‘Vicdanımda en ufak bir leke bulamadım’

Michael Dibdin İngiliz bir yazar olmasına rağmen, İtalya’da dört yıl yaşadıktan sonra, yazmaya başladığı Zen serisinde İtalyan bir dedektif olan Aurelio Zen’i ve arka planda da İtalyan bürokrasisini ustalıkla anlatıyor. Her kitabı farklı bir İtalyan kentinde geçiyor. Bir yandan İtalyan’ın yakın tarihinin ilginç ayrıntılarına tanıklık ederken, diğer yandan nüfuzlu kişilerin de bulaştığı cinayetler ilk iki kitabın konusunu oluşturuyor.

BÜRKEM CEVHER

Michael Dibdin’in Zen polisiyelerini, bu kitaplardan uyarlanan BBC dizisi Zen’in izleyicileri bir süredir heyecanla bekliyordu. İlk roman ‘Fare Kral’dan sonra, okurları çok bekletmeden ikinci Zen polisiyesini de yayınlanmış olmasıyla sevgimizi kazandı Labirent Yayınları. 
 
İtalyan bürokrasisini ustalıkla anlatıyor
 
Michael Dibdin İngiliz bir yazar olmasına rağmen, İtalya’da dört yıl yaşadıktan sonra, yazmaya başladığı Zen serisinde İtalyan bir dedektif olan Aurelio Zen’i ve arka planda da İtalyan bürokrasisini ustalıkla anlatıyor. Her kitabı farklı bir İtalyan kentinde geçiyor. Bir yandan İtalyan’ın yakın tarihinin ilginç ayrıntılarına tanıklık ederken, diğer yandan nüfuzlu kişilerin de bulaştığı cinayetler ilk iki kitabın konusunu oluşturuyor.
 
İntikam’da Dibdin iki intikam hikâyesini eş zamanlı anlatıyor. Bir tarafta öldürülen bir hakim, diğer tarafta ise lüks içinde yaşayan, ancak son derece güvenlikli evinde misafirleriyle birlikte katledilen bir işadamı, Oscar Burolo, var. Birinci cinayetin işlenmesinden sonra sırada kendinin olabileceğini hisseden Zen, aynı zamanda da bir nevi ‘kilitli oda’ muammasını çözmeye çalışıyor.  İşadamlarıyla ortak çalışan ‘Beyefendi’ lakaplı bir politikacı maktulün şirketinin kazançlı kamu işleri almasına aracı oluyor. Ancak daha sonra Burolo ile Beyefendi’nin arası açılıyor ve Burolo da Beyefendi’yi aralarındaki kârlı işleri kamuoyuna açıklamakla tehdit ediyor. Ne zamanki Burolo öldürülüyor ve cinayetin ucu Beyefendi’ye dokunmaya başlıyor, Zen’in devreye girmesi gerekiyor. Sonunda her iki intikam hikayesinin de çözüldüğü bir bölüm var ki, Zen ile birlikte okuyucu da Zen’in korkusunu ensesinde hissediyor.
 
Zen pek çok polisiye dedektifi gibi görünürde bir anti-kahraman. Annesiyle yaşıyor, aşk ilişkilerinde hep başarısız olmuş ve umutsuzca evli bir kadına aşık. Zen’in de biz sıradan insanlar gibi zaafları var: o da terk ediliyor, o da düşmanlarından kaçıyor, ölümden korkuyor ve o da bir ağaç dalına takılıp düşebiliyor. Zaten belki de ondan çok seviyoruz bu tür maceraları, anti-kahramanlarda kendimizi buluyoruz. Oysa her ne kadar bir anti-kahraman gibi görünse de aslında nevi şahsına münhasır bir kahraman Aurelio Zen. Düşmanından kaçarken başka bir cinayeti çözebiliyor mesela. Ya da öylesine ifadesiz bir çehreye sahip ki sorguladığı suçlular bu ifadesiz çehrede kendi sırlarını görüyorlar, ve Zen’den bir şey saklayamayacaklarını er ya da geç hissediyorlar. Sadece bu özellikleri bile sıradan insanlardan farklı kılıyor Zen’i. 
 
Bunlar Türkiye’de de olabilirdi
 
Kitaptaki isimleri ve yer adlarını değiştirin, bu polisiyenin Türkiye’de geçtiğine kolaylıkla inanırsınız. Kitaptan kısa bir bölümle tamamlayalım: “Söz konusu politikacının (Beyefendi) ünlü bir sözünü alıntılayarak, “Vicdanımı inceledim,” diye açıkladı. “ve en ufak bir leke bile bulamadım”. Zen, “hiç şaşırtıcı değil,” diye araya girdi. “Kullanmadığı şey nasıl kirlensin?”

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ