‘Bizim davamız’ olamayan dava: 28 Şubat

Bu haftaki tahliyelerle birlikte hiç tutuklu sanığı kalmayan ve artık ‘dağılıyor’ algısı yaygınlaşan 28 Şubat davasını Deniz Işıker Bedir yazdı.

DENİZ IŞIKER BEDİR
denizisiker@gmail.com

28 Şubat davasında, tahliyeler daha önce olduğu gibi yine devam etti. Böylelikle 103 sanıklı davada Perşembe günü yapılan tahliyelerle tutuklu sanık kalmamış oldu. Bu tahliyeler, davanın başından beri bir müsamere havasında devam ettiğini bir kez daha kanıtladı. Tahliyeler mahkeme heyetinin takdiri elbette. Ama bu “takdir”, ne kadar adil diye sormak da bizim hakkımız.

Davada dikkat çeken ayrıntılar var. Örneğin, sanıklar müşteki avukatlarının sorduğu hiçbir soruya cevap vermiyor. Soruları alakasız bulduklarını, artık soru sormamalarını “emredebiliyorlar”. Sanıkların devlete hizmet vurgusu da dikkat çekici. “Biz hiçbir şey yapmadık, yaptıklarımız yasaldı, biz emirleri uyguladık” cümleleri havada uçuşuyor. Kimi “Batı Çalışma Grubu”nu yasal kabul ederken, bazıları da bu yapılanmadan hiç haberleri olmadığını söylüyor. En komiği de Sincan’daki tankların tatbikat için yürütüldüğünü ve halkın tankları alkışlarla, sevinç içinde karşıladıklarının söylenmesi. Tatbikattan sonra meşhur Kudüs Gecesi dolayısıyla Selam gazetesi Yazı İşleri Müdürü Nurettin Şirin’in tutuklanması da bu tatbikatın bir parçası mıydı acaba?

Davada savunmasını yapan sanıkların çoğu, dönemin başbakanı merhum Necmettin Erbakan’ı taltif ediyor. Erbakan yaşasaydı, böyle bir dava açılmazdı diyenlerin yanı sıra, merhum Erbakan’ın kendilerini yaptıkları konusunda desteklediğini söylemekten de geri durmuyorlar. Mahkeme salonunda sanık yakınlarının sayı olarak da, psikolojik olarak da bir üstünlüğü hâkim. Gelenlere gazeteci olup olmadıklarını sormak, hoşlarına gitmeyen bir söylemde, gürültü yapmak, alkışlamak ama mahkeme heyeti tarafından hiç uyarılmamak bile mahkemenin sanıkların lehine işlediğini gösteriyor. Hazırlanmış güçlü bir iddianame var, ancak yargılamanın adil olduğundan duyulan şüphe, iddianamenin tek başına yeterli olmadığını gösteriyor.

Burada dava ile ilgili bir anekdot anlatmak isterim. Davada savunma yapan sanıklardan biri her zamanki gibi sorulan sorulara, “Hiçbir şey hatırlamıyorum, aradan 16 yıl geçti, nasıl hatırlayabilirim?” diyordu. Ara verildiğinde önümüzde oturan bir sanık yakını bizim yanımızda oturan, ordudan atılmış asker bir beyi durdurarak soruyor: “Kardeşim sen 15 gün önce ne yediğini hatırlıyor musun? 16 yıl önceki olayları nasıl hatırlasın insan?” Soru sorulan kişinin cevabı ise “15 gün önce ne yediğimi hatırlamıyorum, ama 15 yıl önce zorla bana yedirilenleri hatırlıyorum” oldu. İşte bu kadar basit, yediğimiz yemek ve darbe eylemleri… İkisi de aynı kefede…

Sanki, 28 Şubat’ta hükümet devrilmemiş, binlerce asker YAŞ kararlarıyla ordudan atılmamış, başörtülü kadınlar üniversitelerde türlü işkence metodlarına maruz kalmamış, okullarından atılmamış, yılları çalınmamış, meslek liseliler aldıkları yüksek puanlara rağmen üniversite okuma hakları ellerinden alınmamış, “yeşil sermaye” diye yaftalanan şirketler iflas etmemiş, akademisyenler üniversitelerden atılmamış, onca insan travma yaşamamış, ruh sağlığı bozulmamış, tedavi olmamış, intihara kalkışmamış… Sanki bunlar hiç yaşanmamış… Bu davaya olan kayıtsızlık bunların hepsinin birer hezeyan olarak algılanmasına neden oluyor.

Dava en başından beri, başta mağdurlar olmak üzere, Türkiye’de çok ses getirmedi. Çoğu kişi davayı memnuniyetle karşıladı ama müşteki ve müdahil olmaktan hep uzak duruldu. Yüzbinlerce mağdurlu bir darbede müşteki sayısı beş yüzü geçemedi. Bunda İslami STK’ların duyarsızlıkları, mağdurların bir kısmının tekrar aynı hisleri yaşamak istememesi, davanın Ankara’da görülüyor olması, ellerinde belge olmayan ama mağdur olanların bir kısmının mahkemeye başvurmaması, kimininse yapılanları Allah’a havale ederek davayla uğraşmak istememesi gibi sebepler etkili.

Çok umutsuz bir tablo var yazdıklarımda, farkındayım. Elbette bu davaya sahip çıkan, elinden geleni yapmaya çalışan insanlar da var ama sayıları o kadar az ki, yaptıkları yeterince ses getirmiyor. Tahliyelerin beraat olmadığını da eklemek gerekiyor ama tahliyeler sanıklarda zaten hiç kaybolmayan rahatlığı daha da arttırıyor. Bu davaya sahip çıkmamız gerekliliğinin en önemli nedeni, 28 Şubat sürecinin bir darbe olduğunun kanıtlanmış olacak olması, bundan sonra darbe yapmayı düşünenlere bir engel teşkil edecek olması ve bundan sonra atılacak en önemli adım da darbesiz bir ülkenin var olabileceğini mümkün kılmak olacak. Davanın adil sonuçlanması, hukuka olan güvensizliğin azalarak, insanların hukuki yollardan haklarını aramaları konusunda kendilerini daha güçlü hissetmelerini sağlayacak.

Hükümet ile Cemaat arasında süregiden sürtüşmede devamlı konuşulan bir mevzu olan “gayretullah”… Dokundu, dokunulacak diye kelamlar ediliyor. Şunu kendimize sormalıyız ki, Rabb’in, “İpime sımsıkı sarılın”, “Bırakın zulmü yapmayı, ona küçük bir taraftarlığınız dahi sizi cehennemlik yapmaya yeter” ayetleri karşısında takınılan bu umursamaz tavırdan, bölük pörçük olmuş zihin ve kalb dünyasından daha büyük bir “gayretullaha dokunma” ne olabilir bizler için? Hepimiz cemaat-hükümet düellosu ile o kadar meşgulüz ki, yıllarca ağzımızdan düşmeyen 28 Şubat mağduriyetlerimize bile bigane kalabiliyoruz. O kadar önemli meselelerimiz var ki, Salih Mirzabeyoğlu’nun, Nurettin Kayan’ın, Fahri Memur’un ve Zekeriya Şengöz’ün 28 Şubat yargı kararları dolayısıyla hapiste olması ile; henüz 14 yaşındayken “devlet düzenini yıkmaya teşebbüs”le yargılanıp idam cezası alan,  on yıl hapiste haksız yere yatması yetmezmiş gibi 25 Aralık’ta tekrar hapse girme ihtimali olan Yakup Köse ile ilgili bir şeyler yapmaya dahi vaktimiz yok. 1980’lerin İslamcılarının kullandığı “bizim davamız”, “hak taraftarı olmak” söylemlerini unutalı çok oldu.

Kabul edelim ki, 28 Şubat davası “bizim davamız” olmaktan maalesef ki çok uzak… Kabul edelim ki “biz” kendimize çok uzaklaştık…

Kategoriler

Şapgir