Lozan üzerine yazmanın dayanılmaz hafifliği

Sevr ve Lozan’ın sözünü ettiğim maddeleri üzerine niye hiçbir tartışma olmadı? Bu maddeler, 1912’den başlayarak 1923’e kadar devam eden savaşın yarattığı yıkımların ve katliamların doğrudan ve dolaylı sonuçlarını ele alan maddelerdir. Acaba bu maddelerin hemen hiç tartışılmamış olması, savaş yıllarının katliamlarını, Cumhuriyet’in kuruluş tartışmasına dahil etmek istememek nedeniyle olabilir mi?

Muhtemelen 2023’ün sonuna kadar Lozan ile yatıp kalkacağız. Konuya ilişkin çıkan yazılara bakmaya çalışıyorum. Bugüne kadar söylenmemiş, geleceğimize de ışık tutabilecek yeni bir şeyler arıyorum. Tüm yazılanlara baktığımı iddia edemem, baktıklarıma ilişkin gözlemim ise bu yazılarda yeni hiçbir şey olmadığı. Sadece eskiden yazılmış bilgiler tekrar ediliyor. Acaba yazılanlar niçin yıllardır yazılan-çizilen şeylerin tekrarından ibaret?

Birinci cevap çok kolay: zaten yazılacak yeni bir şey yok ve her konu şu veya bu şekilde ele alındı. Bugüne kadar var olan paradigma kafidir ve yenisi de zaten mümkün değildir.

Bu yazıyı, bu cevabın doğru olmadığı tezi üzerinden yazıyorum. 

İddiam, artık Sevr ve Lozan hakkında konuşma tarzımızın kesin değişmesi gerektiği. Ve bu gerekliliğin çok önemli bir nedeni daha var. Bugün Türkiye’de bir Apartheid rejimi vardır. Bu Apartheid rejimin anlaşılmasını istiyor ve özgürlüklerin garanti altına alındığı demokratik bir gelecek özlüyorsak, Sevr ve Lozan antlaşmaları hakkındaki konuşma tarzımızı kesinlikle değiştirmek zorundayız. Bilinen ezberlerin tekrarı üzerine inşa edilecek bir gelecek yok gibi gelir bana. Bu tekrar sadece Apartheid rejiminin üstünü örtmeye devam eder, o kadar.
Önce ezberlerimizi tekrar edelim: bugüne kadar Lozan üzerine yapılan tartışmaları birbiri ile bağlantılı iki büyük ana gövde üzerine oturtmak isterim.

Sevr ve Lozan
Birincisi, Sevr ve Lozan’ın esas olarak veya sadece bir toprak meselesi olarak tartışılmasıdır. Bunu, Osmanlıdan kalan topraklar üzerinde kimin nerede ne kadar hakkı vardı, tartışması diye de özetleyebilirsiniz. Bu çerçeveye göre, Türkler için Sevr adaletsiz bir antlaşma ve kara bir lekedir. Bu nedenle, bu antlaşmayı imzalayanlar idama mahkûm edilmişlerdir. Ermeniler, Rumlar ve (bazı) Kürtler için ise Sevr, tüm toprak talepleri karşılanmamış olsa bile, hakkaniyet içeren bir antlaşmadır. 

Lozan için ise tersi görüşler ileri sürülür; Türkler için yoktan var oluş ve zafer; Ermeni, Rum ve (bazı) Kürtler için ise büyük bir haksızlık ve adaletsizliktir. Tarafların arasında tüm farklara rağmen aslında antlaşmalara ortak bir noktadan baktıklarını söyleyebiliriz. Sevr ve Lozan’ın esası Osmanlılardan kalan toprakların farklı ulus grupları arasında nasıl paylaşılacağı idi. Sonuçta ilgili anlaşmada istediğini alan antlaşmayı zafer, diğerini de hezimet olarak değerlendirdi.

Azınlıkların korunması
Lozan etrafında yapılan tartışmaların bir ikinci boyutu daha var. Birinci boyutla doğrudan bağlantılı olan bu boyutu, Türk-Yunan nüfus mübadelesi ve Ermenilere, Türklerin savaşla elde ettikleri 1922 sınırları içerisinde bir yurt tanımak ve 37 ile 45’inci maddelerde tartışılan “azınlıkların korunması” meselesi olarak özetlemek mümkündür.

Türkler arasında birinci boyut -toprak paylaşımı- ekseninde yapılan tartışmaları ve tezleri ezbere biliyoruz. Konu, “zafer mi hezimet mi” ikileminde tartışılır. Ağırlıklı laik-seküler kesim (buna sol-sosyalist kesim de dahildir), Lozan’ı Türkler açısından büyük bir zafer olarak sunarlar. Sunmayanlar bile, masada elde edilen ile yetinilmesi fikrindedirler. Çünkü ötesini ‘saldırganlık’ olarak değerlendirirler. Lozan’ı hezimet veya başarısızlık olarak görenlerin başında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan gelir. 2016’da konu hakkındaki fikirlerini çok açık dile getirmiştir: 

“1920'de bize Sevr'i gösterdiler, 1923'te Lozan'a razı ettiler. Birileri bize Lozan'ı zafer diye yutturmaya çalıştı. Şöyle bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan'la verdik. Kıta sahanlığı ne olacak, havada ne olacak, karada ne olacak hâlâ bunun mücadelesini veriyoruz. İşte bunun nedeni, o anlaşmada masaya oturanlar. O masaya oturanlar bunun hakkını veremediler, veremedikleri için onun sıkıntısını şimdi biz yaşıyoruz.”

Lozan’ı, başarı veya makul bir antlaşma olarak görenler de bir hezimet olarak değerlendirenler de Sevr’in kötü ve kabul edilemez bir antlaşma olduğu konusunda hem fikirdirler. 

İkinci boyut, yani azınlık hakları konusunda yapılan tartışmaları ve ileri sürülen tezleri de biliyoruz. Türk-Yunan mübadelesi, insanı sonuçları acı fakat zorunlu bir adım olarak görülür. Kendilerini, demokrat ve ilerici sayanlar, 37 ve 45’inci maddelerde dile getirilen azınlık haklarına riayet edilmediğini ve bu antlaşma ilkelerinin çiğnendiğini ileri sürerler. Ayrıca haklı olarak, bu maddelerin sadece Gayrimüslimlerle sınırlı olmadığını, tüm farklı dil gruplarını da kapsadığını savunurlar ve örneğin, Kürt diline yapılan baskıların bu antlaşma maddelerinin ihlali anlamına geldiğini söylerler. Lozan’da ‘azınlıklar’ kavramının nasıl tartışıldığını bilenler arasında farklı bir görüş de vardır. Buna göre, Aleviler ve Kürtler azınlık sayılmadıkları ve kendilerinden açık olarak bahsedilmediği için Gayrimüslimlerin elde ettikleri birçok haktan mahrum olmuşlardır. Hristiyanlar ve Yahudiler din-dil-kültürel kimliklerini koruyacak bazı ayrıcalıklar Aleviler ve Kürtler için söz konusu edilmemiştir.

Başka bir konuşma tarzı
Borçlanmalar Kapitülasyonların kaldırılması ve Boğazlar tartışılmalarını da bu çerçeveye eklemek isterim. Sonuçta bu tartışmalar da egemenlik hakları ile doğrudan ilgili tartışmalardır. Bu çerçevede en çok tartışılan konunun toprak meselesi olduğunun altını yeniden çizmek isterim. Sevr’de hangi toprakların kime verildiği (özellikle Kürdistan 62-64; Ermenistan 88-93) ve sonra Lozan’da ne olduğu konusu -örneğin Ermeni Yurdu meselesi- etrafında yapılan tartışmalar toprak paylaşımı konusunda en çok konuşulan konular arasında gelir. Kimseye haksızlık etmek istemem, ama bu yukarda çerçevesini çizdiğim tartışmaların dışında bir Sevr-Lozan tartışması biliyor musunuz?

Oysa Sevr ve Lozan üzerine bir başka konuşma tarzı mümkün ve hatta şart. Baştaki tezimi tekrar edeyim. Eğer Türkiye’nin, demokrasinin kurum ve kurallarıyla işlediği ve vatandaş özgürlüklerinin garanti altına alındığı bir ülke olmasını istiyorsak, Sevr ve Lozan hakkındaki konuşma tarzımızı değiştirmek zorundayız. Yanlış anlaşılmak istemem, yukarda çizdiğim paradigmanın yanlış olduğu ve bu tür konuların konuşulmaması gibi şeyler söylemiyorum. Elbette konuşulacak bu konular.

Ama Türkiye’nin niçin demokratik bir ülke olamadığını, özgürlüklerin niçin garanti altına alınmadığını anlamak istiyorsanız, Sevr ve Lozan’ın başka maddelerine bakmak zorundayız. Bugün ülkemizde bir Apartheid rejimi vardır ve Osmanlı topraklarının farklı ulus grupları arasında nasıl dağıtıldığına bakarak, yani tüm Sevr ve Lozan sürecini herhangi bir ulusun egemenlik hakkı çerçevesinde tartışarak bu Apartheid rejimini anlamamız mümkün değildir. Sevr’i Türkler için kötü, Ermeniler, Rumlar ve Kürtler için iyi; Lozan’ı Türkler için iyi, Ermeniler, Rumlar ve Kürtler için kötü olarak gören bakış açılarından uzaklaşmak, Sevr ve Lozan’ı ortak bir yerden, bir Apartheid rejiminin kuruluş sürecinden okumayı başarmak gerek. Mümkün mü? Elbette mümkün. 

Tartışılmayan maddeler
Bunun için önerim, Sevr’in Azınlıkların Korunması ile ilgili 140-151’inci ve Yaptırımlar ile ilgili 226-230’uncu maddelerine ve Lozan’ın, Uyruklar (Vatandaşlık hakları) meselesi ile ilgili 30-36 ve Mallar Haklar ve Çıkarlar ile ilgili 65-72’nci maddelerine yakından bakmaktır. Bu maddelerde sözünü ettiğim, Sevr ve Lozan’ın bir başka tarihinin yattığını göreceksiniz. Bu tartışmayı burada yapma şansım yok. Ama yazıyı bir soruyla bitirmek isterim. Sevr ve Lozan’ın yukarda sözünü ettiğim maddeleri üzerine niye hiçbir tartışma olmadı?

Cevaplardan birisini vererek yazımı bitireyim: bu maddeler, 1912’den başlayarak 1923’e kadar devam eden savaşın yarattığı yıkımların ve katliamların doğrudan ve dolaylı sonuçlarını ele alan maddelerdir. Acaba bu maddelerin hemen hiç tartışılmamış olması, savaş yıllarının katliamlarını, Cumhuriyet’in kuruluş tartışmasına dahil etmek istememek nedeniyle olabilir mi? 1918-1923’ü, önceki gelişmelerden bağını kopararak, sadece bir “bağımsızlık-kurtuluş savaşı” olarak tartışmanın sözünü ettiğim maddelerin tartışılmasına engel teşkil ettiğini söyleyebilir miyiz? Daha fazlası, “Yüzyıllık Apartheid” kitabımda… 

Kategoriler

Dosya


Yazar Hakkında