"Çocuklarınıza çoğulla konuşmayı öğretin" derdi

Değişen dünya “Prinkipo”yu “Büyükada”ya çevirmiş olsa da, bazı kadınlara Ada’da hala “Madam” diyerek hitap ediliyor…Hitap şekilleri ve kendi ismi üzerine, Büyükada İksidas Kitapevi’nin sahibi Mihail Paşa ile söyleştik…

Dünya ve evren değişiyor, sözcükler değişmiyor.
Gündüz Vassaf

 Ne demek Mihail?

Bir melek ismi. Türkçesi Mikail, Rumcası Mihail. Kimse beni Mikail olarak çağırmaz.  Nüfus memuru kayda işlerken Mikail olarak işlemiş, ama herkes bana Mihail der.

İnanışınıza göre Mihail nasıl bir melek, neyi simgeliyor?

Ölümü. Canları almak için geliyor. Herkes ona dua eder; daha rahat bir ölümü olsun diye, daha rahat canı alınsın diye.

Siz de eder misiniz?

Hem de çok.

Size neden bu meleğin adını vermişler? Bu ismi sizin için nasıl seçmişler?

Bana dedelerimin değil, bir akrabamızın ismini vermişler. Bu akrabamız çocuksuzmuş ve bir gün dedeme yemin ettirmiş; “Aileden bir Mihail çıksın, bir çocuğa benim ismim verilsin” demiş. Dedem de “tamam” demiş ve ona yemin etmiş. Dedemin adı Yani idi, ben doğduğumda bana bu adı verdirtmemiş ve yemin ettiği akrabamızın adını; Mihail’i verdirtmiş. Ben sonradan öğrendim ki, bizim Antakya’daki evimizin arsasını dedeme, bu adını taşıdığım akrabamız bırakmış, dedemden de bize kaldı.

Adını taşıdığınız akrabanız ile siz tanışıyor musunuz?

Yok, benim babam bile tanımamış onu. Genç ölmüş. Çok kuvvetli bir adammış. Pehlivan gibiymiş. Arapça bir kelime var; .., güçlü demek. Bana böyle bir lakap takmışlardı ama buna sinirlenirdim. İstemezdim dedemden öyle bir lakap işitmek.

Neden?

Öyle bir ismim yok, benim kendi ismim var diye…

Mihail, Antakya’da yaygın bir isim mi?

Evet, Hristiyan cemaatinde çok yaygın. Epeyce var. Dayım var, eniştem var, bir eniştem daha var. Ben Antakya’nın kazasında yaşardım, okula gittiğim zaman 200 talebe vardı. Fakat maalesef şimdi 15 talebe bile yok, okulu kapattılar. Bu okulda babamın zamanında yani aslında Fransızların zamanında üç lisan öğretirlermiş; Fransızca, Arapça ve Türkçe. Atatürk gelince bu bitiyor, yalnız Türkçe öğretiliyor. Fakat düşünün, dağ başında bir köyde 3 lisan öğretilen okul vardı. Bu okullar da, Antakya da, Ortodoks cemaati için önemliydi. Patrikhane vardı Antakya’da, sonra Suriye’ye Şam’a taşıdılar. Taşındı ama hâlâ oraya Antakya Patrikhanesi deniyor, Suriye Patrikhanesi denmiyor.

Antakya’da Mihail ismi ile yaşamak nasıl bir durumdu?

Ben 1978’e kadar orada yaşadım ve doğrusu kolaydı çünkü orada insanlar hep beraber yaşıyorlar. Ada gibi. 

İsminizin neden Mihail olduğu size sorulmuyor muydu?

Yok, o ancak askerde soruldu, askerde biraz zorluk çektik. Ben Kıbrıs zamanında askerlik yaptım… Siyaseten zor bir dönemdi. Gayrimüslim erkekleri hep Doğu Anadolu’ya gönderiyorlardı. Balıkesir’de dağıtımım yapıldı, orada yüzümüze karşı söylemişlerdi. “Gayrimüslimsiniz Doğu’ya gitmeniz lazım” demişti üstümdeki subaylar. Bir arkadaşım Kars’a, bir arkadaşım Sarıkamış’a, öbür arkadaşım Erzurum’a gitti. Bu 90lara kadar devam etti ama şimdi doğrusu bu yok. Oğlum rahat askerlik yaptı.

Oğlunuzun, çocuklarınızın isimleri ne?

Oğlum, Engin. Dayım Engin ismini çok severdi, ondan koyduk. Kızım Eleni, annemin ismi. Eşim kızıma hamileyken Büyükada’ya geldik biz. 

Neden?

Çalışmak için, Antakya’dan İstanbul’a önce ben geldim. Amcam İstanbul’da oturuyordu, bana iş buldu. Ben de geldim, 4 ay İstanbul’da çalıştım. Sonra eşimi getirdim. O dönem ev arıyorum, bulamıyorum. Bir gün Apoyevmatini gazetesinde bir ilan gördüm, Büyükada’da okul ve kilise için adam arıyorlardı. Amcam dedi; “Gider misiniz?”, giderim. 21,22 yaşındayım, çok gencim. Rahmetli amcam sordu; “Bu işte epeyce sorumluluk var, yapabilecek misin?”, ben de amcama cevap verdim; “Askerlikten daha zor değildir.” Askerliğini çok zor şartlarda yapan biri için bu zor değildir. Ve geldim, Aya Dimitri kilisesinde göreve başladım. Eşim geldi, kızımız burada doğdu. Sonra 79,80 senesinde bu dükkân (Büyükada, İksidas Kitapevi) için benden yardım istediler. O zaman yaz, kış açıktı dükkân, kapatmıyorduk. O zaman burası baş gazete bayiiydi, fakat 77’den başlayarak siyaset yüzünden durum değişmiş, bazı gazeteleri buradan almışlar.

Gazete satarken başka türlüydü. Herkes, bütün müşteriler kendi gazetelerinin yerini bilirdi, kendileri gelir yerinden alırdı. Bazen parasını akşama öderlerdi, vapura yetişirlerdi. Şalom vardı, İHO vardı, Apoyevmatini, Jamanak, Marmara… O zaman Agos yoktu. Bunları satmaya devam etseydim ben de Ermenice öğrenecektim, o zaman ufaktım. Gelirlerdi; “Mek Jamanak, mek Marmara” yani “Bir Jamanak, bir Marmara.” Dede yani buranın sahibi Hrisafi İksidas, -biz ona dede derdik- bütün lisanları biliyordu; Fransızca, Judeo Espanyol… Herkesle konuşuyordu. O zamanlar hayat daha iyiydi. Kültür çok yüksekti. İskelede sanki balo olurdu. Karşılama yapmak için iskeleye inenler öyle güzel giyinirlerdi ki...

Dede; Hrisafi İksidas müşterilerine nasıl hitap ederdi? İsimlerinin yanına “madam” ya da “bayan” getirir miydi?

Bize hep çoğul konuşmayı; yani “sen” değil “siz” demeyi tembihlerdi. Biz biriyle tekil konuştuğumuz zaman çok kızardı. “Böyle konuşmayın ve çocuklarınıza çoğulla konuşmayı öğretin” derdi. Cemaatlere göre hitap şekli de değişir... Rum bir kadına “Madam” diyebilirsin ama bir Türk’e diyemezsin, kavga çıkar. Çıkmıştı. Bunu yaşadık. Benim ikizim var, o bir gün, bir müşteriye “Madam” dedi. Kadın sinirlendi ve dedi ki; “Burası Yunanistan değil, bana hanımefendi demeniz lazım. ”

Bunu söyleyenler de oluyor, Büyükada’ya Prinkipo demeye devam edenler de…

Evet evet… Benim arkadaşlarım, müşterilerimiz var, Ankara’dan emekli elçiler mesela. Bana mektup yolladıkları zaman mutlaka adrese şöyle yazarlar: Büyükada (Prinkipo). “Prinkipo”, parantez içinde… 

Kategoriler

Toplum

Etiketler

İsimler Hikayeler


Yazar Hakkında