Asdvadzadzin kutlu, üzüm bereketli olsun

Ermeni Apostolik Kilisesi’nin beş önemli yortusundan biri olan Surp Asdvadzadzin, bu yıl 17 Ağustos Pazar gününe denk geliyor. Meryem Ana’nın Göğe Alınış Bayramı olan Asdvadzadzin’in ne anlama geldiğini ve geleneksel olarak nasıl kutlandığını Episkopos Sahak Maşalyan anlattı.

Fotoğraf: BERGE ARABIAN

AREN DADIROĞLU
arendadir@gmail.com

Meryem Ana göğe alındı, dirildi

‘Verapohum Surp Asdvadzadzin’, yani Meryem Ana’nın göğe alınışı Ermeni Apostolik Kilisesi’nin beş büyük bayramından biri. Olay İncil’de yazılı değil, biz bunu Kilise geleneğinden öğreniyoruz. İsa Mesih çarmıha gerildiğinde 48 yaşında olan Meryem Ana, 12 sene daha, Mesih’in öğrencileri Hovannes ve Yuhanna ile beraber kaldı, çünkü Mesih, annesini onlara teslim etmişti. Meryem Ana 60 yaşında vefat etmeden önce, kendisine öleceği açıklanıyor. O da, yakınlarına ve o sırada Kudüs’te bulunan öğrencilerine haber veriyor. Toplanıyorlar, ağlaşıyorlar ve Meryem Ana, birkaç gün sonra gözlerini yumuyor. Meryem Ana’yı bir mağaraya koyuyorlar, girişini bir kayayla kapatıyorlar, o kaya bugün hâlâ orada. İnsanlar oraya ziyarete gittiklerinde tuhaf sesler duyuyorlar. Dört gün sonra, öğrencilerinden Partoğomeos geliyor, haberi alıyor ve çok üzülüyor. Mezarı açıp, Meryem Ana’yı son bir kez ona göstermek istiyorlar. Mezar açıldığında bakıyorlar ki Meryem Ana’nın cesedi yok. O zaman anlıyorlar ki Meryem Ana, oğlu Mesih tarafından göğe alındı, bir şekilde dirildi.

Üzüm orucu geleneği korunmalı

‘Üzüm Bayramı’ olarak bildiğimiz ‘hağoğorhnek’, Eski Ahit’te de, aslında bütün dinlerde de mevcut olan bir bayram. Tarlaların, bağların turfandasını Tanrı’ya sunma bayramı... Eski toplumlarda insanlar fark etmişler ki, doğa hep bir mucize üretiyor. Aslında ağaçların büyümesi, meyve vermesi, çiçek açması, buğdayın ürün vermesi ve bizim hayatımızı devam ettirmemiz, hep, bilinmeyen bir kaynaktan bize verilen bir armağan gibi algılanıyor. Dolayısıyla bütün dinlerde o minnettarlık var. Eski Ahit’te ürünlerin Tanrı’ya sunulması bayramı vardı; incir, üzüm, elma ve diğer ürünler Tanrı’ya sunulurdu. Sadece üzümü kutsayan birkaç kilise var, biz de onlardan biriyiz. Eski zamanlarda bu tören bağlarda, tarlalarda yapılırdı, bütün ürünler oraya yığılır ve kutsanırdı, tarlalar kutsanırdı. Daha sonra kiliseler sembolik bir meyve olarak üzümü seçti. Bu gelenek, üzümün kutsanmadan yenmemesi usulü üzerine kuruldu. Şöyle ki, sofraya oturursun, yemeğe başlamadan önce dua edersin; dua etmeden yersen bir şey olmaz ama amaç dua etmek, şükretmektir. Aynı mantık üzümde de geçerli; “Üzüm okunmadan önce yemek günahtır” gibi bir şey değil bu. Bir nevi oruç gibi de düşünebiliriz bunu ama kilisemizin kurulduğu merkezlerde, yani Ermenistan’da zaten ağustosun 15’inden önce üzüm olgunlaşmıyor. Üzüm orucu köklü, halkımız tarafından benimsenmiş ve korunması gereken geleneklerimizden. Her toplumu birleştiren semboller vardır; bayramlarımız, oruçlarımız bizi birleştirir, bize bir aidiyet, bir kimlik verir. Üzümün okunduğu bu törenlerde istenen, yağmurların, karın zamanında yağmasıdır. Tanrı’dan, ürünü zarardan uzak tutması istenir.

Meryem Ana ve üzüm

Kilise geleneğinde, Mesih ile üzüm bir araya getirilerek, Meryem Ana ile üzüm okuma bayramı arasında bir sentez kuruluyor. Meryem Ana, rahminin meyvesi olarak Mesih’i verdi bize. Tufan’dan önce Nuh asma ekiyor, şarap yapıyor. İsa son akşam yemeğinde, şarabı “Bu benim kanımdır” diyerek kutsuyor. Öyleyse üzüm, Mesih’in kendini benzettiği sembollerden biri. Diyor ki, “Ben asmayım, sizler dallarımsınız; bende kalırsanız meyve verirsiniz.” Mistik anlamda, asma Mesih’in bedeni ve biz Hristiyanlar da dallarıyız; onun üzerinde meyve vermemiz, İsa Mesih’le beraber olmamıza bağlıdır.

Kategoriler

Toplum Kilise Güncel Yaşam