YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Barışa, Kürt meselesinde eşit ve adil bir çözüme ne kadar inansak ve destek versek de, AKP-MHP ittifakının önümüzdeki seçimlere yönelik hesabı ayan beyan ortada duruyor, bunu da görmezden gelmek mümkün değil: İmralı Süreci eğer ilerlerse seçmenlere yeni bir proje sunmak ama bu iktidarın seçimle değişebilme ihtimalini yargısal yollarla kapatmak. İki soru var. İlki: AKP-MHP ittifakı İmralı Süreci’nin başlattı ama devamını nasıl getireceğini biliyor mu? İkincisi: CHP’ye yönelik bu kampanya iktidarın istediği biçimde ilerleyecek mi?

Gazeteci-yazar Serdar Korucu 6-7 Eylül 1955 pogromunun hayatta olan tanıklarıyla konuşarak yeni bir kitaba imza attı: “Akşam İstanbul’da Çok Fena Şeyler Oldu” başlıklı çalışma, İstos Yayınları’ndan çıktı. Kitabın başlığını oluşturan sözler Marina Kalumenu’ya ait. Kendisi Dimitrios Kalumenos’un, yani 6-7 Eylül 1955’i fotoğraflayarak, pogromun hafızalara kazınmasını sağlayan Patriklik fotoğrafçısının kızı. Kitap, Türkiye, Yunanistan ve Fransa’da yaşayan 32 “son tanığın” dilinden o gece yaşananları aktarıyor. Hatırlanacağı üzere “Atatürk’ün Selanik’teki evi bombalandı” başlıklı sahte bir haber üzerine 6 Eylül gecesi İstanbul’da Rumlar başta olmak üzere gayrimüslimlere ait evler, dükkânlar, kiliseler yıkılmış, yakılmış ve yağmalanmıştı. Resmî verilere göre yalnızca İstanbul’da 73 kilise, 8 ayazma, 2 manastır, 3.584’ü Rumlara ait olmak üzere 5.538 ev ve işyeri yakılıp yıkıldı. İHD’nin raporlarına göre 35 kişi hayatını kaybetti. Korucu ile yeni çalışmasını konuştuk.

AKP ve Erdoğan artık öyle bir durumda ki, iktidarda olmazlarsa siyaseten tükenecekler. MHP ise AKP ile ittifak döneminde yargı, polis ve orduda elde ettiği kadro gücünü korumak için her hamleyi yapıyor. Aslında buna İmralı ile yürütülen süreci de eklemek mümkün. CHP Genel Başkanı Özel bu denklemi bildiği için MHP’ye oynamaya çalıştı.

Bu satırları okuyunca insanın aklına başka fikirler de üşüşüyor. Yazısında şöyle de bir cümle var: “Fırat ve Dicle havzası, Türkiye için hem teknik hem demografik hem de siyasi açıdan hayati önem taşır." Taşır tabii. Taşır taşımasına da şöyle bir 110 yıl öncesine gidelim. Bu havzada kimler yaşardı, o toprakları kimler işler, şenlendirirdi?

Olan önceki askeri darbelere benzemiyor elbette. CHP haftada iki kez miting yapıyor, meydanları dolduruyor, CHP lideri Özel kendisini çıkarmaya cesaret eden televizyonlarda konuşuyor, Ekrem İmamoğlu (her ne kadar sosyal medya hesabı kapatılsa da) hapisten açıklamalarda bulunabiliyor vs. Beri yandan şöyle de düşünmek mümkün. Zaten çağımıza özgü bir darbe bu. Her şeyin 45 yıl önce bir askeri darbe nasıl olduysa öyle olmasını beklemezsiniz. Zaten olan askeri bir darbe de değil. Ama, nasıl ki totaliter rejimler hâlâ varlar ama 1930’lardaki gibi değillerse, darbeler de varlar ama yeni çağın mantığına, teknolojisine, sosyal medyasına, uygun olarak işliyorlar. Öyle iddialar duyuyoruz ki “Bu çağın darbesi de böyle oluyormuş” demekten de kendimizi alamıyoruz.

Ankara ve Yerevan üç yıldır bu süreci yürütüyor ve ilk aşama olarak iki ülke arasındaki sınırın önce üçüncü ülke vatandaşlarına ve diplomatik pasaport sahiplerine açılması için mutabakata varılmıştı. Ermenistan kendi üzerine düşeni yaptı ancak Ankara hiç hareket etmedi. Şimdi bu gelişmeyle Ankara’dan da sınırın açılması için bir hamle beklenebilir. Ancak Ankara kanımca yine de Ermenistan –Azerbaycan arasındaki anlaşmanın imzalanmasını bekleyecektir. Aliyev yeri şartlar ileri sürmedikçe ya da daha önce ileri sürdüğü şartlarda ısrarlı olmadıkça, Trump’ın arabuluculuğuyla ve ABD’nin bölgeye yerleşmesi pahasına bile olsa sonuçta bir yol açıldı. Bu yolda nasıl ilerleneceği artık büyük oranda Ankara ve Bakü’ye, son olarak da Yerevan’a bağlı. Niye 'son olarak' diyorum...

ABD Başkanı Trump'ın Ermenistan Başbakanı Paşinyan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev ile bugün ayrı ayrı görüştükten sonra ortak bir açıklama yapılması bekleniyor. Açıklamayla Ermenistan -Azerbaycan arasındaki pürüzlerin büyük bölümünün giderileceği ve "Trump Yolu" için varılan mutabakatın da resmi olarak duyurulacağı beklentisi hakim. Ankara ise bu konuda bir süredir sessiz. Ulaştığımız kaynaklar gelişmelere dair olumlu değerlendirmelerde bulundular.

Jamanak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ara Koçunyan, bu kez 4 gün süren bir yazı dizisiyle bana şahsi olarak yanıt verdi. Yanıtlarına ve benim karşı yanıtlarıma geçeceğim ama ben baştan beri tek bir yazı ile konuyu toparlamaya çalışırken Sayın Koçunyan’ın ilki 5, ikincisi 4 gün süren yazı dizileri belki bazı okurların ipin ucunu kaçırmasına neden olabilir. O yüzden maddeler halinde durumu özetleyip ben de kendi açımdan diyeceklerimi diyeyim ve yine kendi açımdan, mecbur kalmadıkça bu konuya bir daha değinmeyeyim.

Koçunyan, bu cümlelere arka arkaya beş gün süren, gazetenin sürmanşetinde Türkçe olarak yayınlanan “Türkiye Ermeni Toplumunda Tepkiselliği Tekelleştirme Çabaları” başlıklı yazı dizisinin üçüncü bölümünde yer verdi. Karmaşık cümlelerle dolu ilk iki yazıdan sonra sıranın Agos’a ya da bana geleceği belliydi. Biliyorum bu konudan sıkıldınız, ama bu eleştirilere yanıt vermek durumundayım.

Cumhurbaşkanı yardımcılarından birinin Kürt, birinin Alevi olmasına yönelik teklif, seçmen nezdinde de Bahçeli’nin yeni garantiler aradığının, bu yönde yoklamalar yaptığının işareti. Bu tablo içinde asıl meselemiz, ‘Lübnanlaşmak’tan ziyade “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin sanki artık tartışılmaz, doğal bir sistem ya da rejimmiş gibi sunulması, toplumun zihninde bu şekliyle yerleşmesinin istenmesidir. Oysa bu sistemin sakıncalarını yaşadık, yaşıyoruz. Güçler ayrılığı artık tamamen buharlaştı. Denge-denetim mekanizmaları tamamen yok olmuş durumda. Yetmezmiş gibi CHP’ye yönelik bir darbe hukuku da tüm hızıyla sürmekte.