‘Bütün çocukluğum burada kaldı’

Küçük bir çocukken, bir oyuncak seçmesini istemişler Lydia Franco Albukrek’ten. Seyahate gittiklerini düşünerek, bir bebek seçmiş kendine. Bebeği yanına alabilmiş ama çocukluğunu arkasında bırakmış.  “Her şey düzelir”, “Una vita tenemos” (Yahudi İspanyolcasında ‘Bir hayatımız var’) gibi umut dolu sözleriyle anımsadığı babasının, 6 Eylül 1955’te yağmalanan mefruşatçı mağazasında parçalanmış bir şeyler. Yıllar geçmiş aradan. Kaderde ne varsa o olmuş ve Lydia Franco, eşiyle tanışınca Türkiye’ye dönme kararı almış. Türkçeyi yeniden öğrenmiş. ‘Lydia’ ismiyle İstanbul’da yaşamayı tekrar deneyimlemiş. Ve İtalyanların dediği gibi, dünyanın koskoca bir köy olduğunu fark etmiş.

Doktor Lydia Franco Albukrek’le, fark ettikleri, hitap şekilleri ve isimleri üzerine söyleştik.

İsminizin anlamıyla başlayalım söze...

Lidya Anadolu’nun bir bölgesidir ama annem ve babam bana bu ismi verirken bölgeyi düşünmüşler mi, bilmiyorum. Her yerde kullanılan bir isim; İngiltere’de, İtalya’da, Fransa’da, Amerika’da, Rusya’da... Belki de bu yüzden seçmişlerdir, bilmiyorum. Fakat ben kendimi Ege’nin güneyindeki Lidya bölgesini düşünerek adlandırıyorum. Gittik oraya, çok güzel bir bölge.

Bu isimle Türkiye’de yaşamanın zor yanları var mı?

İnsanlar ismimi söylediğimde şaşırıyorlar. Önce “Ne güzel, enteresan bir isim” diyorlar. Sonra şivemi fark ediyorlar. Benim şivem bozuk, çünkü İtalya’da büyüdüm. Küçükken buradaydık ailemle. Dördüncü sınıfa kadar İtalyan ilkokuluna gittim. Sonra 6 Eylül Olayları oldu, İtalya’ya gittik.

6-7 Eylül Olayları yüzünden mi gittiniz?

Evet. Babamın mağazası vardı Beyoğlu’nda, Lazzaro Franco diye kocaman bir mefruşatçı dükkânı… Yerle bir edildi. O sene Türkiye’den gittik. Sonra döndüm, liseyi burada bitirdim. Tıbbiyeyi İtalya’da okudum, eşimi tanıyınca buraya döndüm. Çok az Türkçe konuşuyordum. Üzerinden 40 seneden fazla geçti, hâlâ ağzımı açtığım anda “Sen nesin abla?” derler. Bu, ismimden çok şivemle ilgili bir durum. “Ben İstanbulluyum” diyorum, “Yok yok, nesin?” “Ben İstanbulluyum, siz nerelisiniz?” diyorum. Anadolu’nun bir yerini söylüyor, bana bir daha soruyor; “Tam olarak nerelisin abla?”, “Valla” diyorum “benim altı neslim İstanbul’da yatıyor, ben İstanbullu değilsem kim İstanbullu?”

Bu durum meslek yaşamınıza da yansıdı mı?

Çocuk doktoruyum ben. Çocuklar fark etmiyorlar. İsmimi biliyorlar ama yabancı olup olmadığımı düşünmüyorlar. Lydia veya Ayşe veya Fatma veya başka bir şey; bir çocuk için fark etmez. Yetişkinler için fark ediyor. İhtisas yaptığım Etfal Hastanesi’nde meslektaşlarım bazen “Hadi, doğru düzgün öğren şu Türkçeyi. Fransızca, İtalyanca neyine yarayacak?” diyorlardı.

Zorunlu hizmet yaptınız mı?

Ben üniversiteyi bitirdiğimde zorunlu hizmet yoktu. Fakat mesela, depremden sonra travmatik tedavi metotları üzerine bir kurs görüp Gölcük’e gittim. Orada o dönem çok çalıştım, hiçbir sıkıntım olmadı. Bir de, bizim mesleğimizde insanlar size zaten “Doktor” olarak da hitap ediyorlar. Bazen yüzüme baka baka “Evet Doktor Bey” diyorlar. Doktor, ille erkek olacak. “Doktor Bey???” diyorum, birden bire kadın olduğumu keşfediyorlar sanki ve düzeltiyorlar; “Haa, pardon, Doktor Hanım.”

Doktor Hanım’ın iki soyadı olması şaşkınlık yaratıyor mu?

Çok değil. Benim İtalyan vatandaşlığım da var. İtalyanlar erkeğin soyadını taşımazlar. Orada Lidya Franco olarak geçiyorum. Eşimin soyadı Albukrek, pasaportumun dördüncü sayfasında küçücük yazıyor; benim soyadım olarak değil, “Albukrek’le evli” gibi bir ifadeyle. Bunun için, hep iki soyadımı da kullandım. Kızlık soyadımdan neden vazgeçeyim ki? Franco soyadı hoşuma gidiyor.

Anlamı ne?

Birçok manası var ama en bilineni ‘dürüst’. Gerçeği söyleyen demek. Dünyanın her tarafında olan, yaygın bir soyadı. İspanya’nın General Franco’sunun bizim soyadımızı taşımasından pek memnun değiliz tabii...

‘Albukrek’ soyadı Portekiz’den geliyor, değil mi?

Evet. Eşimin ataları 15. yüzyılda, Engizisyon döneminde oradan kovulunca Ankara’ya gitmişler. Albukrek aslında ‘Albuquerque’tir. İspanya’nın Portekiz sınırına yakın bir kasabasının adı... Amerika’da da böyle bir şehir var. Bir de, meşhur amiral var, dünyayı dolaşmış bir denizci. Türkiye’de şimdi kullandığımız harflere geçildiğinde ‘q’ harfi ‘k’ olmuş. Sesli harf meselesinden dolayı da ‘querque’, krek olmuş.

Siz çocuklarınıza nasıl isimler verdiniz?

Biri Yael, öbürü Sandra. Hoşumuza gittiği için bunları seçtik. Anlamları da güzeldi; Yael gazel demek, Sandra da Alexandra’dan geliyor.

Zorluk yaşayabileceklerini düşündünüz mü?

Düşündük ama bu isimler hoşumuza gitti, ve bence dürüst olmak lazım hayatta. Türkiye’de, yalnızca Türkçe isim taşımamakla ilgili değil yaşanan ayrımcılıklar; dille başka türlü ayrımcılıklar da yapılıyor. Mesela hitap şekillerinde bu çok var. Ben doktor olarak, çocukların anne ve babalarına veya büyük hastalarım olursa onlara hiçbir zaman ‘sen’ diye hitap etmem. Fakat 95 yaşındaki annemi doktora götürdüğümde, doktor soruyor, “Nasılsın, iyi misin?” Ben de onlara diyorum ki, “Aa, daha önceden tanıyor muydunuz annemi?”, “Hayır, neden?” “E ona ‘sen’ diyorsunuz” diyorum, “Bizim aramızda lafı mı var” diyor! Adam 40 yaşında, annem 95. Niçin böyle hitap ediyor? “Annenize saygım sonsuz tabii ki!” Sonsuzsa neden “Ben doktorum, ‘sen’le hitap edebilirim” diye düşünüyorsun? Pozisyonundan kaynaklı bir ayrımcılık yapıyor. ‘Efendi’ ve ‘bey’ meselesi de beni çok rahatsız ediyor. Kapıcıya bağırıyor, “Ahmet Efendiii, gel!” Hem ‘sen’ diyor, hem de ‘efendi’ diye hitap ediyor. Fakat kocasına “Ahmet Efendi” dense “Ne münasebet!” der. Arkadaşlarıma bunu yapmamalarını söylediğimde diyorlar ki “Ama Atatürk, Büyük Millet Meclisi’nde ‘Efendiler’ dedi.” Tamam, olabilir, o zaman sen de bugün herkese ‘efendi’ de! Birine ‘bey’ derken öbürüne ‘efendi’ diyerek ayrımcılık yapıyorsun. Bir de ‘madam’ meselesi var. Bana böyle hitap edenlere “Kusura bakmayın, ben sizinle Türkçe konuşuyorum” diyorum, “Fransızca konuşuyor olsaydık bana ‘madam’ diye hitap edebilirdiniz; Türkçe konuşurken bana neden madam diyorsunuz?” Sonra soruyor, “Sen Türk müsün, Yahudi misin?”, “Türk müsün, Rum musun?”, “Türk müsün, Ermeni misin?” Türk vatandaşıyım, dinim Yahudi ama neden böyle bir ayrımcılık yapıyorsun? Bunu böyle söylediğin zaman da “Siz de herkes gibisiniz, size saygımız sonsuz” diyor. Fakat şuuraltında söylenmeyen şeyler var, ve bu çok tehlikeli, çünkü ortaya çıkabilir, ve çıkıyor da bazen.

İtalya’ya gitmenize neden olan 6-7 Eylül Olayları da tam olarak böyle bir ‘ortaya çıkma’ örneğiymiş. Bu durumu anladıktan, deneyimledikten sonra yeniden başlamak, buraya dönmek zor olmadı mı?

Çok zor oldu. Başta hiç dönmek istemiyordum. 6 Eylül’ü yaşadığımda dokuz yaşındaydım. O zamanki adıyla Emlak Caddesi’nde oturuyorduk. Kamyonlar içinde bağıran adamlar hatırlıyorum: “Kıbrıs Türk’tüüür! Bayraklarınızı asııın! Işıkları yakııın!” Tam karşımızda bir Rum’a ait bir mobilya dükkânı vardı, camlarını nasıl kırdıklarını gördüm. Koltukları bıçaklarla yırttılar. Babam o gün işten erken geldiğinde telefona sarılmıştı. Belli ki yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Dükkândaki nöbetçiyle konuşuyordu; “Kaç kişiler Aziz?”, “Hemen kepenkleri kapat!”, “Kepenkleri kırıyorlarsa korumaya çalışma” Ve sessizlik... Ertesi gün babamla Beyoğlu’na gittik. Beyoğlu’nun durumunu gördüm. Türkiye’den gittik. Giderken bana tamamen gittiğimizi söylemediler. Her sene seyahat giderdik; bana demişlerdi ki, “Had,i seyahat gidiyoruz, yanına bir oyuncağını al.” Ben de bir bebek aldım, ve bu kadar. Bütün çocukluğum burada kaldı. Hepsini bıraktım. Eşim Musa’yı tanıyınca buraya dönmeye karar verdim. Gelince insanları tanımaya başladım ve gördüm ki çok iyi insanlar var. İtalyanca derler ki “Tutto il mondo è paese”, yani bütün dünya bir köydür. Yani insanlar dünyanın her yerinde aynıdır, iyileri de var kötüleri de… 

Kategoriler

Toplum

Etiketler

İsimler Hikayeler


Yazar Hakkında