‘İmamın çocukları, şapeli ayine hazırlıyor’

Yıllardan sonra babasının doğduğu, dedesinin yok olduğu şehri görmek için yollara düşenlerden biri Nazaret Özsahakyan… Kendisi ile Yozgat’a uzanan yolu, kökleri ve isimleri üzerine söyleştik…

İsminizin; ‘Nazaret’ adının size verilişinin nasıl bir hikâyesi var? 

Benim ismim dedemden geliyor. Yozgatlı dedemin adıymış Nazaret… Dedem 1915’te ortadan yok olmuş… İlk önce dedemi alıp götürmüşler, geri gelmemiş. Babaannem 4 çocuğu ile birlikte yollara düşmüş. Tek başına. Tesadüfen, yolda göçmen Türkmenlere rastlamış. Türkmenler babaannemleri aralarına almışlar ve onlara beraber Samsun’a kadar gelmişler. Bizimkiler Samsun’dan bir şekilde İstanbul’a gelmişler. Fakat Türkmenlerle karşılaşmadan önce babaannemin en küçük çocuğu 6 aylıkmış, ölmüş. Ya açlıktan, ya hastalıktan ölmüş… Diğer 3 kardeş ve babaannem İstanbul’a varmışlar. Sonra ailede ilk ben doğmuşum ve dedemin adını bana vermişler. 

Kaybolan dedenizin ismini size verirken, ailenizin nasıl bir duygu içinde olduğunu biliyor musunuz?

Babaannem beni çok seviyormuş. Bana çok düşkünmüş. Bu ismi ben taşıyorum diye gurur duyuyormuş benimle ama ben, babaannemle çok az vakit geçirebildim; ben 6 aylıkken ölmüş.

Ailede dedenizin adını taşıyan başka biri daha var mı?

Hayır, sadece bana verdiler onun ismini. Benim dedem nalbantmış. Yozgat’ın en iyi nalbantlarındanmış. Bütün atlılar dedeme gelirmiş…

“İnsan ismini taşıdığı kişiye benzer” derler ya, siz dedenize benziyor muymuşsunuz?

Bilmiyorum ama dedemden dolayı Yozgat’a olan merakım çok arttı. Aşağı yukarı 10 senedir devamlı Yozgat’a gidiyorum.    

Orada ailenize ait bir şeyler kalmış mı? Evleri, kiliseleri duruyor mu?

Yok, durmuyor. Biz Yozgat merkezliyiz, Burunkışla Köyü’ne ilgimiz olsa da aslen merkezliyiz. Babamın bir tavla arkadaşı vardı, Heybeliada’da senelerce tavla oynadılar, o da Yozgatlıydı.  Bir gün ona rastladım, sonra onunla beraber Yozgat’a gittik.  O evimizi biliyordu. Gittik ama maalesef bulamadık. Evimizin yerine kocaman binalar dikmişler. Aradık aradık, hiçbir şey bulamadık.

Geçmişinize dair bu arayışı nasıl tarif edersiniz? Orada gezerken ne düşünüyorsunuz, kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Çok enteresan şeyler hissediyorum. Kendi kendime diyorum ki, dedem de babam da bu havayı teneffüs ediyorlarmış, demek burası böyle soğuk oluyormuş… Yozgat’ın bu kadar soğuk olduğundan haberim yoktu. İlk gittiğimde Ağustos ayıydı, otele, odaya girdim, bir baktım yatağın üstünde yorgan var. Resepsiyona telefon açtım, “Pike yok mu, buraya kıştan kalma yorgan koymuşsunuz, ne biçim şey…”, “Beyefendi” dedi, “saat 18:00’den sonra yorgana ihtiyacınız olacak.” Gerçekten de saat 17:00’den sonra o kara iklimi kendini gösteriyor. Önce t-shirtlerin üstüne kazak giydik, yatarken de yorganı başımıza kadar çektik… Yozgat böyle… Ve orası gerçekten de keşfedilmeyen bir derya.

Her köyde bir mezarımız, bir kalıntımız var. Her köye gittiğimizde insanlara soruyoruz; “Burada Ermeni mezarı var mı?” ,  herkes hemen bir şeyler gösteriyor. Bir bakıyorsunuz bir taşın üstünde Ermenice harfler var. Onu görünce biz de kendi dinimize göre bir fatiha okuyoruz. Çok etkileniyoruz yani. Oranın insanları da çok cana yakın. Gittiğimizde hep ayran, yemek ikram ediyorlar… Yozgat için “gelişmemiş” derler ya, halbuki insanları çok gelişmiş ve çok samimi.  Sonra, orada, Terzili Köyü’nde küçük bir şapelimiz var. O niye ayakta kalmış? Çünkü kilise,  imamın bahçesinde. Küçük bir kilise, 15 kişi içeri zor sığar. İçeri girmek için imamın kapısını çalıyorsunuz. İmamın çocukları koşuyor, hemen içeriyi süpürüyorlar. İncil’imiz orada duruyor, onu getiriyorlar. Buhurdanlığımızı getiriyorlar. Orayı hemen ayine hazır hale getiriyorlar.  

İsminiz oradakilere “garip” geliyor mu? Yozgatlılar bu ismi hâlâ biliyor mu?

Yok, artık orada kimse kalmadı. Fakat İstanbul’da çok Nazaret var, hepsi de iyi arkadaşlarım, çalışkan insanlar, iyi mevkilerdeler. Herhalde diyorum bu isim insanı ileriye götürüyor, çalışmak için motive ediyor. İsmi Nazar olup da tembel olan birine hiç rastlamadım.

Ne demek Nazaret?

Ortadoğu’da, İsrail’de bir şehrin adı. İsa Mesih’in doğduğu şehir. “Nazaretli İsa” olarak tanınıyor İsa Mesih. Her peygamber doğduğu şehrin adıyla anılır. Yalnız o günlerde Nazaret’ten de pek adam çıkmazmış, ve insanlar derlermiş ki; “Nazaretli İsa nasıl oluyor da peygamber oluyor?” Böyle dinsel bir değeri var.  

Nazaret’e gittiniz mi?

Yok, çok istiyorum. Fırsat bulursam gideceğim.

İsa’nın doğduğu şehrin adını taşıyor olmak, Türkiye’de nasıl bir durum? İnsanlar isminizi kolay anlıyor, doğru telaffuz ediyor mu? 

Hayır, hep yanlış söyleniyor. Bazen bankadan arıyorlar ve “Bayan Nazan ile görüşebilir miyiz?” diyorlar. “Valla” diyorum; “Bayan Nazaret şu an bayanlığı bıraktı, pantolon giyiyor. İnanmazsınız sakalı da var.” Karşımdaki duruyor, anlıyor. Özür diliyor. Bu çok oluyor. Askerdeyken hiç telaffuz edemiyorlardı. Bir komutan bir gün bana “Nezaret” dedi, ondan sonra 18 ay herkes Nazaret yerine nezaret dedi. Öyle gitti.  Nazaret zor olduğu için ben Nazar’ı kullanıyorum. Bu sefer de, “Ne tuhaf adınız var” diyorlar.

Ermeni kültüründe nazara dair bir inanç var mı?  

Yok, bizde pek yok. Müslümanlarda nazar duası var, öyle bir ayet var. Anadolulu Ermenilerde de bu inanç var çünkü Anadolu’da insanlar hep beraber yaşıyordu. Gelenekleri, görenekleri birdi. Aynı şeyleri yiyor, aynı şeylere kızıyorlardı. Birbirlerinden etkileniyorlardı, bu sebeple bizimkilerde de nazar değmesinden korkanlar, nazara inananlar var. Ama ben pek inanmıyorum. Bizim nazar boncuğumuz, haçtır. Eğer üstünde bir haç taşıyorsan hiçbir nazar sana değmez. İsa Mesih insanlık için kendi canını onun üzerinde vermiştir, sonra onun üzerinden can almıştır. Biz, haçın nazar boncuğundan daha büyük bir koruyucu etkisi olduğuna inanıyoruz.   

İsminizin anlamını, nereden geldiğini soranlara bunlardan bahsediyor musunuz, adınızın Ermeni ismi olduğunu söylüyor musunuz?

Söylüyorum, ben hiç çekinmem. Bu, Türklerle pek bir sorun olmuyor ama biliyor musunuz kimlerle oluyor? Azerilerle. Daha önceleri biz yedek parça işi yapıyorduk. Azerbaycan’dan adamın biri geliyordu ve bizden yedek parça eşyaları alıyordu. Bazen 50 dolar, 100 dolar eksiği kalırdı; “Sonra geldiğinde verirsin, hesaplaşırız” diyorduk ve gidiyordu. Sonra geldiğinde borcunu ödüyordu, başka şeyler alıyordu… Böyle gelip gitti. Bir gün tekrar geldi, ben dükkânda yokum.  “Nazar nerede?” dedi, bizim çocuklar da; “ Kiliseye gitti, cenaze var” demişler. “Ne!! Nazar Ermeni miydi?”, “Tabii abi Nazar Ağabey, Ermeni.” Onu duyunca adam bir daha gelmiyor. Enteresan. Halbuki ben ona her türlü yardımı yapmıştım; iyi ürünleri gösteriyordum, yardımcı oluyordum, bakiye tanıyordum… Buna rağmen benim Ermeni olduğumu anlayınca bizimle çalışmaktan vazgeçti.

Kuyumculuk sektöründe, Ermeni olmanızın tam tersi bir etkisi oluyor mu?

Oluyor çünkü kuyumcu olmak bizim genlerimizde var. Hemen anlarız müşteri ne istiyor, biri ne tarif ediyor… Hiç öğrenmene gerek yok. Eğer sen Ermeni ise bu mesleği bir kere genlerinden dolayı daha yatkınsın.

Nasıl?

Ne bileyim mesela hanımla beraber aynı yere bakarsın, o der ki; “şu perdenin şurası böyle olsa”, sen onun ne dediğini anlamazsın, onun gördüğü gibi görmezsin. Kuyumcu olarak veya Ermeni olarak birisi, sana bir şey tarif ettiğinde, işte o tarifi daha iyi anlarsın. Bu da genlerden geliyor. Genler çok önemli çünkü genler birer şifredir. Hani “alın yazısı” diyorlar ya; alın yazısı diye bir şey yok, o alın yazısı dedikleri gendir. Yahudilerde de bu böyle. Ticarette faiz maiz hesaplarını anlamam ben ama Yahudilerin ticarete yatkınlığı var, onlar hemen anlar, hatta sana yol da gösterirler.

Sizin ailede kuyumcu var mı?

Bildiğim yok, ama belki daha önceki nesillerde olabilir. Tarihimi araştırmak istedim Yozgat’ta. Fakat bir şey bulamadım. Dedemin dedesi kimdi acaba diye Nüfus İdaresi’ne gittim. Dedim ki; “Bizim kütüğe bakabilir misiniz?”. Orada çok samimi bir kız vardı, dedi ki; “Maalesef sizlere ait kütük yok bizde. Biz o kütüklerin hepsini Ankara’ya gönderdik.” Ankara Nüfus İdaresi’nde artık…

Soyadınız o kütüklerde Özsahakyan olarak mı kayıtlı?

Bizim soyadımız esasında Sahakyan. Yozgat’ta çok Sahakyan varmış. Bizimkiler bakmışlar sağları Sahakyan, solları Sahakyan; demişler ki; “Biz Özsahakyan olalım.”Sahakyan’ın önüne “öz” koymuşlar… Hakiki Sahakyan biziz yani. 

Kategoriler

Toplum

Etiketler

İsimler Hikayeler


Yazar Hakkında