Araplara hakaret etmenin kolaylığı

Televizyonda Arapların aşağılanması artık alışıldık bir tavır olsa da, Ulan İstanbul’un son bölümü bu aşağılamanın en uluorta ve coşkun halinin bile ötesine geçti.

EMRE CAN DAĞLIOĞLU
misakmanusyan@gmail.com

“’Araplar’la ilgili aşağılamaların, ‘sıkı’ ve daimî düşmanlarla ilgili horlayıcı kalıplardan bile daha uluorta, daha coşkun biçimde dillendirildiğini ileri sürebiliriz” söyler Tanıl Bora [1]. Zira Osmanlı’nın son yüzyılından itibaren Türk ile Arap arasında kurulan ilişki, içerik değiştirse de, Türkiye’nin entelektüel repertuarında her daim bir üstünlük hissiyatı ve fikriyle yer alır. Bu anlamda, bu repertuardaki Arap tasavvuru da adeta ‘istenmeyen’le eş anlamlıdır. Sıyrılmak istenen ‘gerilik’, geride bırakılmak istenen ‘geçmiş’ ve kamusal alandan silinmek istenen İslam’ın ‘bağnazlığı’ Arap’a aittir. Bu sebepten ötürü, Türk ile Arap’ın zamandaş veya mekandaş olabileceği sürekli inkâr edilir ve bu inkâr, sabitleştirilen bir Arap imajı oluşturur.

Araplar, 1980’lerde Türkiye’de turist olarak görünür olana dek, klasik anlatıda ancak ‘iktidardan azade’ uşak/bacı/harem ağası olarak yer alırlar. 80’lerle birlikte bu imaj, çok açık aşağılamalar donatılarak sabitlenir. Arap erkeği, çapkın, kurnaz, “sahte Müslüman” (ülkesinde günah olan her şeyi Türkiye’de yapar) ve çok eşli insanlar olarak karikatürize edilir. “Entari”, kefiye ve agel olmazsa olmazlarıdır. Bu üçleme adeta Türk’le aynı zamanda olmayan Arap’ın dünyasına geçiş portalıdır. Bu kıyafetleri kuşanan kişi, o kapıdan geçiş yaparak Arap âlemine adım atmıştır. Çünkü tüm Araplar envai çeşit farklı tip değil, tek bir kişidir her daim. Dillerini konuşmak da özel bir bilgi gerektirmez. ‘Şükran’, ‘ehlen’ ve ‘Allah’ kelimesinin içinde geçtiği çeşitli cümleler ‘ağız yamultarak’ söylendiği anda Arapçayı elde etmiş oluruz. Aynı zamanda kaypak, şehvet düşkünü ve aptaldır. İktidarının tek kaynağı olan parayı da akıllıca yönetemez, kandırılmaya çok meyyaldir ve elbette ki ‘daha zeki’ Türkiyeli’nin birincil hedefidir. Zira görgüsüzdür, aslında elindeki iktidar, ona hiç yakışmaz.

Arap kadını ise itaatkâr, özgürlükleri elinden alınmış ve sessizdir. Ne yazık ki, “bu garibanların bir Atatürk’ü ve Atatürk devrimleri olmamıştır”[2]. Bu özgürlükten yoksun olmanın en önemli göstergesi kapalı (genelde çarşaf) olmasıdır. Bu bir yandan Arap’ın ‘anti-modern’liğinin, bir yandan mistikleştirilen Arap kadınına duyulan arzunun, yani Türk’ün erkek bakışının göstergesidir. Zira Arap, bu Türk’e bir şekilde hep hayrandır. Çünkü Türk, Arap’ın özlem duyduğu ve onda olmayan bir zamanda ve mekânda yaşar. Türk ise Arap’ın kendisiyle aynı zamanda ve mekanda olmasından hiçbir şekilde hoşnut değildir.

Kanal D’de yayınlanan Ulan İstanbul’un 22 Eylül’de yayınlanan bölümünde yer alan Arap karakterler, bazı ufak farklılıklarla yukarıda sıraladığım tipolojiye çok yakın üretilmiş. Zengin ve elbette “Yağı bol bulduğundan totosuna motosuna sürecek” kadar görgüsüz Arap karakter, geleneksel kıyafetleri giymezken, geleneksel kıyafetleri giyen Türk kahramanımız, hiçbir şekilde benzemediği adam zannedilebiliyor. Araplar hayran oldukları Türk dizilerindeki karakterleri gerçek zannedecek kadar aptal olduklarından, elbette ki bir anlamda Robin Hood’luk yapan çetemizin kolay hedefi oluyorlar. Arapların bu Türkiye sevgisine karşın, bizimkiler ‘Her yer bunlarla dolu’, ‘Sizinkiler hep Büyükada’da’ gibi ifadelerle Arap turistleri ne kadar istemediklerini dillendiriyorlar.

Fakat Ulan İstanbul’u bu klişelerden farklı kılan bir ayrıntı daha var ki, Arapları aşağılamak konusunda Tanıl Bora’nın belirttiği o uluortalığın ve coşkunluğun sınırlarını zorlayacak cinsten. Dizide yer alan Arap karakterin ismi El Zeker konmuş. Zeker, affedersiniz ama Arapçada ‘sik’ anlamına gelen bir kelime. Dolayısıyla burada amaç, aşağılamanın da ötesinde ciddi anlamda hakaret etmek ve tam da bu amaçla özellikle seçilmiş bir isim. En hafif tabiriyle büyük bir ayıp.

Buna karşılık, bu diziye bir haftadır en ufak bir tepki bile gelmiş olmaması, Araplara gayet açık bir şekilde hakaret edebilmenin ne kadar kolay olduğunun göstergesi. Bu hakaret dışındaki aşağılamaların çok alışıldık olması, belki sessizliğin bir sebebidir diyelim. Ancak bu hakarete karşı, bu konularda duyarlı güruhun hiç tepki göstermemesi ise şaşırtıcı, fakat şaşırtıcı olduğu kadar alışıldık maalesef.

[1] Tanıl Bora, ‘Ecyad Kalesi’nden Arap Baharı’na Türkiye’de Medyada Arap “Fikri” Üzerine Gözlemler’, Yasemin İnceoğlu ve Savaş Çoban (ed.), Azınlıklar, Ötekiler ve Medya, İstanbul: Ayrıntı Yayınları s. 304.

[2] Gülse Birsel, bu ‘ufuk açıcı’ tespiti için tekrar şükranlarımı sunuyorum http://arsiv.sabah.com.tr/2008/08/24/pz/haber,8F3F8CF7C2184EEEB715286457168977.html

Kategoriler

Güncel Yaşam