SALT maharet

SALT, Eylül ayı ile birlikte hareketlenen sanat sezonuna olağanüstü bir giriş yaptı. SALT Galata ve SALT Beyoğlu mekanlarında ardı ardına açılan sergiler, yılın en çarpıcı projeleri olmaya aday.

TAYFUN SERTTAŞ
tayfun.serttaş@gmail.com

İstanbul’un uluslararası saygınlığa sahip bir sanat kuruma duyduğu ihtiyaç, son 15 yılın büyük tartışmalarından birisiydi. Ancak tek başına büyük yatırımlar yapmak – ki bundan çok daha büyük sermayelerin girişimleri havada kaldı – adeta kronikleşen bu eksikliği tek başına kapatmaya yetmeyecekti. Zoraki girişimler en nihayetinde benzerlerine Batı dünyasından aşina olduğumuz sanat kurumlarının iyi kötü birer kopyası olarak kalacak, taklide dayalı kurumsallaşma çabaları başka bir taklitçiliğin eseri olan tercihler altında, kentsel ölçekte birer vitrin olarak içeriksizleşecekti...

Türkiye bugüne değin birçok alanda beyin göçü verdi, ancak bunlardan hiçbirisi sanat kadar vahim sonuçlar doğurmadı. Sinemadan tiyatroya, müzikten edebiyata uzanan birçok alanda ülkenin en mühim sanat emekçilerinin uzunca yıllar – çoğu kez zorunlu nedenlerle – yurtdışına dağılmak durumunda kalmaları ve buna bağlı olarak içeride oluşan boşluk, yakın tarihin en travmatik vukuatlarından birisi olarak ayrıca incelenmeye değer.

1990’lı yıllarla birlikte disiplinlerarası sanat, güncel sanat, kavramsal sanat gibi olguların ivme kazanmasıyla, toplamda plastik sanatlar, tüm tarihsel dezavantajlara rağmen kendi geleceğini tayin edebilecek bir manevra kabiliyeti kazandı. Bu bağlamda özel sektör, Batı’daki devlet destekli kurumsallaşmanın eksikliğini sırtlayarak, Türkiye’ye özgü bir modelin kendiliğinden oluşmasının önünü açtı. Aynı dönemde Türkiye’nin uluslararası camiadaki en saygın sanat adamı, küratör ve eğitmen Vasıf Kortun’un İstanbul’a kesin dönüş yapması, sürdürülebilir bir sanat ortamının hazırlanmasına zemin hazırlayacaktı.

Sanat takipçilerinin o günlerde Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi, Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi ve Garanti Galeri isimleriyle aşina olduğu üç büyük kurumsal yapının, güçlerini birleştirerek tek bir çatı altında toplanmasıyla geçtiğimiz sene kapılarını açan SALT, geçmişi 20 seneyi bulan bu kurumsallaşma serüvenini zirveye taşıdı. Bugün, toplamda 15 bin m2’lik alana sahip iki farklı bina da (SALT Galata ve SALT Beyoğlu) güncel sanattan, mimarlığa, şehircilikten, toplumsal tarihe uzanan farklı alanlarda programlar üretmeye ve etkinlikler düzenlemeye adanan kurum, Türkiye’nin geleceğe dair kültür politikasını belirlemeye aday.

Açık Sinema, Açık Arşiv ve 1 milyonu aşkın dijital belgeye erişim sağlayan Türkiye’nin en büyük özel sanat külliyatı olma niteliğine sahip kütüphanesiyle SALT, bugüne değin hiçbir kurumun sağlamadığı araştırma olanaklarını bünyesinde topluyor. Lokal tartışmalar ve uluslararası gündemi dengeli bir şekilde takip edebilme kabiliyetiyle dikkat çeken SALT’ın sunduğu bu büyük olanaklardan faydalanmak için ihtiyacınız olan tek şey ise, salt zaman.

İstanbul Kültür Sarayı
(bugünkü Atatürk Kültür Merkezi) yangını.

27 Kasım 1970, Fotoğraf: Reha Günay

Açık AKM

21 EYLÜL 2012 – 06 OCAK 2013 (SALT Galata)

Türkiye’de bir ilk olma özelliği taşıyan SALT Galata’daki Açık Arşiv mekanı, arşiv, demokrasi ve şeffaflık arasındaki muhtemel ilişkiyi, arşiv olgusunun internet teknolojileriyle birlikte katılımla zenginleşen ve çoklu kullanım imkanları sayesinde sürekli geliştirilmesinden ilham alarak irdeliyor. “MODERNİN İCRASI:
ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ,
1946-1977” başlığıyla Pelin Derviş ve Gökhan Karakuş küratörlüğünde gerçekleşen sezonun ilk Açık Arşiv projesi, mimarlar, kamu, idari gruplar ve kültürel oluşumların modern kültürün gidişatını denetlemek üzere birbiriyle yarıştığı günümüzde, süregelen tartışmaları alevlendiren en kritik konumdaki yapı olan Atatürk Kültür Merkezi’ne (AKM) odaklanıyor.

Senelerdir bu önemli mirası ideolojik doğrultularda biçimlendirmeye çalışan farklı taraflar, AKM’nin mimarisi, kentselliği ve programlarını kendi vizyonlarına göre yönetmeyi deniyor. Bu durum, ülkedeki kültür işleyişini merkeze alan ve kurumun geçmişteki farklı rollerine bağlanan bir dizi soruyu beraberinde getiriyor. Modernin İcrası: ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ, 1946-1977 sergisi, öncelikli olarak bu tarihsel geçmişe bakmayı amaçlıyor.

Türkiye’nin modern kültüründeki mihenk taşlarından olan AKM, Lütfi Kırdar’ın İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı olduğu 1946 yılında, bir opera binası olarak projelendirilir. Bina, birçok mimari müellifin çeşitli tasarımlar yaptığı uzun ve zorlu bir sürecin sonunda, 1969 yılında mimar Hayati Tabanlıoğlu tarafından tamamlanır ve “İstanbul Kültür Sarayı” adıyla faaliyete başlar. Ancak ertesi yıl çıkan ağır bir yangın nedeniyle yedi yıllık bir inşa dönemine girerek 1977 yılında “Atatürk Kültür Merkezi” adıyla yeniden kullanıma açılır. 20. yüzyılın ikinci yarısı boyunca AKM’nin planlama, yapım ve işleyişinde meydana gelen bu iniş çıkışlar, modern devlet ve toplum kurumları oluşturmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşme çabalarının arka planındaki dinamiklere işaret eder.

Oluşumunda İstanbul’daki belediyecilik ve kentsel yapıdan öte Ankara’daki merkezî hükümetin politikalarının etkili olduğu AKM, Türkiye’de daha önce var olmamış bir ölçekte üretildi. Ülkenin en büyük kentinin merkezinde modern kültürü temsil eden kurum, gerek mimarisi ve kentsel tasarımı gerekse iç mekânları ve opera, tiyatro gibi özel işlevleriyle Türkiye’deki kültür üretimini sergileme görevini üstlendi. İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye’sinin belirgin siyasi atmosferinde, bina ve işleyişi kadar modernliğin kapsamı ve etkinliklerin içeriği de önem kazanmaya başladı. Avustralya’daki Sydney Opera House, ABD’deki Metropolitan Opera House ve Almanya’daki kimi tiyatrolar gibi aynı dönemde dünyanın başka yerlerinde kurulan kültür kurumlarına paralel şekilde AKM, ülkede önemi giderek artmakta olan sanatın kamuya açılması çabasının güçlü bir temsili oldu.

Modernin İcrası: ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ, 1946-1977 sergisi, AKM’nin mimarisi ve yapımına dair bir kavrayış sunabilmek üzere belirli kilit arşiv malzemelerine odaklanıyor. Mimari, toplum ve yapılı çevre arasındaki ilişkileri inceleyen sergi, Türkiye, bölge ve dünyadaki daha geniş temalara ışık tutan bir zaman çizelgesi çerçevesinde AKM özelindeki aktörler ile tasarımlarını ortaya çıkarıyor. Bu proje için özel olarak üretilen AKM maketi, binanın mimarisini -izleyicinin erişemediği yapılanmayı- okumayı sağlıyor. Tabanlıoğlu Mimarlık’ın katkısıyla SALT Araştırma bünyesine dâhil edilen Hayati Tabanlıoğlu mimarlık arşivi de, serginin başlangıcından itibaren araştırmacı ve ilgililerin erişimine açık olacak.

Hassan Khan, The Knot, 2012

Cam Heykel / dOCUMENTA (13) için
Galerie Chantal Crousel,
Paris ve Young Arab Theater Fund’un
(YATF) desteğiyle üretilmiştir. Sanatçının izniyle

Fotoğraf: Anders Sune Berg

HASSAN KHAN

21 EYLÜL 2012 – 06 OCAK 2013 (SALT Beyoğlu)

Çalışmalarını Kahire’de sürdüren 1975 doğumlu Mısırlı sanatçı Hassan Khan’ın çokdisiplinli üretim yöntemleri gözlem, etkileşim ve ilişkiler kadar, kişisel bir içsel iletişim kaynağına da dayanıyor. İşlerindeki bazı göndermeler sanatçının yaşam öyküsünü, bazılarıysa farklı bağlamlara işaret eden figür ve imgeleri temel almakta. Bunun sonucunda, insan uygarlığının anıtsal ölçeği ve kolektif anlar kadar nesne ve jestlerin gayrimaddi enerjisine duyarlı bir sanat pratiği ortaya çıkmaktadır.

Dil ve benlik hissi, Khan’ın sanat pratiği anlayışının ana unsurlarındandır. Sanatçının birçok filmi, bir karakter ya da kişiliğin geliştirilmesi için düzenlenmiş kapsamlı atölye çalışmaları üzerine kuruludur. Zamana yönelik farkındalığın yanı sıra, bir karakter algısı ya da tarih vizyonuyla ilişkilenen kesintisiz çekimler ya da son derece stilize montajlar gibi işlerin yapımında kullanılan biçimsel dil de bir o kadar önemlidir. Khan, müzik ve imge üretiminde bazen -Mısır’a özgü şaabi müziğiyle bağlantı kurması ya da cep telefonunun kamerasıyla fotoğraf ve film çekmesi gibi- tanıdık ögelerden yararlanır. İşlerinin başlıkları çoğu zaman kişisel, ideolojik, sosyo-politik ve kavramsal konumların ipuçlarını barındırır.

Tanıdık nesneler ve durumlarla ilişki kuran Khan, bunları çok kişisel ve mahrem kaynaklarla diyaloğa sokar ve genellikle bu kaynakları açıklamamayı tercih eder. İnsanlığa dair ayrıntılı gözlemler ve bireysel bilincin son derece gizemli jestleri, biçimsel anlamda gelişkin işlerinde kendini gösterir. Kişisel ve biçimsel olana yönelik bu dönüşümlü yakınlıklar, sıklıkla işle basit bir ilişki kurulmasını engelleyen bir direnç yaratır. Ancak izleyicinin tepkisi asla engellenmez; dolaysız bir karşılaşma her zaman mümkündür.

Hassan Khan’ın bugüne dek gerçekleştirdiği en kapsamlı sergi olma özelliğine sahip olan seçki, toplumlar ile onların ürettiği kültürlerdeki paradokslara karşı sanatçının yaklaşım örneklerinin birer temsili olarak okunabilir. Bu yöntem hem sanatçıyı hem de izleyiciyi çok sayıda senaryo ve tarihsel kalıntının parçası hâline getirir. Her ne kadar hepsinin ayrı işlevleri olsa da, bu işler bir arada, sergi boyunca kendini adım adım açan bir ilişkiler ve çapraz göndermeler ağı olarak değerlendirilebilir.

Jean Brusselmans, Le bain des vagabonds (Aylaklar Yıkanırken), 1936

Tuval üzerine yağlı boya / Van Abbemuseum Koleksiyonu, Eindhoven, Hollanda

Fotoğraf: Peter Cox

İSTANBUL EIND­HOVEN
SALTVANABBE
MODERN ZAMANLAR

21 EYLÜL – 30 ARALIK 2012 (SALT Galata)

Hollanda-Türkiye diplomatik ilişkilerinin 400. yılı vesilesiyle Ocak 2012’den bu yana SALT ve Van Abbemuseum iş birliğinde gerçekleştirilen İstanbul Eindhoven-SALTVanAbbe projesinin son sergisi 21 Eylül’de SALT Galata’da açılıyor. İstanbul Eindhoven-SALTVanAbbe: Modern Zamanlar, Van Abbemuseum koleksiyonunda bulunan 20. yüzyıl başından 1960’lara dek üretilmiş eserler ile Türkiye’den aynı dönemde üretilmiş eserleri bir araya getiriyor.

Sergi, tarihi bir kırılmanın yaşandığı 1960’lardan geriye giderek, Batı ve “öteki” modernleşme hikâyelerini birbiriyle ilişkilendiriyor. Devrimci, milliyetçi modern düzen ile evrimsel, akılcı ve ilerlemeci modern sanat pratiğinin yaklaşık yarım yüzyıllık ufkuna dair ipuçları veriyor. Bilimsel ve teknik aklın doğal sonucu olarak görülen modernist düşünce anlayışını hissettiren sergi, eskinin yıkımı ve yeni bir düzen inşasını öneren modern zamanlar algısıyla sanatın avangart, formalist perspektifini buluşturuyor.

Tarihe doğru yapılan bu yolculukta, toplumsal ve siyasi amaçlar doğrultusunda merkezî bir konum edinen yaptırımcı, birbirine rakip modernliklerin çevreye yaydığı ve dayattığı estetik, biçim, çelişki ve yerellikler bir arada sunuluyor. Türkiye’den seçilen eserler, Van Abbemuseum koleksiyonundan eserlerle diyaloğa girerek siyasi ve kültürel modernleşmenin bu topraklarda nasıl algılanıp yorumlandığına ilişkin fikirler veriyor.

Sergide Pierre Alechinsky, Hakkı Anlı, Avni Arbaş, Yüksel Arslan, Ferruh Başağa, Jean Bazaine, Nurullah Berk, Roger Bissière, Georges Braque, Marcel Broodthaers, Jean Brusselmans, Cihat Burak, Corneille, Adnan Çoker, Robert Delaunay, Nejad Melih Devrim, Abidin Dino, Victor Dolphijn, Raoul Dufy, Edgar Fernhout, Leo Gestel, Juan Gris, Hans Hartung, Zeki Faik İzer, İlhan Koman, Herman Kruyder, Ger Lataster, Fernand Léger, El Lissitzky, André Marchand, Fikret Mualla, Mübin Orhon, Pieter Ouborg, Pablo Picasso, Serge Poliakoff, Selim Turan, Theo van Doesburg, Geer van Velde, Hendrik Nicolaas Werkman, Theo Wolvecamp, Andrzej Wróblewski, Ossip Zadkine ve Fahrelnissa Zeid’in eserleri yer almakta. Sergi ayrıca, dönem arşivlerinden seçilen doküman ve görselleri içeriyor.

Proje kapsamındaki ilk sergi İstanbul Eindhoven SALTVanAbbe: 89’dan Sonra, 27 Ocak-6 Nisan tarihlerinde SALT Beyoğlu ve SALT Galata’da; İstanbul Eindhoven-SALTVanAbbe: 68-89 adlı ikinci sergi ise, 20 Nisan-26 Ağustos tarihlerinde SALT Beyoğlu’nda düzenlenmişti. Zeynep Yasa Yaman’ın küratörlüğünde düzenlenen İstanbul Eindhoven-SALTVanAbbe: Modern Zamanlar, 30 Aralık’a kadar SALT Galata’da görülebilir.

 


Bu haftanın Şapgir'i

 
06.10.2012
29.09.2012
22.09.2012
15.09.2012
 

 

 

Kategoriler

Şapgir