Okumak cesaret ister

Will Self son romanı Şemsiye’de yapmak istedikleri ve ortaya koyduğu eserin arkasındaki edebi niyet bu açıklamayla oldukça örtüşüyor: ‘Hayatta ve yaşıyor olmak’ tecrübesini gerçek zamanlı olarak aktarmak ve bunu yaparken kurgusal anlatının yetersizliklerini ortaya koymak.

FATİH GÖKHAN DİLER

2012 Man Booker Ödülü için kısa listeye alınan ‘Şemsiye’nin yazarı Will Self bir röportajında “Hayat kendini bölümlere ayırarak çözümlemez” diyordu, ya da “satır boşluklarıyla ikide bir araya girilmez. Geçmiş zamanda düşünmeyiz ve her şeyi bilen bir anlatıcının vasıtasıyla da düşünmeyiz.” Self’in son romanı Şemsiye’de de yapmak istedikleri ve ortaya koyduğu eserin arkasındaki edebi niyet bu açıklamayla oldukça örtüşüyor: ‘Hayatta ve yaşıyor olmak’ tecrübesini gerçek zamanlı olarak aktarmak ve bunu yaparken kurgusal anlatının yetersizliklerini ortaya koymak.
 
‘Şemsiye kadar kolay unutulanlar’
 
Şemsiye hiç haber vermeden farklı dönem ve görüş açılarına sıçrayan tam 400 sayfalık kesintisiz bir bilinç akışı. Metin baştan sona imâlara bulanmış ve paragraflar on, bazen yirmi sayfa uzunluğunda. Tamamen gizemli, tutarsız bir italik düzeni dengesizlik yaratma maksadının hakkını veriyor, noktalama işaretleriyse hak getire. Self’in James Joyce’dan alıntıladığı epigraf tesadüf olamaz; “İnsan kardeşini şemsiye kadar kolay unutur.” Zira yaklaşık elli sayfalık bir okumadan sonra Joyce’un meşhur lafı aklıma geliverdi: “Okuyucularımdan talebim tüm hayatlarını benim eserlerimi okumaya adamaları.” 1920’li ve 30’lu yılların en önemli edebiyat tartışmalarından biri ‘modernist’ yazarların kendine düşkün, belli bir zümreye hitap edebilen bir tür ‘özel edebiyat’ yaratmaya çalışıyor olmalarıydı. Joyce’un eserleri de bu tartışmalardan nasibini almıştır, keza en büyük eseri ‘Ulysses’ tarihin en zor okunan edebi eserleri arasında baş köşededir. 
 
Benzer bir tartışmaya 2012’de Will Self’in Şemsiye’sini kısa listeye almadan hemen bir yıl önce Man Booker Ödülü jürisi de girmişti ve açıkça romanda edebi değerden önce “okunabilirlik” kriterini aradıklarını belirtmişlerdi. Şemsiye’yse kolay okunabilirlik kriterini sağlamaktan çok ama çok uzak. Ancak bu korkutucu duruma rağmen, Will Self’in eseri onu okumak için emek harcayan kişiye ödül olarak büyük bir edebi haz veriyor. Okunabilirliğe bu denli önem veren Man Booker jürisinin de böyle zor okunan bir romanı kısa listeye alması, Şemsiye’nin önemini gösteriyor.  
 
‘Tamamen saplantılıyım. Tamamen’
 
Roman, eserleri Türkçeye de çevrilen ünlü Britanyalı nörolog Oliver Sacks’ın ‘Uyanışlar’ kitabına dayanıyor. Will Self’in geçmişine bakacak olursanız, akıl sağlığı ya da akıl hastalıklarının kategorilendirilme yöntemleri ve ne şekillerde ilaç tedavisi uydulandığı hakkında ne kadar çok yazmış olduğunu görüp şaşırabilirsiniz. Kendisi akıl hastalıkları konusunda “Tamamem saplantılıyım. Tamamen” şekilnde konuşur.
 
Oliver Sacks ve dolaylı olarak Will Self ‘encephalitis lethargica’ yani bilinen adıyla ‘İspanyol gribi’nden bahseder. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan ve beyinde oluşan ateş şeklinde ortaya çıkan hastalığa yakalananların üçte biri hayatını kaybetmiş, üçte biri tamamen iyileşmiş ve kalan üçte biriyse garip koma süreçlerine dönüşen bir hastalık sonrası sendroma yakalanmıştır. Bu hastalar uzun yıllar boyunca bu koma döneminde kalmış ta ki L-Dopa isimli ilaç keşfedilinceye kadar.
 
20. yüzyılın ilerlemesi devam eder ve 1900’lerden modern zamana, teknolojinin insan vücudu ve zihni üzerindeki etkisi bir çizgi halinde çizilirken, Self adeta, bunun “insanoğlunun bilincinin ortasından geçen ikili kodlardan oluşmuş bir kar fırtınası” olduğu göstermeye koyulmuş. Nüfusun yoğun olduğu şehirlerde yaşanan teknolojik çözülme teması, Birinci Dünya Savaşı’nın ön safları ve İspanyol gribine yakalanlarda görülen seğirme ve kasılma semptomlarını bir arada düzensiz ve karmaşık bir şekilde karşımızda görmek, Joyce’a yakışır bir modernist yazım tarzının iyi bir örneği. Roman birkaç zihin ve zaman diliminde gidip geliyor. 1971 ve tekrar 2010’da iki defa hastasını L-Dopa’yla komadan uyandıran  Dr. Zack Busner’i Kuzey Londra sokaklarında yürürken takip ediyoruz, birden onun hastalarından birinin, Audrey Death’in gençliğine gidiyoruz, derken Audrey’in kardeşi Stanley’i Birinci Dünya Savaşı’nın ön saflarında görüyoruz. 
Bütün bu karmaşıklığıyla Self, modernistlerle karşılaştırılma cesaretini gösterirken, açıkçası okuyucudan da ‘Şemsiye’yi bir solukta okuma cesaretini talep ediyor. Zor ama edebi vaatleri olan bir roman.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ