsunuz. Ama bir bakmışsınız artık çok geç... Şimdi daha iyi hissediyorum. Çünkü ülkemi terk ettikten sonra geride kalanlara yardım etme şansım doğdu, ve şarkı söyleyip, şarkılarla hislerimi ifade edip, aslında kendimi ve Suriye'nin varlığını devam ettirdim. Suriye'ye aşığım. Ne kadar orada olmasam da, her zaman orada hissedeceğim, ve bir gün elbet geri döneceğim. Benim evim Şam. Geri dönmek, insanlarla birlikte şehri tekrar inşa etmek istiyorum,

Suriye'nin geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz?

Hayatım boyunca politikaya karşıydım, apolitik değildim ama, politikayla uğraşmak istemiyordum çünkü insanların çektiği acının asıl sebebinin siyaset olduğunu düşünüyordum. Şu anda bir Suriye yok. Suriye mahvoldu. Suriyelilerin hepsi evlerini terk etti. Ve şimdi dünyanın her yerinde Suriye diasporası oluştu. Onlara hayatta kalabilmenin yolunu göstermek istiyorum. Çünkü ben bir Ermeni olarak biliyorum ki, bir toplumun hayatta kalabilmesinin yolu, toprağından ayrı düşse bile, kültürünü yaşatmaktan geçer.