OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

“AKP-MHP oylarıyla reddedildi”, Türkçe deyimler sözlüğünde yerini almak üzere. Meclis’e önerge veriyorsun olmuyor, mahkemeden karar çıkartıyorsun olmuyor; protesto ediyorsun, dayak yiyorsun, gözaltına alınıyorsun, olmuyor; yazı, rapor yazıp, video çekip derdini anlatıyorsun, olmuyor.

Türkiye’de asıl sorun, siyasi-adli düzeltme-temizleme mekanizmasının çalışmaması. Suç, yolsuzluk vs. her yerde olabilir; önemli olan, temizleyip devam edebilmek. Sisteme baktığımızda bu işlevi yerine getirmesi beklenen makam ve kurumlar ya kendileri de pisliğe batmış ya da etkisizleştirilmiş.

Gelelim, “hamdolsun” sözünün neden ağızdan çıktığına veya kaçtığına. Erdoğan, Türkiye Cumhurbaşkanı olarak Ermeni Soykırımı’nın gündeme gelmemesine sevinse bile, hele bir gün önceki sözü düşünülecek olursa, bunun kamu önünde ifade etmemesi beklenirdi.

Bir kısım zevat bu toplumu hakkını aramak üzere dava yoluna gitmekten hep alıkoymaya çalıştı. Dava yolu olumlu sonuçlanınca da bu kazanımı tahrip etmek için ellerinden geleni yapıyorlar.

O gün YouTube olsaydı, kim bilir, belki de Topal Osman da Çankaya Köşkü’nü basmak yerine video çekerdi veya Mustafa Suphi’leri öldüren Kâhya Yahya, tasfiye edileceğini anlayınca “Tüm bu işlerde ben tek başıma mıydım? Her şeyi olduğu gibi ortaya dökeceğim” diyerek ima ettiklerini YouTube videosunda anlatırdı.

Prof. Charny, kırk yıldır İsrail’in Ermeni Soykırımı’nı tanıması için mücadele veren biri. Yakınlarda, ‘Israel’s Failed Response to the Armenian Genocide’ (‘İsrail’in Ermeni Soykırımı Başarısızlığı’ diye çevrilebilir) başlıklı bir kitap yayımladı. Kitap, 1982’de Tel Aviv’de yapılan ‘Holokost ve Soykırım Üzerine Birinci Uluslararası Konferans’ın arka planından, daha doğrusu perde arkasından yola çıkarak, İsrail devletinin Ermeni Soykırımı konusundaki tutumunu tartışıyor.

Niyetim bu yazıda ilk gece hakkını değil, soykırım(lar)a tabandan/yerelden katılım hakkında bir iki kelam etmek.

Almanya’daki yüzleşme sürecinin bir kısmını anlatan bir film var: Yönetmenliğini Giulio Ricciarelli’nin yaptığı 2014 tarihli ‘Labyrinth of Lies’ [Yalan Labirenti]. Olaylar birebir filmin anlattığı gibi gelişmiş olmasa da film, gerçek olaylara dayanıyor ve 1963-1965 yılları arasına Almanya’nın Frankfurt şehrinde yaşanan Auschwitz yargılamalarına giden süreci konu ediyor.

Tutuklananlar arasında doğrudan siyasi bir kimliği olmayan da çok isim var. Onu da geçtim, madem çete reisiydiler, tek tek yargılandılar mı? Mahkemeleri yapıldı mı? Sonları ne oldu? Bunları anlatmadan “Çete reisiydiler” deyip bugün ferahlamak için ağzınızın içine bakanları kandırmak kolay.

Bu tanıma Türkiye’de bir sorgulamaya yol açar mı? Sanmam. Tam tersine, “Biz bunlar emperyalizmin oyunu dememiş miydik”, yollu laflarla inkar daha da şiddetlenecektir. Ama hakikatin kimseyi bekleyecek sabrı kalmadı. Ermenilere gelince. Ermeniler tarafından bu tanınmaya gösterilecek tavrın coşku veya sevinç değil, alçakgönüllü bir vakar olması gerektiğini düşünüyorum.