Haklı ve meşru mücadelenin asi sesleri: Genç Feministler

Güneş Fadime Akşahin, 22 yaşında, İstanbul Üniversitesi’nde Tarih Öncesi Arkeoloji bölümü ikinci sınıf öğrencisi. Altı yıldır; yani lise yıllarından beri Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Kadın Meclisleri’nde örgütlü faaliyetlerin içinde yer alıyor. Güneş şu an platformun genç kadın örgütü olan Genç Feministler Federasyonu’nun temsilciliğini yapıyor. 7 Mart’ta üniversitede düzenledikleri Kadınlar Günü eyleminde gözaltına alınan Akşahin’le hem Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu hem de eylem ve gözaltılar hakkında konuştuk.

LUSYEN KOPAR
DENİZ KAYA

Her şey genç arkadaşım Deniz Kaya’nın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle üniversite haberlerini kurcalamasıyla başladı. Dolayısıyla Güneş, ilk onun dikkatini çekti. Ne de olsa kampüsler gençlerin cesur adımlar attığı ilk gerçek arenalar. Deniz’in Güneşi bulması, onu Agos’a davet etmesi ve ortak muhabbetimiz bana bir şarkının sözlerini anımsattı.

“Ben annemin vahşi kızıyım,
Yalınayak dolaşan… Sivri taşlara lanet eden
Ben annemin vahşi kızıyım,
Ne saçlarımı keserim,
Ne de sesimi kısarım” 

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun işlevi nedir?

Öldürülen kadınlar hayatta kalabilirlerdi, yaşayabilirlerdi. Yetkililer tarafından yapılacak onlarca şey vardı. İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekildiler, 6284’ü uygulamıyorlar. Kadın düşmanı söylemde bulunup erkeklerin sırtını sıvazlıyorlar. Bizler elimizdeki verileri kadın cinayetlerini durduracağız platformunda raporlayıp kamuoyuna duyuruyoruz.

Genç Feministler Federasyonu’nun amacı hakkında neler söyleyebilirsiniz? Bu federasyon, hayatın her alanında toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ve erkek egemenliğine karşı mücadeleyi hedefliyor. Bu eşitsizlikten dolayı genç kadınların yaşadığı üniversite içerisinde, hayatın her kesiminde yaşanan olayları kamuoyuna duyurup gündemde tutuyor. Örneğin tacizci akademisyenler, cinsiyetçi akademik kadro, kadın ve erkek öğrencilerin eşit pozisyonda görülmemesi gibi olaylarla bu eşitsizlik kampüslerimize yansıyor. Mesela derslerde hocaların kadın ve erkek öğrencilere soru sormak, derse odaklanmak gibi konularda eşit pozisyonda görmeyip kayırdıklarını görebiliyoruz.

Bu sadece benim gözlemim değil. Bu benim gibi mücadele eden birçok farklı üniversiteden arkadaşımın dile getirdiği bir konu. Aynı zamanda örgütlü bir mücadele içerisinde olmasa da üniversitede tanıştığımız kadınların dile getirdikleri bir konu. Direkt sayı veremesem de akademisyenler arasında tacizcilerin olduğunu biliyorum.

Akademisyen tacizine uğramış arkadaşlarınız oldu mu?

Evet. Taciz doğrudan fiziksel olmak zorunda değil. Sözlü olarak tacize uğradıklarını gördüm. Beyanda bulunan arkadaşlarım oldu. Sadece benim üniversitemde değil, diğer üniversitelerde de bu konuyla ilgili şikayetçi olan arkadaşlarımız oldu.

Erkek akademisyen, kadın öğrenciye daha flörtöz yaklaşıyor, bu da sözlü taciz oluyor. Sözlü tacizlerde sıklıkla kadın öğrencinin onu reddetmesine rağmen öğrenciyi zorlamasını, onunla birlikte olmaya zorlamasını, onunla bir şeyler yaşamaya zorlamasını görüyoruz. Kadın olduğu için o öğrenciyi aşağılaması ve cinsiyetçi söylemlerde bulunması da bu tacize dahil.

Akademideki cinsiyetçi söylemleri örneklendirebilir misiniz?

“Sen kadınsın bu işten anlamazsın.” Bu benim başıma da geldi. Sadece evde de değil, hayatın her alanında. Aile içerisinde de sıkça kullanılan “Sen kadınsın, bu işlere çok karışmak zorunda değilsin”, “Sen kadınsın yemek yapmak zorundasın”, “Belli bir yaşa geldin, ileride evleneceksin” gibi...

Feminist harekette, bizim ‘toplumsal cinsiyet rolleri’ dediğimiz rollere kadınların dahil edilip, bunlar içerisinde hayatlarını devam ettirmeleri söyleniyor. Eğitim hayatımda birebir ben böyle bir şeyle karşılaşmadım ama örgüt içerisinde ve çevremde arkadaşlarımın karşılaştıklarını duyuyorum. Hayatın her alanında, sadece üniversitede değil, karşılaştığımız ve böyle büyüdüğümüz bir ortam var. Ya da en basitinden, senin babanın sözlerine bağlı bir şekilde hayatını sürdürmen gerekiyor. Onun istediği hayat biçiminin dışına çıkamıyorsun. Patriarkal sisteme göre senin hayallerinin olması normal ve meşru değil. Hayatın sadece ailenin, babanın çizdiği kalıplara göre şekilleniyor. Muhafazakâr bir ailen de olabilir, daha seküler bir ailen de, şeriatçı bir ailen bile olabilir.

Ben muhafazakâr bir ailede büyüdüm. Hayatımın üzerinde büyük bir baskı oluşturdular diyemem. Üç kız kardeşiz ve büyük bir özgürlük mücadelesi yürüttük ailemizin içerisinde. Ben üçüncüyüm. Bunun sonucunda onların ufak tefek şeylere müdahale edebildikleri bir aşamaya geldik ama bu kıran kırana bir mücadele oldu. Ablalarımın her konuda aynı düşünmesek de bana çok destekleri oldu.

8 Mart’ta neler yaptınız?

Başta şunu söylemem doğru olacak: 8 Mart, 25 Kasım gibi günler çok önemli. Bu günler kendiliğinden ortaya çıkmadı. Bir mücadele tarihi var. Aslında 8 Mart, feminist hareketin 365 gün süren mücadelesini en kitlesel örgütlülüğüyle eylemlere taşıdığı gün diyebiliriz. Yılın sadece 8 martlarında bir şeyler yapmak yetmez. Her gün bir şeyler yapmamız gerekiyor. Biz federasyon yapısı olarak üniversite kulüplerinin bir birleşiminden oluşuyoruz. Üniversitelerdeki kadın ve LGBTİQ+’lar bizim federasyonumuza üye olabiliyorlar. Burada yaptığımız şeylerden biri de farklı üniversitelerdeki arkadaşlarımızın kurduğu kadın hakları kulüpleriyle beraber bilgilendirme çalışmaları düzenlemek. Üniversitelerde 8 Mart’ın tarihi, kadınların yaşadığı sorunlar, feminist hareketin tarihinin de anlatıldığı paneller, konferanslar, söyleşiler yaptık.

Bu yıl söyleşileri Altınbaş, Acıbadem, Bahçeşehir, Medipol ve Marmara üniversitelerinde yaptık. Etkinliklerin düzenlenmesinde üyelerimiz inisiyatif aldılar. Ben de hem bu etkinliklerin planlanmasında, düzenlenmesinde, hem de koordinasyonunda görev aldım.

Bu etkinliklerde her üniversiteden, üniversitenin yapısına bağlı olarak bir veya iki koordinatör oluyor. Genç Feministler Federasyonu’nun en üstte kendi koordinasyon kurulu var. Planlayan, organize eden ve koordine eden onlar. Ben de bu kurulun bir parçasıyım. Üyelerimiz tarafından seçilmiş temsilciyim. Aynı zamanda koordinatörlük yapıyorum. Genç Feministler Federasyonu’nun üç temsilcisinden biriyim. Bu temsilciler sadece İstanbul temsilcileri değil. Türkiye’yi temsil ediyor. Tüm yurtta seçilmiş sadece üç temsilci var. Üçümüz de röportajlara katılabiliyoruz, ama aktüel temsilcilik görevini şu an ben sürdürüyorum.

Söyleşiye başlamadan eylemde gözaltına alındığını söylemiştiniz. O süreci anlatır mısınız?

7 Mart Perşembe günü, İstanbul Üniversitesi’nden gözaltına alındım. Biz üniversitede kadınlar ve LGBTİQ+’lar olarak hep birlikte bir araya geldik ve İstanbul Üniversitesi’nde hep birlikte bir eylem yapalım diye karar aldık. Görmüşsünüzdür belki, daha önce İstanbul Üniversitesi’nde ‘Duvarsız Üniversite’, ‘Üniversitemize sermayeyi sokturmayacağız’ sloganlı direnişimiz olmuştu. Bu direniş sonunda üniversitenin tümünde eylem yapabilmek, basın açıklamaları düzenleyebilmek gibi belli kazanımlar elde ettik.

Üniversitelerin anti demokratik yönetilmesi ve üzerlerindeki baskıdan dolayı bir eylem düzenleyelim dedik. Aslında temel amacımız şu şekildeydi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde buluşacak, pankartımızı yapacak, dövizlerimizi hazırlayacak ardından pankartımızla, dövizlerimizle Vezneciler Meydanı’na doğru yürüyüşe geçecek ve metronun olduğu yere ulaşacaktık. Orada herkesle buluşup ana kapıya doğru ilerleyip, orada basın açıklamamızı okuyacaktık.

Biz Edebiyat Fakültesi’nde buluştuk, pankartımızı, dövizlerimizi hazırladık, halay bile çektik. Öğlen saat 13.00 civarı yaklaşık 50 kişilik bir guruptuk. Yürüyüş çağrımızı üniversite yönetiminin engelleyebileceği için kapalı yapmak zorunda kaldık. Öbür türlü fakülteler arası geçiş yasağı geliyor, öğrencilerin girebildiği fakülteler kısıtlanıyor, yönetim polisi okulun içine sokabiliyor.

Saat 14.00’de yakın üniversite kapısından dışarı çıkmak için yürüyüşe başladık. Polis, Edebiyat Fakültesi’nden çıkıp Vezneciler’e gideceğimiz esnada kapıyı bize açmadı, çevik kuvvetin gelmesini bekledi. Etrafımızı kalkanlarla çevirdiler. Daha hiç yürüyemeden fakülteden çıktığımız an, ablukaya alınıp, gözaltına alındık.

Sanırım pankartımızda LGBTİQ+ yazdığı için kapıyı açar açmaz bizi ablukaya alarak gözaltına aldılar. Biliyorsunuz ki iktidar, LGBTİQ+ olmayı bir suçmuş gibi görüyor ve hayatın hiçbir yönünde var olmalarına izin vermiyorlar. Biz, “Yaptığımız eylem meşrudur. LGBTİQ+ olmak suç değildir. Anayasal hakkımızı kullanıyoruz, hukuksuz bir biçimde şu an eylemimizi engelliyorsunuz” diye itiraz ettik. Daha sonra abluka açılmadı ve ortada kalan hepimiz itiş kakış, yaka paça gözaltına alındık. Ters kelepçeye maruz kaldık.

Nereye götürüldünüz? Kaç saat gözaltında kaldınız?

İlk önce hastanede muayeneye gittik. Gözaltına alınırken darp edilip edilmediğimize dair rapor aldık. Daha sonra halk arasında Vatan Emniyet olarak bilinen İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne götürülüp, avukatlar eşliğinde ifademizi verdik. Serbest bırakılmadan önce tekrar hastaneye götürüldük. Buradan bu sefer de emniyette herhangi bir şiddete maruz kalıp kalmadığınıza dair bir darp raporu daha aldık. Hastaneden çıkarken hepimiz serbest bırakıldık.

Emniyete avukatlarınız nasıl geldi?

Avukatlarımız hemen yanımızdaydı. Örgütlü olduğum için örgütün avukatları vardı. Başka kurumlardan arkadaşların da kendi avukatları vardı. Hepsi hemen gelmişti. Zaten İstanbul Barosu’nun görevlendirdiği avukatlar da oradaydı.

Gözaltılar hakkında şunu söylemek isterim, 8 Mart tüm dünyada yürüyüşler düzenlenerek kutlanır. Meşru bir eylemdir. Türkiye kadın hareketi de bunu yıllarca yapmıştır. Üniversitelerde bu hukuksuz gözaltılarla ve şiddetle insanların mücadeleye katılması ve örgütlenmesi engellenmeye çalışılıyor.

Daha önce gözaltına alınmış mıydınız? Aileniz ne düşünüyor?

Bu dördüncü gözaltına alınışım. Aslında ailemin bu gözaltıdan haberi yok. Ailemin mücadele ettiğimden ve örgütlü olduğumdan haberi var ama o gün başıma gelenleri sadece ablalarım biliyor.
Ters kelepçeyle götürülürken ne hissettiniz? Aslında çok haklıyım ve çok meşru bir mücadele içerisindeyim. Bu söylediklerim sadece bu gözaltı için de değil. Biz bu eylemi yapmadan kısa bir süre önce bir günde sekiz kadın öldürüldü. Bu kadınların içerisinde koruma kararı olanlar vardı. Annesini korumak isterken babası tarafından öldürülenler vardı. Aslında çok kadar haklı bir şey için mücadele ederken, sonucunda hukuksuz bir şekilde gözaltı ile karşılaşıyoruz. Bence yaşanılanlar, bu topraklardaki ikiyüzlülüğü de gösteriyor. Bu beni çok öfkelendiriyor. Biz mücadeleciler dışarıda hep beraberiz ve mücadelemiz devam ediyor.

Hayatınız bir mücadeleyse kendinizi hangi sloganla tanımlarsınız?

“Asla yalnız yürümeyeceksin.” Bu toplumda ezilenler olarak hep beraber mücadelemizi vurguluyor. Ezilen ulusların, işçi sınıfının… Yani bu slogan tüm eşitsizliklerin karşısında yer alıyor. Hele hele feminist mücadele bu toprakların en demokratik hareketidir.

Gözaltılarla ilgili şunu söylemek isterim: Hiç kimse korkmasın. En meşru şey bizim mücadelemizdir. Ben herkesin az da olsa, çok da olsa mücadele etmesinden yanayım. Çünkü karşımızdaki gücün temel amacı korkutmak. Bize esas güç verecek şey ise bizim mücadelemizdir.