Zaman miyopluğu

Sıcaklar bastırdığı için Defne’yle dışarı çıkmanın zorlaştığı bugünlerde, gideceğim sergileri seçerken kılı kırk yarıyorum. Bayram tatili öncesi, Ateş Alpar’ın Merdiven Art Space’te açılan ‘Taş Kabuk Sessiz’ başlıklı sergisine gitmeye karar verdim. Yazacağım yazı, serginin bitiş tarihinden sonra yayımlanacaktı ama kapandıktan sonra da hakkında konuşulması gerektiğini düşündüm. Şansımıza, 15 Temmuz’a kadar uzatılmıştı.

Ateş Alpar’ı 2021’de, Osman Kavala’nın fotoğrafını şehirde taşıyarak yaptığı ‘Aramızda’ adlı performanstan biliyordum. Hrant Dink’e ithaf ettiği ve 2022’de, KOLİ Art Space’te yaptığı ‘Tüm sular çatlağını bulana kadar’ adlı performansını da duymuştum ama izleyememiştim. Sergi mekânında onu tanıyıp çalışmalarını kendi ağzından dinledim; hem kişisel hikâyesinin, hem de işlerinin çokkatmanlılığından ziyadesiyle etkilendim.

Ateş Alpar. Fotoğraf: Berge Arabian‘Taş Kabuk Sessiz’, Hasankeyf’in hafızada ve sular altında derinlere gömülmesini konu alan fotoğraflar, videolar ve yerleştirmelerden oluşuyor. Sanatçı kendini sıkça performansla, dolayısıyla kendi bedenini kullanarak, ‘şimdi’ içinde dışa vuruyor. Bu sergisinde, kendi bedeninin imgesinden arınmış, farklı zamanlarda aynı yere bakışını yansıtan görsellerle karşılaşıyoruz. Bunun temel nedeni, bakışını yönelttiği Hasankeyf’in etrafında örülen anlatının olabildiğince dolaysız aktarmak istemesi olsa gerek. Bir ‘kalkınma’ projesi olarak, aksi yöndeki tüm çabalara rağmen tamamlanıp açılan Ilısu Barajı, 11 bin yıllık bir tarihi ve 80 bin insanın evlerini sular altında bıraktı. İnsanlar için, medeniyet uğruna inşa edilen bir yapı, insansızlaştırmanın aracı oldu ve ekolojik yıkıma yol açtı. Mardin’de yaşayan sanatçı bu süreci ve bölgeden ayrılmak zorunda kalan insanların sıkıntılarını, bu alanı farklı zamanlarda ziyaret ederek kayıt altına almış.

Ateş Alpar bize eserlerin arka planını anlatırken, izler su altında kalıp kaybolmadan önce evleri fotoğraflamak için Hasankeyf’e gittiğini ama bazılarına yetişemediğini, onları ‘kaçırdığını’ belirtti. ‘Gözden ırak, gönülden ırak’ sözünün ima ettiği coğrafi miyopluk gibi, Anadolu’nun doğusuna uzak, Hasankeyf’i hiç görmemiş kişiler için bir ‘zaman miyopluğu’ndan da bahsedilebilir. Koca bir tarihin gözden kaybolması için ne kadar zaman gerekir? Gözden kaybolanın, gönülden ve hafızadan silinmesi ne kadar sürer? Bu zaman miyopluğu, bir yönüyle devletin tarihle ilişkisini de açıklıyor. Toprak katmanlarında insanlığın başlangıcından beri birçok medeniyetin izini barındıran Anadoluve Mezopotamya’da, tarihî kalıntılar günümüzün popüler tarih söylemine ve ideolojisine ne kadar uzaksa o kadar değersiz bulunuyor. Devletin ideolojisine yakınlığa göre biçilen değer, orada yaşayan toplum için de geçerli olabiliyor. Hasankeyf’in sular altında kalmasıyla binlerce insanın yerlerinden olması, ilkokulda akıllarımıza kazınan o uzaktaki köyün, ‘gitmesek de kalmasak da’ gerçekten ‘bizim köyümüz’ olup olmadığı sorusunu akla getiriyor.

Fotoğraf: Berge ArabianAteş Alpar’ın ‘Taş Kabuk Sessiz’ fotoğraf serisindeki bir karede, yol kenarında olması gereken bir kedigözü (ışık vurduğunda parlayan trafik işareti) suyun içinden yükseliyor. Dalgasız su birikintisi, uzaktan bakana dinginlik veriyor. Kedigözüne yakından baktığınızda ise, mikro ölçekte bir dehşet ânına tanık oluyor, karada yaşayan böceklerin, boğulmamak için, suyun ortasında kalmış olan bu direğe tırmandığını görüyorsunuz. Ancak tehdit sadece sudan gelmiyor; türler arası avlanma, direğin üstünde devam ediyor. Etraf su, kaçacak yer yok. Güçlünün güçsüzü avladığı hayatta kalma mücadelesi, politik nedenlerle zaten tehdit altında olan ve suyun yükselmesiyle sadece kendileri değil, toprak altındaki ölüleri de yerlerinden edilen binlerce insanı anımsatıyor. Bu fotoğrafın karşısında, yaşlı bir kadının yüzünün üst yarısı yer alıyor. Hasankeyf’in sular altında kaldığını duyduktan sonra günlerce bu kaybın yasını tutan kadın, sanatçının anneannesiymiş. Serinin tamamında, fotoğraflar acıyı hem şiirsel, hem de en gerçek hâliyle yansıtıyor.

Fotoğraf: Berge ArabianSergi mekânının üst katındaki fotoğraflarda, suyun içinde kaybolan geçmiş ve şimdide bıraktığı kayıpların ardından Hasankeyf’i nasıl bir geleceğin beklediğine dair ipuçları görebiliyoruz. Sanatçının söylediğine göre, ‘batık kent’ adı altında turistik gezilerin başladığı Hasankeyf, gündelik hayatın bir parçası olmuş bile. Sular altındaki evlerin üstünde balık tutanlar, ‘selfie’ çekenler, yüzenler... Bu fotoğrafların hemen karşısında, bir daha gün yüzüne çıkarılmamak üzere gömülmüş ölülerinden kalan kemikleri başka yere taşımak için mezarları açan, ölülerinden kalanları yeniden kefene saran insanların sarsıcı fotoğrafları yer alıyor.

Öğrendiğime göre, bebekler zihinlerinde dehşeti ve mutluluğu aynı yerde, bölmelere ayırmadan yaşıyorlarmış. Bir an hıçkırıklarla ağlarken, bir anda gülücüklere geçebilmeleri ondanmış. Haksızlıkların ve hukuksuzlukların sorumluluğunun alınmamasını başka bir şeyle açıklayamadığımda, ülkemin de dehşetin ve sıradanlığın birlikte olduğu, gelişemeyen vahşi bir ‘bebek’ zihni olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Uyuyup büyümenin, tıpış tıpış yürümenin zamanı gelmedi mi?

Kategoriler

Kültür Sanat Sergi

Etiketler

Sergi Ateş Alpar


Yazar Hakkında