Türkiye ve Ermenistan’ın ortak sorunu: Ailesel Akdeniz Ateşi

Türkiye’nin önde gelen üniversiteleri ve tıp kurumlarında Ailesel Akdeniz Ateşi (FMF) hastalığı üzerine çalışmalar yürüten beş uzman tıp doktorundan oluşan bir grup, 18-20 Mart 2019 tarihleri arasında Ermenistan’ı ziyaret etti. Grupta, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin yanı sıra Memorial Ankara Hastanesi'nden uzmanlar yer aldı.

Hrant Dink Vakfı tarafından organize edilen Türkiye-Ermenistan Diyalog Programları kapsamında Ermenistan’ı ziyaret eden uzmanlar, Yerevan Devlet Tıp Üniversitesi ve Ermenistan Amerikan Üniversitesi tarafından misafir edildi. Yerevan’daki Tıbbi Genetik ve Temel Halk Sağlığı Merkezi’nin ev sahipliğinde, Ermenistan ve Türkiye’de FMF alanında çalışan uzmanlar, tıp doktorları ve akademisyenlerin katılımıyla bir yuvarlak masa toplantısı düzenlendi. Toplantıya, Yerevan Devlet Tıp Üniversitesi, Ermenistan Amerikan Üniversitesi, Tıbbi Genetik ve Temel Halk Sağlığı Merkezi ve Arapkir Hastanesi’nden uzmanların yanı sıra Ermenistan Sağlık Bakanlığı’nın danışmanı da katıldı. 

Prof. Dr. Cem Sungur’un FMF alanındaki çalışmaları uzun yıllardır sürüyor. Ankara Memorial Hastanesi'nde çalışmalarını sürdüren Sungur’la FMF hastalığı ve Ermenistan ziyareti üzerine konuştuk.  

Ailesel Akdeniz Ateşi nedir?

Günlük kullanımda FMF kısaltmasıyla anılan hastalığın açık adı ‘Ailesel Akdeniz Ateşi (Familial Mediterranean Fever). Doğu Akdeniz bölgesinde yaşayan toplumlara özgü bir sağlık sorunu olarak kabul edildiğinden bu adı taşıyor. İnsanlara özgü, kalıtsal nitelikte olan, tek bir gendeki mutasyondan kaynaklanan, doğal bağışıklık sistemimizi ilgilendiren ve bugüne kadar sayıları 35’e ulaşan ‘otoinflammatuar’ hastalıktan birisi.

Ailesel Akdeniz Ateşi’nde 16. kromozomun kısa kolunda yer alan bir gendeki değişimler (mutasyonlar), hastalıktan etkilenen bireylerde dönemsel olarak ve nöbet halinde karın ağrısı, göğüs ağrısı, eklem ağrısı, yüksek ateş, halsizlik, ishal ve döküntüler gibi belirtilere yol açıyor. Ataklar sırasında vücutta iltihaplanmayı gösteren laboratuvar tetkiklerinde de belirgin yükselmeler saptanıyor. ‘Atak’ adı verilen bu iltihaplanma dönemleri ortalama 3 – 5 gün sürüyor. Atakların yarattığı sorunlara ek olarak FMF hastalarında, eğer teşhis ve tedavide bir aksama olursa, organlarda ‘amiloid’ adı verilen anormal yapıda bir protein birikmeye başlıyor ve zamanla organ yetmezliğine yol açıyor. Ailesel Akdeniz Ateşi’nde, amiloidin en çok biriktiği organ böbrekler ve en önemli sorun da böbrek yetmezliği oluyor.

Atakların önlenmesi, daha da önemlisi amiloid birikimi anlamına gelen ‘amiloidoz’un engellenmesi için etkili bir tedavi yöntemi var. ‘Kolşisin’ adlı ilacın düzenli olarak her gün belirli bir dozda alınması ve tedaviye ara verilmemesi, hastaların çok büyük bir bölümünde yeterli tedaviyi sağlıyor. Son yıllarda bağışıklık sistemini uyaran sitokin adlı maddelerin etkisini ortadan kaldıran yeni tedavi yöntemleri de oldukça etkili ilaçlar olarak tedavide kullanılmaya başlanıldı.

Ermenistan'da ve Türkiye'de FMF alanında yapılan çalışmaların benzerlikleri nelerdir? Bu alanda Ermenistan'la olası işbirliği neden önemlidir?Soldan Prof. Dr. Huri Özdoğan, Prof. Dr. Oğuz Söylemezoğlu, Prof. Dr. Fatoş Yalçınkaya ve Prof. Dr. Cem Sungur

Ailesel Akdeniz Ateşi açısından Ermenistan ve Türkiye arasında çok önemli benzerlikler var. Özetlemek gerekirse: 1) FMF mutasyonu taşıyan genetik yapıya sahip kişi oranı Ermenistan’da her üç kişiden biri Türkiye’de her dört veya beş kişiden biri. 2) En fazla görülen mutasyon her iki ülkede de aynı ve özetle M694V olarak adlandırılıyor. 3) Bu mutasyon her iki ülkedeki hastalarda erken yaşta başlayan, daha şiddetli ataklarla seyreden ve eğer zamanında teşhis edilip tedavi başlanmazsa ‘amiloidoz’a neden olabilen bir mutasyon. 4) En fazla sayıdaki FMF hastası bu iki ülkede yaşıyor. 5) Kolşisin adlı ilaç  tanı konulduğunda başlanır ve düzenli alınırsa ‘amiloidoz’u engelleyebiliyor. Aynı benzerlik bir de İsrail’de yaşayan İspanya ve Protekiz kökenli Yahudilerde var.

Ermenistan ve Türkiye’de yürütülen araştırmalar, hastalığın daha fazla tanınması, tanı kriterlerinin geliştirilmesi, erken ve sürekli tedavinin öneminin vurgulanması, bu hastalığın komplikasyonu olan ‘amiloidoz’un gelişme sıklığının azaltılması açısından çok önemli katkılarda bulundu. Hastalığın kalıtsal yönü ve bunun neden olduğu bağışıklık sistemi bozukluklarının daha iyi anlaşıldıkça daha etkili çözümler geliştirme şansı oldu. İlerideki yıllarda belki genetik tedavilerle çok daha etkili çözümler üretilecek. Öte yandan Ermenistan ve Türkiye’de Ailesel Akdeniz Ateşi’ne yol açan kalıtsal yatkınlığın büyük ölçüde aynı olması ve hastalığın seyrinin benzerliği ortak araştırmalar yürütüp ortak çözümler bulma konusunda çok önemli bir zemin hazırlıyor. Bu araştırmaların bir bölümü sağlıklı veri tabanı ve istatistiklerin oluşturulması, toplumlarda farkındalığın arttırılması, göç etmiş Ermeni ve Türklerde hastalığın seyri ve yarattığı sorunlara yönelik olabilir. Bir bölümü ise M694V mutasyonunun tam olarak ne gibi bağışıklık sistemi değişikliklere yol açtığının anlaşılması, kalıtsal yatkınlık olmasına karşın neden sadece bazı kişilerin hastalandığının ortaya konulması, genetik testin kötü kullanımının engellenmesi, özgün tanı ve tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi konularında yoğunlaşabilir. Akılda tutulması gereken önemli nokta, diğer ülkeler için ‘ender görülen hastalık’ niteliğindeki bir sağlık sorunu için yerel çözümler üretilmesinin zorunlu olmasıdır.

Türkiye ve Ermenistan nasıl bir işbirliği kurabilirler?

Ailesel Akdeniz Ateşi konusunda Ermenistan ve Türkiye arasındaki işbirliği olasılıklarını iki ana grupta ele almak mümkün. Bu yaklaşımlardan ilki yapılandırılmamış yöntemler olarak ele alınabilir. İki akademik merkez ortak bir klinik çalışma yürütebilirler veya araştırma görevlisi/uzman düzeyinde kısa veya daha uzun süreli değişim programları geliştirip, birlikte yayın yapabilirler. İkinci yöntem ise yapılandırılmış bir işbirliği modeli olabilir. Ortaklaşa oluşturulan bir yapının şemsiyesi altında daha düzenli toplantılar yapmak, çok daha fazla sayıda verinin bir araya gelmesi ile daha sağlıklı veri tabanlarına ulaşmak, bu verilerle hastalığın mekanizmalarının daha iyi anlaşılması ve daha özgün tedavi yöntemlerini bulmaya yönelik ipuçlarının yakalanması mümkün olacaktır. Bu konuda bir örnek verirsem anlatmak istediklerim daha somut olacak. Ailesel Akdeniz Ateşi’nin hangi gendeki mutasyondan kaynaklandığı araştırılırken iki bağımsız grup çalışmalar yürüttü. Biri ABD’de Washington D.C.’deki Dr. Kastner başkanlığındaki NIH Grubu, diğeri ise Fransız Konsorsiyumu’ydu. İlk grup Aşkenaz olmayan yani Orta ve Doğu Avrupa kökenli olmayan 27 İsrailli aileden 180 bireyi araştırdı. İkincisinde ise 300 kontrol örnekle 550 FMF tanısı almış çocuğun örnekleri karşılaştırıldı. Bu kadar az sayıdaki veriden yola çıkarak, FMF geninin 16. kromozomun kısa kolunda olduğu gösterilmiş oldu.

Ermenistan ve Türkiye verileri söz konusu olduğunda milyonlarca gen taşıyıcısından, yüzbinleri aşan FMF hastasından söz ediyoruz. Ayrıca bu iki ülkede en fazla karşılaşılan genetik yatkınlık M694V mutasyonundan kaynaklanıyor ve bu kalıtsal sorun Ermenilerin ve Türklerin ortak sorunu. Bu mutasyonla ilgili olarak yüz binden fazla sayıda hastanın verilerinden yola çıkan çok güçlü ve etkili araştırmalar yürütmek mümkün. 

Ermenistan izlenimlerinizden söz eder misiniz?

Ermenistan’a ilk ziyaretimdi. İzlenimlerimi birkaç başlıkta toplayabilirim. Öncelikle bu seyahatin beni öğrenciliğimin ve mesleğimin ilk yıllarına götürdüğünü söyleyebilirim. Tıp Fakültesi ziyaretimizde gördüğüm basılı kitapların, dergilerin yer aldığı tozlu ve kalabalık kütüphane rafları, büyük bir alanda, avlular çevresinde yer alan farklı bölümlere ait nispeten eski binalar, binaların içine sonradan yerleştirilen asansörler, bağışlarla sağlanmış modern tanı ve tedavi teknolojileri ile seyrek olarak yerlerini almaya başlayan daha modern binalar Ankara Cebeci’deki Ankara Üniversitesi Eğitim Hastanesi’ne çok benziyordu. Gelecek yıllarda bir renovasyon olacaksa bu tarihi değerleri kaybetmemek lazım, diye düşündüm.

Meslektaşlarımızla çok verimli görüş alışverişleri yapabildiğimiz, çok sıcak karşılandığımız ve mükemmel şekilde misafir edildiğimiz toplantılar gerçekleştirdik. Ortak noktalarımızın FMF’le sınırlı olmadığını hemen fark ettik. Aramızda çok boyutlu ve çok eskilere dayalı bir etkileşim oluştu. Değişik yaş gruplarından insanlarla, farklı konularda sohbet etme imkânı bulduk. Özellikle genç ve orta yaşlı nüfusta Paşinyan hükumetinden beklentinin büyük olduğunu gördüm. Paşinyan liderliğinde daha farklı bir Ermenistan için heyecan duyan ve çaba göstermeye hazır bir kitle olduğunu gözlemledim.



Yazar Hakkında