'Bu insanlar neden 100 yıldır sürgünde?'

Aslı Türker ‘1915'ten beri geri dönmeyi bekleyenlerin 'ev'i, Kilikya Ermenilerin Beyrut’ta kurduğu Bourj Hammoud mahallesi’ izlenimlerini yazdı: “Aidiyet önemli, Ermenilerin bulundukları yer neresi olursa olsun aidiyet sorunu yaşamalarına çok aşinayım, nedense bununla ilişkilendiriyorum karşımdaki görüntüyü. Sahi nereye ait hisseder bu insanlar?”

Aslı Türker
asli.turker@gmail.com

“Şad şınrohagal em Vahakn! Gözlerindeki içtenlik ve beni Bourj Hammoud'un güzel insanlarıyla tanıştırdığın için”

İlk Bourj Hammoud'u yazmam gerek. Bourj Hammoud ruhumu rahat bıraksın diye. Bourj Hammoud'da daha fazla gezmesin ruhum, buraya gelsin diye. İlk Bourj Hammoud'u yazmam gerek...

Bourj Hammoud, 1915'ten beri geri dönmeyi bekleyenlerin 'ev'i, bilmeyenler için Kilikya Ermenilerin Beyrut’ta kurduğu mahalle: Adana'nın burnunun dibinde bir 'Nor (Yeni) Adana', Maraş şivesiyle Türkçe konuşanların 'Nor Maraş'ı  Bourj Hammoud...

Üç kişi gidiyoruz Bourj Hammoud'a. Vahakn ve ben sabit, yanımızdaki üçüncü ve dördüncü kişiler sürekli değişiyor gezimiz boyunca. Tanıştığım herkes çok sıcak karşılıyor beni, kimse yabancı hissettirmiyor; öyle ki İngilizce konuşmuyor olsak buradan olmadığımı hatırlamayacağım. Bunda Vahakn’ın payı var mı, buraya tek gelsem aynı şekilde mi karşılanırdım bilmiyorum, öğrenmek istemiyorum.

Bourj Hammoud'un girişinde son derece şık bir kitapçı ve bir sanat galerisi var. Rafi Tokatlian'ın eserlerine bakarken yandaki kitapçıdan bir müzik yükseliyor: Sareri hovin mernem. En son bir kaç ay önce, Hrant Dink'in katledilişinin 5. yılında, Agos'un önünde dinlediğimiz şarkı... İstanbul'dan Beyrut'a beni takip eden can acıtıcı hikâyeler 'beni unutma, ben de buradayım' dercesine peşimde. Acılardan beslenen ruh halini üzerine kıyafet yapanlardan değilim, mutlu anılara ihtiyaç var diye düşünüyorum. Sanırım önümdeki deneyimin beni ne denli sarsacağını sezinliyorum.

Önce 'Kamp'ı geziyoruz. Kamp, 1915 sonrası Kilikya Ermenilerinin yerleştiği ilk yer. O denli yıkık dökük ki, 100 yıl önce buraya yerleşen insanları saniyesinde hayal edebilirsiniz. Bir kamp olması, burada hâlâ insanların yaşıyor olması çok zoruma gidiyor, dönüp Vahakn'ın arkadaşına soruyorum: 'Diyarbakır'da kiliseyi restore etmek için yardım ettik. Peki, neden bu insanları kamptan çıkarmak için bir şeyler yapmıyoruz?'

'O kadar basit değil'

Belli ki kampın tutulmasının sembolik bir nedeni de var. Kimsenin hassasiyetiyle oynamak gibi bir niyetim yok, konuyu kapatıyorum.

Peki neden bu kadar karmaşık olmak zorunda? Oysa temel soru o kadar basit ki: 'Bu insanlar neden 100 yıldır sürgünde? Neden yüzyılın yükünü kaldırmıyor kimse bu insanların omuzlarından?'

Kamp... Eski evler, baraka gibi bir çoğu. Fakirlikle iç içe geçmiş bir samimiyet, sıcaklık... Sokakta oyun oynayan çocuklar, kapısı açık bir evde izlenen Türk televizyonunun sesi... İç içe geçmiş yılların izleri... Yüzyıl sonra ama topraklarından dün sürülmüşler gibi... Çaresizim. Benim en sevmediğim duygudur çaresizlik, herşeye çözüm bulmaya kuruludur beynim. Şimdi tek bir duygu dalga dalga büyüyor içimde. Kovsam gitmiyor, belli etmemek için saçma cümleler sıralıyorum 'Böyle yerleri çok severim, sıcak, insanlar birbirine yakın...'

“Hayır, böyle yerleri sevmem. Toprağından zorla edilen insanların, abilerimin, kardeşlerimin fakirliğini görüyorum, mahkum edildikleri sürgünü görüyorum. Hayır sevmedim bu kampı, buradaki herkesi alıp atalarının topraklarına götürmek istiyorum.”

Çingenelerden bahsediyoruz biraz, Tarlabaşı’nın yenilenme projesinden, alıştıkları yaşam alanlarını yeni mekanlarla değiştirmek zorunda kalan insanlardan bahsediyoruz. İronik. 100 yıldır sürüldükleri yeri geldikleri yere dönüştüren insanların içinde seçtiğimiz konu tuhaf kaçıyor. Burada herhangi bir konuyu konuşurken gülümsemeniz donup kalabilir yüzünüzde, Bourj Hammoud sizi bir anda köşeye sıkıştırabilir yaşanmışlığıyla.

Bir yaşlı badana yapıyor evine.Uzun uzun izliyorum. Ev işte... Baraka da olsa sana ait bir çatı. Aidiyet önemli, Ermenilerin bulundukları yer neresi olursa olsun aidiyet sorunu yaşamalarına çok aşinayım, nedense bununla ilişkilendiriyorum karşımdaki görüntüyü. Sahi nereye ait hisseder bu insanlar? Yaşına ve evin durumuna bakmadan badana yapan, adamın inadını hayranlıkla seyrediyorum.

Çıkıyoruz Kamp’tan, Bourj Hammoud'un ana caddesine bağlanıyoruz. Hayatımda görmediğim kadar kablo görüyorum sokaklarda. Bunların kaçı çalışıyor acaba diye gülüyoruz duruma; caddelerde elektrik direkleri arasındaki veya binalara çıkan kabloları uç uca getirseniz Beyrut’u iki kere çevreleyebilirsiniz. 

Sokaklar tanıdık, insanlar tanıdık. 'Sen bana memleketin havasını getirdin' diyenler çıkıyor sık sık. Kimse İstanbul şivesiyle konuşmuyor Türkçeyi, bu da burayı daha çok 'Anadolulu' kılıyor gözümde.

Bourj Hammoud’un, 24 Nisan’ın ertesinde olmamız nedeniyle Türkiye’deki ulusal bayramları aratmayacak Ermenistan bayraklarıyla bezeli hali şaşırtıyor beni. Nor Adana’da Anadolu Ermenilerinin torunları, Lübnan vatandaşı olarak Beyrut’ta yaşıyorlar, evlerinin önünde Ermenistan bayrakları asılı: “o kadar basit değil.”

24 Nisan dolayısıyla asılan Ermenistan bayraklarını saymazsak, sokaklar Anadolu’da bir kentten farksız. Elektrikçi, manav, bakkal yan yana. Sokaktan bildik müzikler yükseliyor, tanıdık kokular geliyor. Son dönemde Bourj Hammoud'a yerleşen Kürtlerle tam bir Anadolu kenti burası.

Diasporaya “labaratuvarda üretilmiş Ermeniler” muamelesi yapanlar geliyor aklıma, Avrupa’da yaşayan akrabalarım üzerinden kurduğum kendi diaspora algımı da gözden geçiyorum.

Dolmuşta soruyorum Vahakn’a “Bu kilise ne zaman inşa edildi? Şu okulun kuruluş tarihi ne” diye. Cevapları içimi sızlatıyor, maddi imkansızlıklar da var elbet ama belli ki bir süre dönmeyi beklemiş buraya 1915 dolayısıyla gelenler, bir şeyler inşa etmeye direnmişler. İnşa etmeye başlamak dönme umudunuzu tükettiniz demek çünkü... İnşa ettikleri her binada, “yine de”, “belki” ve “asla”larının altında hep başka cümleler, kırgınlıklar, hayalkırıklıkları gizli.

Bir ev yap kendine, sonra kiliseni inşa et, okul yap, dükkan aç; sıfırdan bir hayat kur ve adını sürüldüğün yer koy.

İşte bu demek diaspora....

Tek kelime Türkçe konuşmadığın bir dükkandan çıkarken, “Şad şınorhagal em”in (çok teşekkür ederim) cevabı olarak seni 'başımla beraber' diyerek yolcu edenlerin yanında başını öne eğmek demek.

Başım önümde çıkmıyorum elbet, o kadar kolay teslim olmak yok. Güzel bir melodi buluyorum beynimin bir köşesinden, beraber yaşamayı başarabildiğimiz, Ermeni kelimesinin 1915’ten başka şeyler çağrıştırdığı günlere dair bir şeyler inşa etmenin umudu ve inadıyla çıkıyorum.

Ne de olsa yaşlı adam hâlâ badana yapıyor, “burası baraka ama, boşuna uğraşıyorsun” demenin ne faydası var?

Son olarak, eğer yolunuz düşerse Beyrut’a, bilin ki Bourj Hammoud’da sizi bekleyen bir Anadolu ve yıllardır Anadolu’yu özleyen kardeşleriniz var...

“Şad şınrohagal em Vahakn! Gözlerindeki içtenlik ve beni Bourj Hammoud'un güzel insanlarıyla tanıştırdığın için”

 

Kategoriler

Şapgir